© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/19 Ağustos 2006
Konserlerle, festivallerle dolu bir yaz geçiriyoruz. Son dönemde büyük kentlerimizde ve özellikle İstanbul’da, güney ve Ege bölgelerimizde yoğunlaşan konserler arasında dikkat çeken bazı müzikal birliktelikler de var. Örneğin geçtiğimiz günlerde rock grubu Duman fantezi ve arabesk müziğin öncülerinden Müslüm Gürses’le; rock şarkıcısı Şebnem Ferah, 45 kişilik bir senfoni orkestrası ve Devlet Operası’ndan 16 kişilik bir koroyla; Laço Tayfa grubu Brooklyn Funk Essentials ile; Özcan Deniz klarnet ustası Hüsnü Şenlendirici’yle; İbrahim Tatlıses, 50 kişilik bir senfoni orkestrasıyla birlikte konserler verdiler. Ayrıca bu yıl gerçekleştirilen İstanbul Caz Festivali’nde de farklı müzikal birliktelikler öne çıktı.
Ülkemizde ve yurtdışında çeşitli örnekleri görülen bu tür projelere kimileri “Neden olmasın?” düşüncesiyle yaklaşırken, kimileri de bu tarz deneyimlerde küreselleşme dalgasının ve ticari kaygıların etkisiyle otantik müziklerin kimliklerini kaybettiğini söyleyerek eleştiriyor. Biz de sektördeki ilgililerin ve sanatçıların görüşlerini alarak konuyu tartışmaya açtık.
Farklı tarzdaki müzisyenlerin bir araya gelmesinin, hem dinleyici sayısının katlanması hem de değişik müzik tarzlarının benimsenmesi açısından çok artısı olduğunu belirten Hüsnü Şenlendirici, “Her yapılan proje doğru veya düzgün diye bir şey yok. Projeler genelde sahnelendikten sonra belli oluyor. İzleyicilerin tepkisiyle işin doğru olup olmadığı ölçülebiliyor. Dünyanın her tarafında bu tür düetler yapılıyor. Türkiye’de de son dönemde düetler çok revaçta. Bence eksi bir tarafı yok” diyor. “Yeni bir projede farklı bir albüm yapacaksanız, iki tarafın da birbirlerinin müziklerinden haz alması lazım. Brooklyn Funk Essentials ile bizi, birbirimizin müziğinden aldığımız zevk birleştirdi. Özcan Deniz ile konser vermek müzikal açıdan bana artı bir şey getirmedi. Ancak bu bir projeydi. Düetler revaçta olduğu için Özcan Deniz Türkiye’de düet yapabileceğim en doğru isimlerden biriydi.”
Genç müzisyen Mercan Dede, "sanatın ve müziğin, kültürlerin ve politik duruşların polarize olduğu bir dönemde farklı dünya görüşlerine sahip insanları bir araya getirme, hoşgörü, barış ve kardeşlik çizgisinde buluşturma anlamında çok önemli bir misyona sahip olduğunu" vurgulayarak şu değerlendirmede bulunuyor: “Duman ve Müslüm Gürses’in ya da diğer sanatçıların bu tür projelerdeki amaçları önemlidir. 80’li kuşağın son derece politik ve polarize olmuş dünyasında yetişmiş biri olarak, farklı kültürel kitleleri tanıştırma çabasına karşı büyük saygı duyuyorum.”
Müzisyen Hasan Cihat Örter’in dikkat çektiği nokta, “tez-antitez -sentez olayının yani diyalektiğin önüne geçilemeyeceği”. Örter, “Tabiî ki dünyanın kabul ettiği genel formlar içinde otantik müzikleri de değerlendirebilmeliyiz ve tabiî ki de bir ‘Mübadeleyi efkardan Barika-i hakikat doğar’ düşüncesince etkileşimler çarpışmalar olmalıdır ve müzikteki hakikat ışığı insanları aydınlatmalıdır” diyor. Fakat burada üstünde durulması gereken asıl tehlikenin, küreselleşen dünyada alt kültürlerin hakim olanın dümen suyuna girmesi olduğuna da işaret ediyor.
