27 Nisan 2008 Pazar

Herkül ve Aşk…




© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/26 Nisan 2008

Yaklaşık bir ay önceydi; New York’ta bir konser öncesinde çalan DJ’i dinliyorduk. Birden o çok tanıdık sesi duyduk; vokalde Mercury ödüllü Antony Hegarty’nin eşlik ettiği bir dans şarkısıydı çalan. Antony and the Johnsons’ın “I Am A Bird Now” adlı albümünü dinleyen herkesin, hayatının geri kalanında Antony’nin o farklı sesini anında tanıyacağına şüphe yok. Konsere birlikte gittiğim arkadaşım da hemen tanıdı ama ardından soruları sıralamaya da başladı. Tamam vokaldeki oydu, ama neydi bu şarkı? Birisi remiks mi yapmıştı, yoksa vokalleri sample olarak mı kullanmıştı?

Antony’nin bir süredir New York’lu yeni bir grupla işbirliği yaptığını bildiğimden, ne dinlediğimizi tahminde zorlanmadım: “Hercules and Love Affair”in grupla aynı adı taşıyan yeni albümüydü çalan. Önceden bu konuda bilgim olmasa, ben de arkadaşım gibi şaşırabilirdim doğrusu. Çünkü Antony’nin o son derece duygusal yorumuyla disco/house esintili dans müziğinin arasında doğrudan bir bağlantı kurmak zor.

MİTOLOJİK KARAKTERLER ESİN KAYNAĞI

1978 doğumlu prodüktör/DJ Andrew Butler’ın öncülük ettiği “Hercules and Love Affair”, son aylarda dinlediğim en yaratıcı projelerden birisi. Butler, albüm için şarkıları yazarken, özellikle Yunan mitolojisinden ve ilk gençlik döneminin müzikal kahramanlarından etkilenmiş. Gökkuşağı Tanrıçası Iris ve Akıl Tanrıçası Athena’nın adını taşıyan iki şarkının yer aldığı albümde, aşk, egodan kurtulup başkalarını düşünme duygusu, yalnızlık, kuklalar vb. birçok farklı esin kaynağı var.
Müzikal açıdan ise, 70 ve 80’lerin gözde disco soundu retro bir anlayışla yorumlanarak adeta yeniden diriltilmiş. Grubun Antony dışında Kim Ann Foxman ve Nomi adlı iki genç vokalisti daha var. Kim Ann, Hawaili bir takı tasarımcısıyken yolu Andrew Butler ile kesişmiş. Nomi ise, daha önce CocoRosie grubuyla ve bir dönemin ikonlarından Debbie Harry ile çalışmış.

DANS VE MELANKOLİ BİR ARADA

Grubun müziğinin dikkat çekmesinde Antony’nin sesinin önemini özellikle belirtmek gerek. Çünkü dans pistlerine melankoliyi taşımak gibi ender görülen bir katkı sağlıyor. Albümün açılış şarkısı “Free Will”e “Bana Yalan Söyleme,” dizeleriyle öyle dokunaklı bir sesle başlıyor ki Antony, dans etmeye konsantre olmanız zorlaşabilir. Ama melodiyi önceden bilenler için durum farklı. Çünkü şarkı, house müziğin ilk klasiklerinden biri olarak kabul edilen “Your Love”ın bir tür yeniden yorumu. House’un büyükbabaları olarak adlandırılan Frankie Knuckles ve Jamie Principle’ın yarattığı bu muhteşem şarkı, aradan geçen 22 yıla karşın hiç eskimedi. (Bu arada, Frankie Knuckles’ın 25 Nisan’da İstanbul Otto Santral’de canlı performansı var. House müzik sevenleri uyaralım şimdiden.)

Albümün ilk single’ı olarak yayımlanan “Blind”, son günlerde radyolarda en sık çalan şarkılardan birisi. Akılda kalıcı müthiş melodisi ve Antony’nin benzersiz yorumuyla benim de favorim. Frankie Knuckles’ın kendisinin de remikslediği şarkının, bu yılın klasiklerinden birisi olacağı kesin. Üzerinde durulması gereken bir diğer şarkı ise, ilk dönem Chicago house müziğini anımsatan “You Belong”.

