29 Haziran 2008 Pazar

Neil Diamond Yine Liste Başı




© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu 28 Haziran 2008

“Girl, You’ll Be a Woman Soon” dersem, kuşkusuz birçok kişinin aklına hemen Quentin Tarantino’nun kült filmi “Pulp Fiction” gelir. Sinema görselliğe dayandığı için her zaman daha popülerdir ne de olsa. Peki, “Red Red Wine” dersem ilk akla gelen ne olur? Büyük olasılıkla 80’lerin ünlü reggae topluluğu UB40 olur. Gerçek hayranları dışında pek kimsenin aklına Neil Diamond gelmez. Oysa bu iki şarkının da yazarı ve bestecisi odur. Fakat onu bilen de gerçekten iyi bilir ve hiç peşini bırakmaz; bütün dünyada çok sadık bir dinleyici kitlesi vardır.

“I’m a Believer”, “Solitary Man”, “Sweet Caroline” “Kentucky Woman, Do It” gibi unutulmaz şarkılarıyla 60’lar, 70’ler ve 80’lerde fırtına gibi esti Diamond. O tarihten sonra biraz durulduysa da, zaman zaman yine listelerin üst sıralarında yer aldı. Biz de bugün, bu başarıyı tekrar yakalayan yeni albümü “Home Before Dark” nedeniyle bu 67’lik delikanlıyı bir kez daha selamlıyoruz.

Billboard Hot 200’e ve İngiltere Albümler Listesi’ne1 numaradan giren albüm, son aylarda adından çok söz ettiriyor. Rock, pop, country ve folk müzik türlerinde sayısız eser yaratan Diamond, ikinci kez Johnny Cash’in prodüktörü Rick Rubin’le çalışarak, doğru yolda olduğunu bir kez daha kanıtladı. Folk pop tarzındaki “Home Before Dark”, aynı Cash’in albümlerinde olduğu gibi, akustik kayıtlarıyla ve sesi öne çıkaran minimalist prodüksiyonuyla dikkat çekiyor.

İÇ DÜNYAYA YAPILAN 14 AYLIK YOLCULUK

Bütün şarkıların söz ve bestelerinin kendisine ait olduğu albüm, sanatçıyı gerçek dünyadan 14 ay süresince koparıp kendi iç dünyasında derin bir yolculuğa çıkarmış. Neil Diamond, yaşadığı bu yoğun sürecin hem “karşı konulmazlığını” hem de “dehşete düşürücü” niteliğini albüm kitapçığında öyle güzel anlatmış ki, bir bölümünü bu yazıda aktarmak istiyorum.

Albümü yaratma sürecinde, bulunması gereken her yerde fiziksel olarak bulunduğunu, ama gerçekte aklının ve ruhunun hep başka yerlerde olduğunu söylüyor ünlü müzisyen. Bunun için kullandığı ilginç metaforu da şöyle anlatıyor: “Bir havuz partisinde derine dalmak gibi; suyun altındayken etrafınızdaki eğlence seslerini duyabilirsiniz ama herşey bulanıktır. Siz orada kendi dünyanızda yalnızsınızdır. Net bir şekilde duyabildiğiniz tek şey, aklınızdan geçenler ve kalbinizin atışıdır. Etrafınızda olanlardan uzaklaşır, nefesinizi tutarsınız, aklınız boğulma korkusuyla meşguldür. Ben de başarısızlıktan, güzellikleri ortaya koyamamaktan korkuyorum...

Müzik dünyasında geçirilen 45 yılı aşkın bir zaman, onca Grammy, sayısız ödül, düzinelerce hit şarkı, dünya çapında satılan 125 milyon albüm.... Ve Elton John ile Barbra Streisand’dan sonra Billboard listelerindeki en başarılı müzisyen Neil Diamond hala duygularını bu şekilde ifade ediyor... Başarının sırrı belki de, her yeni albüme başlarken bu ilk günkü heyecanı duymakta.
Her yeni şarkıyı yaparken ölüp ölüp dirildiğini itiraf ediyor Diamond. “Home Before Dark” albümünde yer alan 14 şarkı için de aynı duyguları yaşamış.

