© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/22 Temmuz 2006
ABD Başkanı George W. Bush’un esin kaynağı olduğu albümlere bir yenisi eklendi. Ünlü Amerikalı alternatif rock grubu The Flaming Lips, Bush’un izlediği savaş yanlısı ve dini kullanan politikalardan öylesine nefret ediyor ki, bunu “At War With The Mystics” adlı yeni albümüyle belgeledi.. Böylece, bugüne kadar varoluş, hayatın belirsizliği, umutsuzluk ve uzay temalı şarkılara imza atan grup, ilk kez olarak politika odaklı bir albüm yayınlamış oldu.
Müziğinde funk öğeleri taşıyan “Free Radicals” adlı şarkıda, intihar saldırılarında bombaları atanlara şöyle sesleniyor The Flaming Lips: “Çok radikal olduğunu sanıyorsun ama gerçekte bir fanatiksin” ve “Yoksul adamın Donald Trump’ına dönüşüyorsun”. “Haven’t Got A Clue” adlı şarkıda ise, “Sen her açıklama yaptığında ben yüzüne daha fazla yumruk atmak istiyorum” diyerek Beyaz Saray’ı yönetenlere kızgınlıklarını anlatıyorlar.
Şarkı sözlerini yazan vokalist Wayne Coyne böyle dese de, aslında o hiçbir şekilde fiziksel şiddetten yana değil, röportajlarında “devrimlerin insanın içinde, yani zihinsel olacağını” söylüyor. Müziğin dünyayı değiştireceğini düşünmüyor ama Bush’u ve savaşı görmezden gelmenin mümkün olmadığını da vurguluyor. Ona göre bu son albümleri çok kızgın olduğunuzda duvara attığınız bir yumruk gibi. Albümde dalga geçilen bir diğer konu da, Britney Spears gibi dünyada olup bitenleri umursamadan müzik yapanların kazandığı haksız ün ve bunların yaydıkları boş eğlence zihniyeti.
1983 yılında Oklahoma’da kurulan The Flaming Lips’in bu 11. albümünde, ilk dönemlerindeki “psychedelic” eğilim daha ağırlıklı olarak ortaya çıkıyor. Grup, 2002 tarihli albümleri “Yoshimi Battles The Pink Robots”daki dijital seslerden önemli ölçüde uzaklaşmış. Pink Floyd hayranı olan üçlü, bunu özellikle “Pompeii Am Gotterdammerung”, “The Wizard Turns On”, “The Sound Of Failure” ve “My Cosmic Autumn Rebellion” adlı şarkılarda hissettiriyor. Aslında albümdeki şarkılar zaman zaman farklı müzisyenleri çağrıştırıyor; aklınıza bazen Prince, bazen Black Sabbath, bazen de Marvin Gaye geliyor.
Özel bir dinleyici kitlesine sahip olan The Flaming Lips, şarkılarına koydukları uzun ve garip adlarla da tanınır. Amerika’dan daha çok Avrupa’da ilgi gören grubun kuruluşu da oldukça ilginç. Vokalist Wayne Coyne, ilk olarak bir kiliseden çaldığı müzik aletleriyle işe başlamış. 1993 yılında vazelinle kahvaltı eden bir kadını anlatan “She Don’t Use Jelly” adlı şarkıyla dikkat çeken grubun kariyerindeki asıl çıkış, 1999 tarihli “The Soft Bulletin” adlı albümle oldu. Elektronik aletlerin daha fazla kullanıldığı “Yoshimi Battles The Pink Robots” ise dünya çapında büyük başarı kazandı ve 2003 yılında “En İyi Rock Enstrümantal Performansı” dalında Grammy Ödülü’nü aldı.
The Flaming Lips, tartışmasız müzik dünyasının en yaratıcı ve deneysel gruplarından biri. Hiç çekinmeden, herkesi “Olur mu canım?” dedirtecek çalışmalara imza atıyorlar. Örneğin, “Zaireeka” adlı albümleri 4 CD’den oluşur. Her bir CD’de farklı bir grup elemanının çaldığı bölüm yer alır: yani gitar partisyonları bir CD’deyken davul partisyonları başka bir CD’de toplanmıştır. Müziği tam olarak dinleyebilmek için bu dört CD’yi dört ayrı CD çalarda eş zamanlı olarak çalmanız gerekir. Bu tarz çalışmalar yapmalarındaki tek neden, müziğin sınırlarını zorlayıp yeni deneyimlere yol açmak. Müziğin hemen her türüne açıklar. Flüt, zil, timpani, trompet, bilgisayar, tef, flugelhorn, kontrabas, bongo, davul, elektronik gitar, akustik gitar albümlerini kaydederken kullandıkları müzik aletlerinin başlıcaları.
Grubu tanıyanlar bilir; The Flaming Lips, müziklerindeki yaratıcılığı sahne performanslarına da aynen yansıtır. Grubun elemanları konserlere hayvan kostümleri içinde çıkar; konserin başlamasıyla sahneyi birden bire zebra, tavşan, panda, tavuk, ördek ve kaplan gibi çeşit çeşit hayvanlar kaplar. Konfetiler, kuklalar, balonlar, ışıklar, dumanlar, kanı çağrıştırmak için kullanılan kırmızı boyalar, megafonlar ve dev ekranlarda gösterdikleri şok edici savaş görüntüleriyle konserlerini tam bir gösteriye çevirirler… Ve Wayne Coyne, dev bir plastik uzay balonu içinde sahneye yuvarlanarak gelir. Asıl önemlisi, onların konserlerine giden izleyici artık aktif bir izleyicidir; sadece dinlemekle kalmaz, gördükleri karşısında şok olmuştur, yerinde duramayıp şarkılara eşlik etmekte ve aynı zamanda gördükleri hakkında düşünmektedir. Louis Armstrong’un “What A Wonderful World” adlı şarkısını söyleyerek sahneyi terk eden grup, sanki büyük ve görkemli bir parti vermiş gibidir. Grubu Amerikalı müzisyen Beck’e eşlik ettikleri turne sırasında izledim ve konser salonunda gördüklerimi, sözcüklerle ancak bu kadar anlatabiliyorum.
Kurulduğu günden bu yana inişli çıkışlı çok yol kat eden The Flaming Lips, kanımca bu son çalışmasıyla kariyerinin en başarılı albümlerinden birine imza attı. Wayne Coyne, Roll dergisinde yayınlanan bir röportajında, “en etkili ve güçlü olan, sanat yoluyla düşünce biçimini değiştirmek” diyordu. Bu yolda atılan önemli bir adımdır “At War With The Mystics”.