Özetle söylemek gerekirse, “Hercules and Love Affair”, müzikte yenilikçi çalışmaları izleyenler için gerçekten heyecan verici. Vogue dergisi, grubun müziği için, “Ziggy Stardust house müzik yapsa böyle olurdu,” şeklinde bir değerlendirme yapmış. Ziggy Stardust’ın (nam-ı diğer David Bowie) ne yapacağını kestirmek, bana göre pek kimsenin harcı değildir. Ama Afrika ritimleri soslu synth tekrarları ve güçlü baslarla yaratılan müziğin melankolik sözlerle oluşturduğu ilginç uyuma Ziggy de hayır demezdi herhalde…

20 Nisan 2008 Pazar

Poncho Sanchez: Davullarıma Sevdalıyım!




© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/19 Nisan 2008

Latin dünyasının efsanevi müzisyenlerinden Poncho Sanchez, 25-26 Nisan tarihlerinde Babylon’da vereceği iki konser için İstanbul’da olacak. 1951 yılında Amerika’da doğan Sanchez, Meksika kökenli bir aileden geliyor. Bugüne kadar 20’den fazla albüm yayımlayan sanatçı, “Latin Soul” adlı albümüyle 2000 yılında En İyi Latin Caz Albümü dalında Grammy ödülü aldı. Sakalı ve başından hiç çıkarmadığı Kangol şapkasıyla tanınan Sanchez, Babylon’da estireceği Latin fırtınası öncesinde sorularımızı yanıtladı.

Konganın sihri ne? Bazı müzisyenler tinsel bir etkisi olduğunu söylüyor. Sizin için de öyle mi?

Evet, davullarıma sevdalıyım! En iyi enstrümanlardan biridir konga ve ona sahip olan herkes de böyle hissedecektir. Çok uzun yıllardır kendime öyle yakın hissediyorum ki onu... Ayrıca ben kendi kongamın tasarımını da kendim yaptım, uluslararası Remo firması da bunu üretti.

İnternet sitenizde sizin için “Herşeyden önce bir hikaye anlatıcısıdır,” deniyor. Müziğinizle anlattığınız hikayenin gerisindeki ana esin kaynağı ne?

Afro-Küba-Latin Caz’ını başlatan efsanevi insanlarla müziğim aracılığıyla iletişim kuruyorum. Onların hepsini babam gibi görüyorum, hepsi benim esin kaynağım. Ayrıca uzun yıllardır çok ünlü ve büyük isimlerle gerçekleştirdiğim buluşmaları, onlarla yaptığımız kayıtlara ilişkin hikayeleri ve konser deneyimlerimi anlatmayı seviyorum.

12 yaşındayken evinizin bulunduğu sokakta çalan bir R &B grubuna katılabilmek için 50 sentlik bir gitar aldığınızı ama sonunda kendinizi o grupta şarkı söylerken bulduğunuzu biliyorum. Şarkı söylemeye başlamanız böyle tesadüf müydü?

Texas’tan Kaliforniya’ya taşındığımızda gerçekten o grupta yer almak istemiştim. Gitar çalmak istiyordum ama grupta zaten iki gitarcı vardı, bu nedenle ancak şarkı söyleyebileceğimi bildirdiler. Tabii ki kabul ettim. Kızkardeşim bana Tito Puente ve Tito Rodriguez’in müziğiyle nasıl dans edebileceğimi öğretmişti. Utangaç biri de değildim ve izleyicinin karşısında performans yapmayı seviyordum. Sonuçta şarkı söylemek benim için doğal bir durumdu.

Şarkı söylerken konga çalmaya nasıl başladınız?

Sürekli Latin Caz ve salsa dinlerdim ve bu tür müziklere karşı büyük bir sevgim vardı. Kızkardeşlerim evde hep bu tür müzik dinliyorlardı. Ben de ilk kez evimizin garajında konga çalmaya başladım. Sevdiğim plakları dinlerken onlara eşlik etmeye çalışıyordum. Yani bu işi tamamen kendi kendime öğrendim.

YouTube’da “Do It!” adlı albümünüzün tanıtım videosunu izledim. Orada bir hayranınız, bu albüm için 70’lerin ünlü soul grubu Tower of Power’la yaptığınız işbirliğini “Adeta cennette yapılmış bir eşleşme” diye niteliyor. Sizin için de bu kadar mükemmel miydi?

Evet, Tower of Power’ı ve geçmişteki muhteşem soul gruplarını her zaman çok sevdim. Funk soundu çok hoşuma gidiyor. Gençken Kaliforniya’da çok duyduğumuz Tower of Power’ı sevmemin nedeni de bu.

“Out Of Sight” adlı albümüzde Ray Charles ile çalıştınız. Nasıl bir deneyimdi?

