© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/10 Kasım 2007
Sessizliğin sesini dinlemek ister misiniz? Hayır, Simon and Garfunkel’ın ünlü şarkısı “The Sound of Silence”dan söz etmiyorum. Dolayısıyla, anlatmak istediğim, toplumsal duyarsızlığı işaret eden çağrışımlar değil. Gerçek anlamdaki sessizliği; büyük kentlerde yaşayanların arayıp da bulamadıkları sessizliği kastediyorum. Eğer böyle bir arayış içindeyseniz, onu bulabileceğiniz bir yer var: Letonya’nın başkenti Riga. Şimdiye kadar gördüğüm en yeşil ve en sakin başkent. Toplam 2 milyon 300 bin kişinin yaşadığı Letonya, bir taraftan Baltık Denizi’yle çevrili, diğer tarafta ise Estonya, Litvanya, Rusya ve Belarus’la sınırdaş. Aynı zamanda Baltık ülkelerinin en büyük kenti olan 800 bin nüfuslu Riga ise, özellikle Art Nouveau, Gotik, Barok ve Klasik dönem mimarilerini buluşturan çarpıcı güzellikte bir kent.
Letonya’nın Ankara Büyükelçiliği’nin davetlisi olarak bulunduğum bu kentte görüştüğüm birçok kişiye, yaşadıkları kent için bir reklam sloganı belirleyecek olsalar ne diyeceklerini sordum. “Kuzeyin Paris’i” ya da “Baltıklar’ın Kalbi” diyenler çoğunluktaydı. Şu anda Letonya Parlamentosu’nda Dış İlişkiler Komisyon Başkanlığı görevini yürüten, eski Başbakan Andris Berzins’in yanıtı, “farklı etnik kökenlerin buluştuğu çok kültürlü kent” oldu. Ülkenin toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 59’unu Letonyalılar, yüzde 29’unu ise Ruslar oluşturuyor; bunun yanı sıra sayıları az olmakla birlikte Beyaz Ruslar, Ukraynalılar, Polonya ve Litvanya kökenliler de var.
Letonya’ya ayak basar basmaz, daha havaalanında hemen fark ediyorsunuz ki, halkın geniş bir kesimi, ülkenin Sovyetler Birliği ve Almanya işgalinde geçen günlerini acıyla hatırlıyor. Havaalanındaki bekleme salonlarına yerleştirilen televizyonlarda, o dönemleri yaşayanların anılarını aktardıkları belgeseller gösteriliyor. 1991 yılında Sovyetler Bloğu’ndan ayrılıp bağımsızlığını ilan eden ülkenin, 2004 yılında NATO ve Avrupa Birliği’ne girişi bir dönüm noktası olmuş. Sovyet işgalini en başından beri kınayan ve kapitalizme geçiş döneminde kendilerine destek veren Amerika’ya ve Avrupa Birliği’ne karşı Letonya’da belirgin bir sempati söz konusu. “Tarihçiler 2050 yılında Avrupa Birliği hakkında ne yazacaklar?” diye sorduğum her yetkili, büyük bir iyimserlikle, o tarihe kadar var olan sorunların aşılacağını ve birliğin güçlenerek ilerleyeceğini söyledi. Letonyalılar için Avrupa Birliği “güvenlik” anlamına geliyor. Ama “Birlik, tek kutuplu dünyada Amerika’nın gücünü dengeleyici bir unsur olmalı mı?” diye sorduğumda, “Buna gerek yok ki, birlikte çalışırız,” diyorlar.
Ülkede en çok dikkati çeken şeylerden birisi, hem kamu sektöründe hem de özel sektörde en yetkili konumda bulunan görevlilerin çok genç olması. Nereye gitseniz, karşınıza daha 30’lu yaşlarında, çok iyi eğitim almış, yabancı dil konuşabilen, dinamik gençler çıkıyor. Türkiye’nin Riga Büyükelçisi Duray Polat’ın da belirttiği gibi, Letonya halkının eski dönemde kazandığı çok önemli iki şey var: Birincisi, iyi eğitim ve geniş bir kültür. İkincisi ise, sağlam bir altyapı. O döneme duyulan tepki nedeniyle kimi Letonyalılar her ne kadar bunu pek fazla dile getirmeseler de, bu kesin bir gerçek. Sanatın ve özellikle müziğin son derece gelişmiş olduğu bir ülke Letonya. Geleneksel Ulusal Şarkı ve Dans Festivali’nin yüzyıllardır birlik sembolü olarak kutlanması da bunun göstergesi.