Hani arabada defalarca dinlenebilecek eskimeyen albümler vardır; çalar çalar hiç bıkmazsınız. Melodiler fiziksel anlamda yolu kısaltamayacağına göre, aldığınız zevktir onu daha kısa hissettiren. Aynen böyle bir albüm “Home Before Dark”. Johnny Cash kadar karanlık değil, ama sevgiden, aşktan, yalnızlıktan söz ediyor. Yalnız uyumaktan nefret eden, umudu kaybolan adamın ikinci bir şans elde edip yeniden büyüleyici güzelliğe kavuşmasıyla yaşadıkları anlatılıyor. Bir dostunun deyişiyle, “Elmayı bir kez daha ısırıyor” Diamond. Sanırım, biz dinleyicilere de, ona aşkta bu ikinci şansı veren hayat arkadaşı Rae’ye teşekkür etmek düşüyor. Bir de, “Another Day (That Time Forgot)” adlı şarkıda Diamond’a eşlik ederek mükemmel bir düet gerçekleştiren The Dixie Chicks üyesi Natalie Maines’i unutmamak gerek...

22 Haziran 2008 Pazar

Radiohead Yine Öncü




© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/21 Haziran 2008

Alternatif rock’ın ünlü grubu Radiohead cephesinden son haberlere ayırdım bu haftaki yazımı.

İlk haber, grubun kısa bir süre önce yayımladığı ve en iyi şarkılarını bir araya getiren toplama albümü. Radiohead, bugüne kadar yaptığı her albümüyle müziğindeki çıtayı öylesine yükseltti ki, en iyi şarkılarını seçmek zor bir iş. Ama piyasaya yeni çıkan iki CD’lik “The Best Of” albümü, gerçekten güzel bir seçki sunuyor.

Hemen dikkati çeken şarkı, 16 yıl önce yayımlanan “Creep”. Yıllar önce, müzik alanıyla sınırlı olmak üzere, “Bana bir sözcük söyle, kim olduğunu bileyim” diye adlandırdığımız bir oyun oynardık. Sevilen şarkı sözlerinden öyle sözcükler bulurduk ki, iyi bir müzik dinleyicisi iseniz, hemen o şarkıyı ve söyleyeni bilmeniz gerekirdi. Radiohead ile özdeşleşen sözcüklerin en basiti de, “creep” idi. Grubun ilk single çalışması olan aynı adlı şarkı, bütün dünyada büyük ün kazanınca, biz de artık onu oyunumuzda soru olarak kullanmaktan vazgeçmiştik. Ama öylesine güzeldi ki, hiç bıkmadık bu bunalımlı aşk şarkısından.

Bunun yanı sıra, grubun “Paranoid Android”, “Karma Police”, “Fake Plastic Trees”, “Pyramid Song”, “The National Anthem”, “How To Disappear Completely” gibi birçok kişinin hayatına soundtrack olan müthiş şarkılar toplanmış bu albümde. İlk CD’de 15, ikincisinde 13 olmak üzere toplam 28 adet şarkının yer aldığı “The Best Of”, tam arşivlik bir çalışma.

EN ÇEVRECİ KONSER TURNESİ

Radiohead’le ilgili bir diğer önemli haber, grubun şu sıralarda hala sürdürmekte olduğu dünya turnesindeki çevreci uygulamalar. Diğer müzisyenlere de örnek olmasını dileyerek bunlara bir göz atalım...

Grup üyeleri, Friends of the Earth (Yeryüzü Dostları) adlı çevre örgütünün karbondioksit ve sera gazı salınımını azaltmak amacıyla yürüttüğü çalışmalara destek veriyor.

Grubun beyni ve vokalisti Thom Yorke, politikacıların üzerinde bu konuda baskı kurmak için şubat ayında “The Big Ask” adlı bir kampanya başlattı. Ama bu kampanya ile kalmadılar ve işin boyutunu büyüttüler.