Bu benim için bir rüyanın gerçekleşmesiydi! İnsan onun gibi bir efsane ile çalışmayı nasıl hayal edebilir? Ona çok büyük saygım var.

Bir görüşe göre, Latin Caz müzisyenleri yalnızca bu tür müziği çalmayı tercih eden “caz müzisyenleri” olarak tanımlanmalı ve bir ayrım yapılmamalı. Kendisini “Latin Caz’ın büyükelçisi” şeklinde tanımlayan bir müzisyen olarak sizin bu konudaki görüşünüz ne?

İlk dönemlerde “caz müzisyenlerinin” Latin Caz’ı öğrenip çalmalarının daha kolay olduğu doğru. Fakat bugün Latin müzisyenler çok daha üst bir seviyede ve artık onlar Caz-Latin çalmayı öğrenebiliyor.

Sürekli taktığınız Kangol Tropicap şapka sizin sembolünüz olarak biliniyor. Nedir bu şapkada sizi bu kadar çeken?

Son 35 yıldır Kangol Tropicap takıyorum! Çocukluğumdan beri bu şapkayı hep çok beğendim! Duruşunu çok seviyorum. İlk olarak ünlü müzisyen Patatoe Valde’nin taktığını görmüştüm.

13 Nisan 2008 Pazar

Moby İle Bir New York Gecesi




© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/12 Nisan 2008

Nisan ayı, 2008’in en iyi albümler listesine girecek bir albümü de beraberinde getirdi. Çağdaş müziğin önde gelen isimlerinden Moby, son albümü “Last Night” ile bir süredir uzaklaştığı dans listelerine iddialı bir şekilde geri döndü. Bundan önceki son iki albümü “Hotel” ve “18”deki yavaş tempolu elektronikadan uzaklaşması, kimilerini sevindirirken kimilerini de üzmüşe benziyor. Bana sorarsanız, Moby, bugüne kadar denediği her müzik türünde başarıyı yakalamış, sıradışı bir müzisyendir. Basında çıkan çoğu yazıda, çok uzun zamandır tek bir tekno şarkı bile yapmamış olmasına karşın, sadece “tekno” ile ilişkilendirilmiş olması hayret vericidir. Moby’nin dehası, herhangi bir müzik türüne saplantılı bir şekilde bağlı kalmadan, farklı müzik türlerini bir arada kullanabilme başarısında yatıyor. 1999 tarihli “Play” albümünde eski soul ve gospel şarkılarını elektronika ile muhteşem bir şekilde buluşturunca, albüm tüm dünyada 10 milyondan fazla satmıştı. O satış rakamına bir daha ulaşır mı bilinmez, ama “Last Night”ın sanatçının uzun zamandır yaptığı en iyi çalışma olduğu kesin.

Bu defa, bizi eski disco dönemine geri götürüyor Moby. Albümü dinlerken, bir zamanlar hip-hop’ın disco müzikten esinlendiği, rave partilerin, old-school ve underground müziğin hakim olduğu 70’lerin sonları ile 80’lerin başına gidiyoruz. Onca hareketin ve dansın arasında, albümde biraz da Moby’nin ustalığını kanıtladığı ambient şarkılar da var tabii.

“Last Night”ın ilginç bir özelliği, bir konsept albüm olarak planlanması. New York’un renkli gece hayatını, 60 dakikalık bir albüme sığdırmış Moby. Aslında, kentteki çok çeşitli müziğin verdiği heyecanı yansıtmış şarkılarına. Bu nedenle, albümde birbirinden farklı türde 12 şarkı yer alıyor.

“I Love To Move In Here”, hip-hop’ın sadece eğlenceye hizmet ettiği, disco müzikten etkilendiği ilk dönemlerine adanmış. Moby, bu şarkı için hip-hop’ın meşhur ismi Grandmaster Caz ile işbirliği yapmış. Rap dünyasını izleyenlerin yakından tanıdığı Grandmaster Caz, Sugar Hill Gang’in ilk piyasa hiti “Rappers Delight”i yazanlardan birisi. Moby ile yaptıkları bu şarkı ise, eski usul rap tarzını yansıtan oldukça ilginç çalışma olmuş.

“257.Zero”, Fransız dans müziğinden esinlenen elektronik sounduyla dikkat çekiyor. Müziğin üzerine 2. Dünya Savaşı’ndan ve Kore Savaşı’ndan kalan eski radyo kayıtlarının sample’larını ekleyen Moby, bu şarkı için ilginç bir değerlendirme yapıyor. Gecenin 11’inde Avrupa’da garip bir havaalanında Prag’a uçmak üzere olduğunuz andaki atmosferle özdeşleştiriyor şarkının havasını.