Türkiye-Letonya İlişkileri
Riga’da yetkililerin verdikleri bilgilere göre, Letonyalıların tatil için en çok tercih ettikleri ülke Türkiye. Oysa buna karşılık, Türklerin Letonya’yı ziyaret etmediğini söylüyorlar. Bunu küçük bir ülke oldukları için yeterince tanınmamalarına ve hala Rusya’nın bir parçası gibi görülmelerine bağlıyorlar. Bu imajı değiştirmek için de, ciddi bir atak yapmaları gerektiğinin bilincindeler. Benim yetkililere bu konudaki önerim, sahip oldukları eşsiz doğal güzelliğe ve sessizliğe odaklanmaları oldu. Ülkedeki dingin ortam öylesine çekici ki, birkaç gün için kafanızı dinlemek isterseniz, Riga gerçekten iyi bir seçenek olabilir. Seyahat acentalarının programlarına bu kenti de katmalarıyla daha ucuz tatil olanağı sağlanırsa, eminim ilgi çekecektir. Doğu Avrupa kentlerine özgü etkileyici mimarisiyle, temiz havasıyla ve parklarıyla Türk insanı için oldukça farklı bir kent burası. Üstelik insanları, diğer Kuzey ülkelerinde pek de rastlanmayacak kadar yardımsever ve cana yakın. Arnavut kaldırımlı güzelim sokaklarda dolaşırken kaybolsanız da, büyük çoğunluğu İngilizce konuşan insanlar her zaman yardıma hazır.
Ayrıca, kimi Avrupa ülkelerinde Türklere karşı beslenen olumsuz duygulardan bu ülkede eser yok. Bunda her iki ülkenin büyükelçiliklerinin karşılıklı çabaları kadar, kültürel ve ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesi amacıyla faaliyetlerde bulunan TELLFA’nın (Türkiye Estonya Letonya Litvanya Dostluk Derneği) da payı var. A. Galip İlter’in başkanlığında çalışmalarını sürdüren dernek, daha bir yıl önce kurulmuş ama kısa zamanda çok yol almışlar ve bu yıl ilk kez T.C. Riga Büyükelçiliği ile birlikte Letonya’da Türk Günleri’ni düzenlemişler. Çeşitli sergilerin açıldığı, konserlerin verildiği, Türk yemeklerinin tanıtıldığı etkinlikler, ülkede büyük ilgiyle karşılanmış. Riga’da olduğumuz süre içinde, piyanist Fazıl Say’ın 29 Ekim gecesi verdiği kapanış konserini de izleme olanağı bulduk. Dinlediğimiz muhteşem performans, Cumhuriyet Bayramı’nda o salonda bulunan bütün Türklerin gurur duymasını sağladı. Fazıl Say, ilk kez konser verdiği Riga’da herkesi tam anlamıyla büyüledi. Letonya Enstitüsü Başkanı Ojars Kalnins’e konserle ilgili izlenimini sorduğumda şu yanıtı aldım: “Fazıl Say’ın kendisine de söyledim; Jimi Hendrix’in gitar çalışı gibi piyano çalıyor!”
Letonya’da yapılan Türk Günleri’nin benzeri olarak bir süredir Türkiye’de de Letonya Kültür Günleri yapılıyor. Bu kapsamda, Letonya’nın gençlik korosu “Kamer…” 19 Kasım’da Ankara’da ve 20 Kasım’da İstanbul’da iki konser verecek. Koronun kurucusu ve baş koro şefi Maris Sirmais, Riga’da yaptığımız söyleşide, ülkedeki koro geleneğinden ve müziğe verilen önemden söz etti. Letonyalıların müzikten böylesine heyecan duymaları gerçekten etkileyici. Letonya belki ekonomik anlamda çok büyük ilişkiler içinde olduğumuz bir ülke değil, ama kültür ve sanatın iki ülke arasında çok sağlam bir köprü kurabileceği kesin.