İlk olarak geçen yıl analistlere yaptırdıkları çalışmalarla, turlarının ne ölçüde çevre kirliliği yarattığını saptadılar. Sonra da, hayranlarına çok daha bilinçli hareket edeceklerini ve onlardan da yardım istediklerini duyurdular. Belli başlıklar olarak toplarsak aldıkları önlemler şöyle:

-Artık tur kapsamındaki konserlerinde daha az ışık kulanıyorlar.
-Konser bileti, reklam- afiş malzemesi, hatta konser mekanlarında ihtiyaç duyulan her türlü kağıt mendil, tuvalet kağıdı dönüştürülebilir malzeme ile üretiliyor.
-İçecekler plastik bardakta değil, kağıt bardaklarda satılıyor.
-Aynı kıtadaki bir kentten diğerine giderken, uçak yerine tren ya da vapuru tercih ediyorlar. Hayranlarından istekleri de, konser alanlarına giderken kamu ulaşım araçlarından faydalanmaları ya da özel araçları ortak kullanmaları.
-Radiohead’in, turnenin neden olduğu benzin tüketimini azaltmak için başvurduğu yöntemlerden birisi de, şehir merkezlerine yakın konser mekanları seçmesi. Grup, her konserine çok sayıda insanın gitmek istemesi nedeniyle, bu yıla kadar genellikle kent dışındaki büyük mekanları tercih ediyordu.

Uygulamalara bakılırsa, Radiohead bu konuda oldukça ciddi. Bir süre önce turne günlüklerini yayımladıkları resmi internet sitesinde bir fotoğraf yayımlandı. Fotoğrafta, grup üyelerine ayrılmış, çelikten yapılma birer su matarası görülüyor. Üzerlerinde “Her yıl 15 milyon adet plastik şişe suyu satılıyor” yazan mataralarla vermek istedikleri mesaj, kendilerinin de plastik şişe sularından vazgeçtiği.

Turda uyguladıkları bir yöntem var ki, çok akıllıca. Fransa’daki konserlerini izlemek isteyen gazeteciler için “ilk gelen alır” ilkesine göre, sadece 50 kişilik basın kontenjanı ayırmışlar. Ama bir şartla: Yalnızca bisikletle gelen gazeteciler kabul ediliyor!

Görünen o ki, Radiohead, müzikte olduğu gibi çevre korumacılığı alanında da öncülüğü elden bırakmıyor. Son albümleri "In Rainbows”u internetten dağıtarak hem plak şirketini aradan çıkaran ilk büyük grup olarak tarihe gectiler, hem de buldukları bu yöntemle diğer müzisyenlere de örnek oldular. Şimdi ise, en çevreci konser turnesi örneğini veriyorlar. Kocaman bir alkış Radiohead’e!

15 Haziran 2008 Pazar

Caz Festivali'nin Görkemli 15. Yaş Kutlaması




© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/14 Haziran 2008

İstanbul gibi büyük bir kentte yaşamanın birçok sıkıntısı var; trafik, su sorunu, pahalılık derken insanın bazen daha küçük ve sakin yerlere kaçası geliyor. Ama şu da açık ki, müzikten aldığınız zevkin yerini başka bir şey tutmuyorsa, bu kentten uzun süre ayrılmanız zor.

Hele iyi bir caz dinleyicisi iseniz, 2-16 Temmuz arasında İstanbul'dan başka bir yere gitmeniz pek olanaklı değil. Çünkü İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın düzenlediği Uluslararası İstanbul Caz Festivali, bu yıl 15. yaşına giriyor; hem de çok tatmin edici bir programla. Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi, Esma Sultan Yalısı, Aya İrini Müzesi, Cemal Reşit Rey Salonu, Arkeoloji Müzesi, Nardis Jazz Club’ın yanı sıra sokakları ve vapurlarıyla İstanbul yine kocaman bir "Caz Kenti"ne dönüşecek.

Heyecanla beklerken programa bakıp kaçırılmayacak belli başlı konserleri sıralayalım.

ONUR KONUĞU CAZ İKONU HERBIE HANCOCK

Bu yılki açılışı, 2 Temmuz’da onur konuğu Herbie Hancock yapacak. Tuşlu çalgılar ustası Hancock, bu kez iki özel konserle katılıyor festivale. Açık Hava Sahnesi’ndeki konserin başlığı “The River of Possibilities”. Sanatçı, bu konseriyle Joni Mitchell şarkılarını yorumladığı “River-The Joni Letters” projesini İstanbul’a taşıyacak. Hancock, bu projesi ile geçen yıl “En İyi Caz Albümü” dalında Grammy Ödülü kazanmıştı. Konserde, ayrıca bas virtüözü Dave Holland, perküsyoncu Vinnie Colaiuta gibi dünyaca ünlü müzisyenlerin de çalacağını belirtelim.

