© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/7 Nisan 2007
“Melankolik şarkıların İsveçli kırılgan sesi” dersem, kimden söz ettiğimi herhalde pek çok kişi hemen anlar: Elbette Jay-Jay Johanson. 1969 doğumlu müzisyenin, ülkemizde özellikle 30’lu yaşlarında olanlar arasında sadık bir hayran grubu var. Yedinci albümünü yayımlayan Johanson, 14 Nisan’da İstanbul Taksim’deki Balans’ta bir konser verecek. Kendisine konser öncesinde merak ettiklerimi sorma olanağı buldum ve doğrusu albümde en beğendiğim şarkının derin bir hikayesi olmadığını öğrenince de şaşırdım. Ama pek ikna olamadım ya da olmak istemedim. “Kes saçlarını/Değiştir ismini/Her son yeni bir başlangıçtır/Bitti artık/Fakat hiçbir zaman aynı olmayacak” diyen bir şarkının nasıl hikayesi olmaz ki?
“Antenna” adlı albümünüzle belirgin bir şekilde electroclash tarzına yönelmiştiniz. Oysa yeni albümünüzde caza özgü unsurlar daha öne çıkıyor. Siz bu son çalışmanızı daha öncekilere göre müzikal açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
“The Long Term Physical Effects Are Not Yet Known”, benim için ilk üç albümüm, Whiskey, Tattoo ve Poison’ın devamı niteliğinde. Bu ilk üç albüm dışındakiler, Antenna ve Rush, deneysel çalışmalardı, aslında bir takma isim altında da yayımlanabilirlerdi. Antenna’da daha çok elektronik sound’u denemek istedim. Rush’da ise dans müziği yapabilir miyim diye bakmak istedim. Fakat şimdi bu yeni albümle, dördüncü defa, kendi tarzım olduğunu hissettiğim müziği yaptım. Soundtrack’lerden etkilenen, daha çok gizemli ve karanlık unsurlar var içinde. Bunun benim şarkı yazma tarzıma ve sesime en çok uyan tür olduğunu düşünüyorum.
Müziğinizin eklektik bir paleti var; caz, pop, elektronika ve trip-hop bir arada. Müziğin mutlaka tanımlanması gerekmiyor elbette ama merak ettiğim siz bu çeşitliliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sizin bütün bu saydıklarınızla birlikte, insanların folk şarkıcısı/bestecisi olarak tanımladıkları grubun bir parçası olmak isterim. Giderek minimalist ve akustik bir tarza yöneliyorum.
Yeni albümünüzün de dramatik bir havası var ve yine o eski yalnızlık duygusunu barındırıyor. Bu duyguların kaynağı ne? Üzgün şarkıları sevmeniz mi?
Ben buyum ve o duyguları sürekli içimde taşıyorum. Olduğu gibi görünmek ve kırılganlık benim özelliklerim arasında. Fakat evet, üzgün şarkıları sevdiğimi de kabul etmem gerek.
Müziğinizin “yağmur müziği” olarak tanımlanmasına ne diyorsunuz?
Ya da gece yarısı müziği, alacakaranlık şarkıları, karanlık orman melodileri… Bilmiyorum.
Albümdeki en dikkat çekici şarkılardan birisi, “Tell Me When The Party’s Over/Prequiem”. Bu şarkının özel bir hikayesi var mı?
Albümde benim açımdan en önemli şarkılar, Only For You, She Doesn’t Live Here Anymore, Rocks In Pockets, Coffin ve As Good As It Gets. Bunlar hakkında saatlerce konuşabilirim, ama o şarkı sadece bir fikirle ilgiliydi. Orkestra elemanları tam enstrümanlarını akord etmeye başladıkları anda polis helikopterleri de yaklaşıyordu. Ve bunun farkına varmak gerçekten ilginçti.
Albüme “The Long Term Physical Effects Are Not Yet Known” (Uzun Dönemli Fiziksel Etkiler Henüz Bilinmiyor) adını vermenizin nedeni neydi?
Bir süredir içimde taşıdığım bir hissi anlatıyor. Uzun zaman önce keşfettiğim ve benim için çok önemi olan albümler var ve onları hala neredeyse her gün dinliyorum. Nasıldır bilirsiniz, örneğin ilk Chet Baker albümüm, ilk David Sylvian, ilk Portishead unutulmaz… Ben de kendi şarkılarımın, albümlerimin bazı insanlar üzerinde böyle uzun dönemli etkilerinin olmasını ve yirmi yıl boyunca ya da daha uzun bir süre dinlenmesini umuyorum sadece. Fakat bu etkinin olup olmayacağı ya da nasıl olacağı henüz bilinmiyor.
Müzik yaparken nelerden etkileniyorsunuz? Belli bir şeyden söz edilebilir mi yoksa birçok farklı unsur mu bir araya geliyor?
Şarkı yazma/besteleme söz konusu olduğunda etkilendiğim belli bir şey yok, sadece sözcükler ve melodiler var. Fakat düzenleme ve prodüksiyondan söz ediyorsak, o zaman bazı soundtrack çalışmalarının ve düşük tempolu deneysel alternatif müziklerin etkisiyle değişik fikirler edindiğimi söyleyebilirim.