Batılı müzisyenlerle yurtdışında yaptığı çalışmalarla adından söz ettiren halk müziği sanatçısı Sabahat Akkiraz ise, yaptığı çalışmalardaki amacın, müziğimizin dünyada hak ettiği yeri bulmasına küçük de olsa bir katkıda bulunmak ya da Anadolu insanına farklı müzik ve seslere tahammül etmesini, onları sevmelerini sağlamaya çalışmak olabileceğini söylüyor. “Müzikal olarak çok içine kapalı ve daha tutucu bir halk olduk. Bu bence aşılmalı. Artık yeni müzikler ve melodiler duyma, öğrenme zamanı. Biraz geçmiş'e kulak versek geleceği daha iyi anlayacağız. Ne demişti Hacı Bektaş'ı Veli, ''Ara Bul''; ne demişti Mevlana, ''Şimdi yeni şeyler söyleme zamanı''; ne demişti Hz. Ali, ''Değişmeyen de değişir.”
Farklı müziklerin birlikteliği konusunda sınırlayıcı bir tavır almamaktan yana olan müzik yazarı ve eleştirmen Naim Dilmener, bu tür denemelere karşı çıkıp bildiği usullerde ayak direyenleri “gerici” olarak değerlendiriyor: “Denemeye katılan tarafların bir başına yaptıkları da orta yerde duruyor, beğenmeyen ona döner, dinlemeye devam eder. Ama bir de şu var: Bu yeni denemelerden sonra kaç kapı açılacağı, ne gibi yenilik ve zenginliklere yol açacağı yapmadan-etmeden bilinemez. Ben kendi payıma Özcan Deniz ve Hüsnü Şenlendirici’yi ayrı ayrı çok sevdiğimi söyleyebilirim. Ama bu iki isim birlikte de bir şeyler yapmaya devam etse, mesela bir albüm yapsa mutlaka yepyeni bir “müzikal biçim” ile karşılaşacağız. Bundan korkmamak gerekir.”
Ortaya çıkan bütün bu görüşlerden sonra akla şu soru gelebilir: Müzikal birlikteliklerin temel dayanağı nedir? Yeni ve yaratıcı çalışmalar ortaya koymak mı, plak şirketlerinin isteği mi, izleyiciden gelen talep mi, yoksa hepsinin birleşiminden doğan bir ihtiyaç mı?
Hasan Cihat Örter: Keşke en azından birine dayanabilse, bu saydıklarınızın hiçbirine dayanmıyor; ne yaratıcı bir çalışma ortaya konma isteği var, ne plak şirketlerinin böyle bir isteği var, ne istedikleri ticari hedeflerine ulaşabiliyorlar, ne de gördükleri bir ilgi var. Sadece ve sadece ne yapmak istediğini bilmeyen, çizgisini kendini sanatını bulmamış, ortalıkta kendine yer arayan birkaç eski ve yeni yetme sanatçı müsveddeleri… Sanatın üç kuruşluk şerefini kendi seviyelerinde harcamaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Görgün Taner (İstanbul Kültür Sanat Vakfı Genel Müdürü): Farklı kulvarlardaki toplulukları veya sanatçıları bir araya getiren projelerin belli başlı iki amacı olduğunu düşünüyorum; biri müzikal çeşitliliği artırmak ve farklılaşmak adına yaratıcı öneriler getirmek. Bunun için de var olan projeleri kaynaştırarak bir şeyler ortaya çıkarılmaya çalışılıyor. Diğer bir sebep de bir araya getirilen sanatçıların hitap ettiği farklı kitleleri bir ayara getirip ilgiyi artırmak. Daha fazla bilet satmak, basında daha fazla yer bulmak ve benzeri gerekçeler. Bazen çok ilginç birliktelikler çıkabiliyor; bazen de tadı kaçabiliyor. Birbirine uymayan müzikal beklentileri olan sanatçılardan, yeterince çalışılmamış, yapıştırma projelerle karşılaşabiliyoruz. Tekrara girmek, taklitçi olmak ve yeni bir şey yapalım derken dengeyi kaçırmak gibi riskler de var. Bu tip birlikteliklerin en sağlıklı yöntemi işi müzisyenlere bırakmak; fikirler, bir araya gelmesi olası müzisyenlerden çıkmalı. Kişilik olarak anlaşabilmeliler, uyuşabilmeliler, yeterince prova yapabilmeliler. Organizatörlerin zorlamasıyla satışa yönelik projeler tasarlandığında verimli sonuç alınamayabiliyor. Bütün dünyada bunun örneklerini görüyoruz. Yaratıcılık adına bu yönteme başvurmanın bazen tıkanıklıktan kaynaklandığını düşünüyorum. Acaba deniz bitti mi? Belki de bu yüzden tüm dünyada birbirinin şarkısını yeniden yorumlayan, birbirinin albümüne konuk olan, bir dağılıp bir birleşen veya kolektif halinde bir arada işler çıkaran topluluk ve sanatçıların sayısı gözle görülür şekilde arttı.