Albümün en güzel şarkılarından birisi, “Everyday It’s 1989”. 90’ların başındaki piyano odaklı rave şarkılarını anımsatan şarkı, bu yıl dans pistlerinin vazgeçilmezlerinden birisi olmaya aday.

İngiltere’de ilk single olarak yayımlanan “Alice” adlı şarkı ise, bugüne kadar duyduğum en akıcı rap performanslarını hafızama iyice yerleştirdi. İlk dinlendiğimde kulağıma çok da hoş gelmeyen şarkıyı, ancak birkaç dinlemeden sonra benimseyebildiğimi söylemem gerek. Bunun nedeni belki de şarkının, Moby beste yaptığı sırada bass pedalındaki bir arıza sonucunda ortaya çıkan sesle açılması. Siz de “Alice” çalarken CD’niz bozuk diye düşünmeyin; şarkı o duyacağınız garip sesin üzerine inşa edilmiş. Vokaldeki o muhteşem rap ise, İngiltere’de yaşayan Nijerya kökenli 419 Crew gruba ve Aynzli adlı müzisyene ait.

Albümde“Hyenas” adlı şarkı ile birlikte yine melankolizme dalmış Moby. Karaoke barda şarkı söylerken keşfettiği Cezayirli bir kadının kendisine eşlik ettiği vokallerin de, bu hissin yaratılmasında payı büyük. Nabeelah adlı kadın hiç İngilizce bilmediği için, bir Rimbaud şiir kitabından Fransızca mısralar okumasını istemiş Moby. Sonuç mükemmel.

İyi sesleri keşfetmekte ayrı bir yeteneği olduğunu bu albümde bir kez daha kanıtlayor ünlü müzisyen. Amerika’da ilk single olarak çıkan “Disco Lies”ı dinlediğiniz anda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Donna Summer’ı andıran yorumuyla Shayna Steele ve yüksek tempolu melodisiyle “Disco Lies” tek kelimeyle olağanüstü. Albümün hit olmaya aday bir diğer şarkısı ise, yine piyano ağırlıklı bir rave şarkısı olan “The Stars”.

Moby’nin yeni albümü, dans müziğinde esip fırtınalar yarattığı günlerine bir tür dönüş habercisi. Dans etmek, eğlenmek, biraz melankolizme kapılır gibi olurken yine kendini kaybedercesine müziğin ritmine kapılmak ve yatağa giderken de tatlı duygularla başbaşa kalmak istiyenler için bire bir “Last Night”. Moby, yapmış yine yapacağını...

6 Nisan 2008 Pazar

Kahire'de Geçen, Düşsel Gerçekçi Bir Çizgi Roman




© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/5 Nisan 2008

Amerika’daki kitapçılarda son günlerde dikkat çeken bir çizgi roman var: Cairo. Hikayesini Amerikalı genç gazeteci G. Willow Wilson’ın yazdığı eseri, başarılı Türk illüstratör M. K. Perker çizgilere aktarmış. (Adının bu şekilde yazılmasını kendisinin özel isteği.) Batman’in yayımcısı DC Comics/Vertigo’dan çıkan kitap, eleştirmenlerden ve okurlardan çok olumlu eleştiriler aldı. Türkiye’de Gırgır, Sabah, Leman ve Vatan’daki çizimleriyle tanınan Perker, 2001’den bu yana New York’ta yaşıyor ve The New York Times, The New Yorker, The Wall Street Journal, The Progressive ve MAD’in de aralarında bulunduğu birçok önemli yayın için çalışmalar yapıyor. Kendisiyle New York’ta bir kafede buluşup yeni kitabı ve sanatı üzerine söyleştik.

Romantizm, politika ve aksiyonu bir araya getiren Cairo’nun konusu ve karakterleri oldukça ilginç.