3 Temmuz için biletinizi hemen almanızı öneririm. Çünkü o akşam Açık Hava Sahnesi’nde Tower Of Power ve Marcus Miler var! 10 kişilik efsanevi grup Tower Of Power, nefesli sazların öne çıktığı soul, funk ve R & B karışımı müziğiyle 40 yıldır geniş bir hayran kitlesi yarattı. O kadar ki, kendilerinin de dedikleri gibi, kim olduğunuz, nerede yaşadığınız ya da hangi müziği sevdiğiniz önemli değil, onlar bir şekilde sizi buluyor.

Aynı gece Tower Of Power’ın ardından Marcus Miller’ı dinleme olanağı bulacağız. Adı özellikle gelişimine önemli katkılarda bulunduğu “slap” tekniği ile anılan Miller, birçok enstrümanı ustalıkla çalabilen büyük bir yetenek. Konserde “Tower Of Power”ın hit şarkısı “What is Hip?”i de yorumlayacağı söyleniyor.

FOLK’TAN LATİN’E, CAZ’DAN ROCK’A

Festivalin en ilginç bölümlerinden “Yeni Ozanlar” serisine bu yıl, neo-folk akımının temsilcilerinden Rufus Wainwright katılıyor. Piyanosuna mükemmel sesiyle eşlik eden sanatçıyı, daha önce birkaç kez sahnede görme olanağı buldum. Öyle dokunaklı bir tonda şarkı söylüyor ki, Aya İrini’nin muhteşem atmosferini düşünürsek, 8 Temmuz'da yine büyüleyici bir geceye imza atacağı kuşkusuz.

9 Temmuz’da bu defa Latin atmosferinin içine dalacağız. Buena Vista Social Club’ın yaşayan tek üyesi Omara Portuondo, 60. sanat yılında Sepetçiler Kasrı’nda olacak. Küba’nın Edith Piaf’ı diyorlar ona. Ama bence, o sadece kendi adıyla tanımlanacak kadar özgün ve büyük bir isim. O Küba’nın eşsiz Omara’sı!

Yorulmadan devam ediyoruz programa ve ertesi gece Brezilyalı şarkıcı, besteci, gitarist, yazar ve insan hakları savunucusu Caetano Veloso’yu dinlemeye gidiyoruz. 5 Grammy ödüllü sanatçı, Brezilya’nın diktatörlük günlerinde gelişen Tropicalismo adlı sanat hareketinin öncülerinden. Şarkılarında yoksulluk ve adaletsizlik başta olmak üzere sosyal konulara değinen, politik duruşu ve müziğe yaklaşımıyla önemli etkiler bırakan Veloso'yu sonunda canlı olarak dinleyebileceğiz.

Nina Simone sevenler, 15 Temmuz’da Sepetçiler Kasrı’nda buluşacak. Cazın bu büyük ismi, ölümünün beşinci yılında, “Sing the Truth” başlıklı bir konserle anılıyor. Gecenin özelliği, dört büyük caz vokalisti ile Simone’un 41. yıl boyunca müzik direktörlüğünü yapan gitarist Al Shackman ve orijinal orkestra üyelerini buluşturması. Nina Simone şarkılarını, Dee Dee Bridgewater, Stacey Kent, Raul Midon ve ülkemizin en başarılı caz vokalistlerinden Sibel Köse’nin sesinden dinlemek zevkli olacak.

Sabırsızlıkla beklediğimiz bir diğer caz gecesi ise, 16 Temmuz’da yine Açık Hava Sahnesi’nde. Üç ayrı kategoride, pop, caz ve R & B’de, Grammy kazanan tek müzisyen olarak tarihe geçen Al Jarreau, aşk şarkılarından oluşan “Love Songs” başlıklı repertuarını yorumlayarak, sahneyi cazın güçlü sesi Dianne Reeves’e bırakacak.

Gördüğünüz gibi, bu sene gerçekten dopdolu bir program sunuyor Caz Festivali. Belki bir konserden diğerine koşuştururken epey yorulacağız, ama bu çok tatlı bir yorgunluk olacak...

8 Haziran 2008 Pazar

13 Temmuz'da Neredesiniz?




© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/7 Haziran 2008

Müzikle yakından ilgilenenler için yanıtlaması güç bir soru bu. Çünkü, 13 Temmuz akşamı İstanbul’da iki önemli konser var, Dünyanın en önde gelen heavy metal gruplarından Judas Priest Kuruçeşme Arena’da, trip hop’un efsane ismi Massive Attack ise Maslak Parkorman’da sahneye çıkacak.