Cumhur Canbazoğlu (Müzik yazarı): Bu tip birliktelikler dünyada “proje” diye adlandırılıyor; çünkü yapılacak işe, füzyona, farklı hedefleri denemek ya da yeni pencereler açmak için kalkışılıyor ve ortaya çıkan ürüne de bu isim yakışıyor sonuçta. Bizde ise bu tip işler genelde tecimsel kaygıyla, paldır küldür, çok kısa sürelerde hazırlandığından neticede yapıt pek tatmin edici ve kalıcı olamıyor. Zaten, bu denemelerden çok azının albüme alınıp geleceğe aktarılması da, ne kadar kısır ve yüzeysel işlerin peşinden gidildiğinin çarpıcı belgesi durumunda. Son on yıldır albüm, TV- radyo kanalları, dergi ve video kliplerle ayakta tutulan yerli müzik piyasasını güdümleyen bir başka büyük faktör de konserler tabii. Ancak organizatörlerin işi hiç de kolay değil; genç tüketici hayranı olduğu şarkıcı ya da topluluğu canlı izlemek için fazla müzikal beklenti taşımadan konsere geliyor diyelim… Fakat kaliteli müzik talep eden ve bol para harcamaya hazır yetişkinlere, yüzde doksanı “yorumcular”dan oluşan, kendi müziğini üretenlerin son derece azınlıkta kaldığı bir piyasada yeni ve farklı ne sunacaksınız? İşte bunu başaramayınca da, zorlama birlikteliklerle ‘vitrini düzeltip’, şovu sivrilterek tüketicinin merakını körüklemekten başka çareniz kalmıyor.
Ahmet Uluğ (Pozitif ve Doublemoon Records’ın kurucularından): “Bugün Türkiye'deki mantık 1+1 = 2, yani buluşmayı gerçekleştiren isimlerin gücünden faydalanıp, daha fazla bilet satmak. Halbuki amaç 1 + 1 = 1 olmalı. Doublemoon, 10 sene önce bu tip buluşmaları gerçekleştirerek yola çıktı. Üstelik yerli müzisyenleri yabancılarla buluşturarak, uzun soluklu projelere imza attı. Örneğin Barbaros Erköse New Yorklu trombon ustası cazcı Craig Harris ile, Burhan Öçal yine caz dünyasının önde gelen bas gitar virtüözü Jamalaaden Tacuma ile, Laço Tayfa Brooklyn Funk Essentials ile projeler gerçekleştirdi. Üstelik bu buluşmaların hepsi albüm olarak kayıt edildi ve ölümsüzleşti. Bugün yapılan ise, Türkiye'de sık sık şahit olduğumuz başarılı bir formülün yozlaştırılması, konseptlerin içinin boşaltılması olarak karşımıza çıkıyor. Genel anlamda birlikteliklere olumlu bakıyoruz ama yapılan işe saygı gösterilmesi ve gerekli emeğin verilmesi şartıyla. Kriterlerimiz çok net. Doublemoon, pop müzik üreten bir şirket değil. Ticari kaygılarımız da her zaman estetik ve manevi kaygılar tarafından dengeleniyor. Şirketin temel çizgisi bu. Bu tip birliktelikler dünyada genelde birbirine destek amaçlı ya da ticari servis amaçlı olarak ortaya çıkıyor. Bizde ise günü kurtarma çabası var.”