© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/16 Şubat 2008
Son iki yıldır underground müzik çevrelerinde ismi efsane gibi dolaşan birisi var: Burial.
2006 yılında kendi ismiyle ilk albümünü yayımlayan bir müzisyenin bu kadar kısa sürede böylesine dikkat çekmesinin üç önemli nedeni var. Birincisi, dubstep adı verilen elektronik müzik türüne yeni bir açılım getirerek daha geniş kitlelere yayması. İkincisi, müziğinin gece karanlığındaki kentli yalnızların atmosferini büyük bir başarıyla yansıtması. Üçüncüsü, gerçek kimliğini gizlemesi.
Burial, çok ender olarak verdiği röportajlardan birisinde, ailesi dışında yalnızca beş kişinin kendisinin “Burial” adıyla albüm yayınladığından haberdar olduğunu söyledi. Önceleri kadın mı erkek mi onu bile bilmiyorduk, sonraları Londra’nın güneyinde yaşayan 20’li yaşlarında bir erkek olduğunu öğrendik. Uzaktan çekilen ve sadece belli belirsiz gölgesini gösteren birkaç imaj dışında hiçbir fotoğrafı yok. İyi müzik yapmasa, bu gizliliğin dikkat çekmeye yönelik bir yöntem olarak uygulandığını düşünebilirsiniz.
Fakat durum öyle değil; 2007’nin son aylarında çıkan albümü “Untrue”, önde gelen birçok müzik dergisi ve internet sitesinde yılın en iyi albümleri arasında gösterildi. Öyleyse, böyle başarılı bir müzisyen neden kimliğini gizler? Burial, melodiler ile tanınmak istediğini ve eğer kimliği ile ortaya çıkmazsa insanların daha çok müziğine yöneleceklerine inandığını söylüyor. Bu nedenle de, canlı performans yapmıyor, radyo/tv programlarına çıkmıyor ve fotoğraf çektirmiyor. Bana göre, insanların kendileriyle ilgili her türlü gereksiz ayrıntıyı medya aracılığıyla ortaya döktüğü bir çağda, bir sanatçının bu tuhaf ortamın dayattığı kurallara karşı çıkmasına ancak saygı duyulur. Bir müzisyen için önemli olan insanların hayatında müziğiyle yer almaksa, cafcaflı fotoğraflara ve skandallara gerek yok, bırakın şarkılar konuşsun.
GARAJLARDA DOĞUP GELİŞEN MÜZİK
Gelelim Burial’in yaptığı müziğe… “Dubstep” denilen bu tür, yaygın olarak bilinmediğinden, önce bu konuda kısa bir açıklama yapmak gerek. Dubstep, ilk olarak 1990’lı yıllarda, İngiliz garaj müziği prodüktörlerinin, dub, reggae, house, two-step ve elektronik müziğin farklı sesleri ile oluşturdukları drum’n’bass adı verilen türü geliştirmesiyle ortaya çıktı. Sürekli değişen sert ritim örgüsü, ön plandaki basları, karanlık havası ve barındırdığı geniş prodüksiyon olanaklarıyla şaşırtıcı bir tür bu. Öyle ki, müziği yapan prodüktörlerin önceliklerine göre kimi zaman daha tempolu, kimi zaman daha yavaş olabiliyor; bazen insan sesleri kullanılırken bazen vuruşlar öne çıkabiliyor, altyapısı sürekli gelişip değişiyor. Önceleri Londra’nın arka sokaklarındaki garajlarda üretilen bu prodüksiyonlar, yeraltı müzik çevresindeki partilerde çalınırken, 2000’li yıllara gelindiğinde, giderek daha geniş bir kitleye hitap etmeye başladı. Bunda Hyperdub Records’un bu türdeki çalışmalara öncülük etmesinin büyük bir etkisi oldu.
Burial’ın sırrı ise, dubstep’in karanlık ve çoğu zaman da soğuk tonlamalarının içine günlük yaşamdan izleri ve duyguları sokmaktaki başarısında yatıyor. “Untrue” adlı albümü, kentlerdeki, özellikle Londra sokaklarındaki yalnızlığı yansıtıyor. Sirenler ve konuşma sesleri, uğultular, yağmur ve çakmak sesi, dış dünyaya ait anlık kıpırtılar… Bozularak farklılaştırılan ve cinsiyetini bile tahmin edemediğiniz insan sesleri, nereden geldiği belli olmayan ve eski plak kayıtlarını andıran çıtırtılar; gerçek hayatla hayalleri harmanlayan sınırsız bir ses manipülasyonu… Burada albüme, “Untrue” (Doğru olmayan) adının koyulmasında ironik bir yaklaşım olduğunu belirtmek gerek. Duyduklarınızın hangisinin ne olduğu, biraz da dinleyenin hayal gücüne kalıyor. Karışık bir iş; insanların çoğunun oldukları gibi davranmadıkları hayatta neyin gerçek olduğunu anlamak gibi…
Burial’in müziğinin etkileyiciliği, dinlerken adeta insanı çevreleyen bir atmosfer yaratmasından geliyor. Çünkü yaşanan anın müziğini yapıyor Burial. Garip bir melankoli var şarkılarında, fakat ritimler daha çok bundan kurtulma çabasını sezdiriyor. “In McDonalds” adlı şarkıyı ilk dinlediğimde, adında “McDonalds” geçen bir şarkı nasıl bu kadar melankolik olur diye merak etmiştim. Yanıtımı, İngiliz müzik dergisi “The Wire”da Burial ile yapılan bir söyleşide buldum: “Benim müziğim, genç yaşta hayatın zorluklarıyla mücadele ederken, sizinle ilgilenecek bir meleği düşlediğiniz anlarla ilgili. Gidecek hiçbir yeriniz olmadığında, yapabileceğiniz tek şeyin gece geç bir saatte McDonalds’da oturmak olduğu anlarla ilgili.” Albümün en güzel şarkısı “Archangel” ise, Burial’in köpeği öldüğünde üzüntüsünü aşmak için bestelediği bir şarkı.
“Untrue”, son aylarda dinlediğim en ilginç ve heyecan verici albüm. Buna karşın, herkesin bu görüşte olmadığını da tahmin ediyorum. Düşük tempolu olduğundan, özellikle dans pistlerine uygun değil. Burial’ın kendi anlatımıyla, “Uzaktan duyduğunuz ama kendinize yakın hissettiğiniz bir ses gibi. Yağmurun sesini ya da balinaların şarkılarını duymak gibi, karanlıkta uzaktan bir yerlerden gelen sesler gibi.” “Untrue”, dinlerken düşündürüyor, aklınıza takılıp kalıyor ve sizi hiç yalnız bırakmıyor…