Evet, hikaye Kahire’de geçiyor. Doğu masallarının öğelerini toplayıp bunları günümüzün anlayışıyla karıştırıp Batılı karakterlerle işliyor. Örneğin, bir cin var ama lambadan çıkmak yerine nargileden çıkıyor. Kahire’ye giden Lübnanlı-Amerikalı bir turist bu nargileyi satın alıyor. Aslında potansiyel bir intikam bombacısı ve Lübnan’a giderken uçağı rötar yaptığı için birkaç günü Kahire’de geçiriyor. Diğer taraftan gazetecilik öğrencisi Amerikalı bir kız var, o da birkaç ay geçirmek için Mısır’a gidiyor. Üçüncü karakter, Lübnanlı-Amerikalı gence nargileyi satan Mısırlı bir uyuşturucu pazarlayıcısı. Diğer bir karakter, kapatılan muhalif Cairo Weekly gazetesinde çalışan Mısırlı bir gazeteci. Bir de , bir olay nedeniyle kendisini sınırın öteki tarafında bulan İsrailli bir kadın asker var. Bunların hepsi gelişen olaylar ayrı ayrı noktalardan çıkıp bir araya geliyorlar.

Amerika’da kitapla ilgili çıkan eleştirilerde, senin Ortadoğu’yu bilen birisi olmanın çizgilerine yansıdığı yazılıyor. Sence de öyle mi?

Amerika’da kitapla ilgili yorumlarda bunu otomatik olarak yapıyorlar. Oysa bence hiçbir faydası olmadı. Ben hiç Kahire’de bulunmadım. Sanıyorum, bu tür yazıları yazmak durumunda olanlar, ne söyleyeceklerini tam bilemediklerinde, bu bir tür açılım noktası oluyor.

Kahire’de yaşamış olsaydın, farklı bir şey çıkar mıydı ortaya?

Aynı şeyi ben de çok düşündüm ama sanmıyorum. Örneğin, İstanbul’da geçen bir öykü çiziyor olsam, ne gibi bir enteresanlık yapabilirim ki, İstanbullu bir insan da görünce onu yakaladığıma şaşırsın?

Ama belki bazı şeyleri yapmazsın... Yabancı basında Türkiye ile ilgili çıkan karikatürlerde ya da illüstrasyonlarda öyle klişe şeyler görüyoruz ki, Türkiye’yi tanımadıkları ya da önyargı ile davrandıkları anlaşılıyor.

Bu çok doğru. En azından olmayan şeyleri yapmazsın diyorsun... Fakat bizim bakış açımızla yabancı birisinin bakış açısının da farklı olduğunu belirtmek lazım. Biz Teşvikiye’de gezerken, oradaki Avrupai ortamı, lüks mağazaları, güzel kafeleri görüyoruz. Oysa Amerikalı bir arkadaşım aynı yerde gezerken, “Bu şehrin bu oryantal yanını çok seviyorum,” diyor. Çünkü onlar lüks mağazaları değil, caminin bahçesinde kafe olmasını ilginç buluyor. Ama tabii, bir çizer için önemli olan göstermek istediği şey. Paris’te de her tarafta Arap kökenli insan var ama onları çizerseniz, burası Cezayir mi diye soracaklar. Belki İstanbul’u çizen adamdan da o oryantalizmi göstermesini bekledikleri için öyle çiziyor.

Kitaba Mısırlılardan tepki aldın mı hiç?

Willow, bir süre Kahire’de yaşadığı için çizimlerin aynen kenti yansıttığını söylüyor. Ama neden her kafede erkeklerin nargile içtiğini soran Mısırlılar da çıkabilir tabii...

Cairo’nun Türkiye’de yayınlanma olasılığı var mı?

NTV Kitapları ve Çınar Yayınları temasa geçti. Bir de Leman basmak istiyor. Ama ne olur bilmiyorum...

Gazete ve dergilere yaptığın çalışmalar dışında yeni projelerin var mı?

Yine Cairo’nun yazarıyla DC Comics’ten aylık bir seriye başlıyoruz, ağustos ayında yayımlanmaya başlayacak. Fakat bu kitap formatında çıkmayacak, Batman, Superman gibi olacak, 6-7 sayıda bir de koleksiyona dönüşecek. Yaklaşık 7 ya da 8 yıl sürecek, toplam 10-12 koleksiyon albümü yayınlanmış olacak. Ayrıca LeManyank’ta çizdiğim Uykusuz Amerika’da yayımlanacak.

Amerika’nın şu andaki durumunu anlatacak bir illüstrasyon isteseler nasıl çizerdin?

Bir gazetenin editörü benden böyle bir iş istese, Amerikan bayrağının çizgileriyle yıldızlarını ters çevirip, çizgileri parmaklık olarak kullanabilirim ya da yıldızlarla oynayıp onları düşürebilirim veya yıldızları makine çarkına dönüştürebilirim.

Translate