Sıkı heavy metal dinleyicilerinin ya da trip hop hayranlarının tercihleri herhalde bellidir. Fakat şehrine gelen önemli grupların canlı performanslarını kaçırmak istemeyen bir müzik yazarı için karar vermek kolay olmayabilir. Talihsiz bir rastlantı gerçekten...

Daha önce konserde görmeme karşın, ben tercihini Massive Attack için kullananlardanım. Grubun müziği ile kurduğum duygusal bağdır beni Parkorman’a çeken. Hani bazı şarkılar vardır, herkesten daha yakındır size. Odanıza girer, kapıyı kapatır ve en özel duygularınızı melodilerle özdeşleştirirsiniz. Massive Attack’in bazı şarkıları, yıllar içinde benim en yakın arkadaşlarım oldu. Onları konserde binlerce insanla paylaşmak biraz garip gelse de, oraya gitmezsem kendimi ihanet etmiş gibi hissederim.

1988’de Bristol’de kurulan Massive Attack, özellikle 1968’den sonra doğan kuşak için önemli bir ses oldu. 80’lerin ortasında Tricky ve Andrew Vowles (Mushroom) ile birlikte başlattıkları The Wild Bunch serüveni, bugün sadece iki üyeyle, Robert del Naja (3 D) ve Grantley Marshall (Daddy G) ile, Massive Attack olarak yoluna devam ediyor.

Yaptıkları müzik öylesine kendine özgü ki, ilk kez duyduğunuz yeni bir şarkıyı da çalsalar, “Bu, ancak Massive Attack olabilir,” dedirtiyor. Caz, hip hop, rock, soul, blues ve hatta klasik müzik öğelerini bir araya getiren trip hop’ın yaratıcısı olarak biliniyorlar. Farklı vokalistlerle işbirliği yaptıkları albümleri çıkar çıkmaz müzik dünyasında tartışmalar başlıyor. Karışık, duygusal olarak etkileyici ve cezbedici bir tarzları var. Progressive rock ile hip hop’ın mükemmel bir uyumu denilebilir. 20 yıldır onların müziğini dinlemekten aynı derecede heyecan duyan çok sayıda insan var. Bu bitmeyen heyecanı yaratan müziğin temel özelliklerini sıralayalım...

1. Hipnotiktir. Dinlerken insanı adeta hipnotize edip başka yerlere götürür.

2. Atmosferiktir. Hipnotik oluşunun bir nedeni de bu özelliğinden kaynaklanır. Çaldığı ortamda yeni bir atmosfer yaratıp sizi de içine çeker.

3. Romantiktir. Diyelim ki, yeni çıktığınız birisini etkilemeye çalışıyorsunuz ve evinize davet ettiniz. “Mezzanine” albümünü çalmanız akıllıca olur; bu gibi durumlar için idealdir.

4. Melankoliktir. İlk albümlerinde yer alan “Unfinished Sympathy”i ilk duyduğum günden bu yana değişmedi bu özellik. Grup, son iki albümde daha karanlık bir sounda doğru yöneldi.

5. Politiktir. Doğrudan sosyal meselelere değinen şarkılarının yanı sıra, grup elemanlarının sıklıkla politik görüşlerini dile getirip savaş karşıtı konserlerde yer almaları ve Oxfam gibi yardım kuruluşlarıyla çalışmaları da bu izlenimi yaratıyor.

Bunlara ek olarak, farklı kültürlerin müzikal etkilerine de açıktır Massive Attack. Örneğin, “Inertia Creeps” adlı şarkılarının izleri İstanbul’dadır. Bir İstanbul konseri sonrasında dansöz izlemeye götürmüşler grubu. Bir röportajlarında, dansözden hazzetmediklerini, ama müzikteki ritimden etkilenip o şarkıyı yaptıklarını söylediler. Mezzanine albümünün kitapçığında The Clash’a teşekkür etmeleri de boşuna değildir.

Bütün bu özelliklerin hepsini taşıyan müziği yapmak kolay iş değildir. Şarkılarıyla duygusal bağ kurmayanların da, Massive Attack’ı canlı dinlemelerini öneririm. 1999’da yine Parkorman’da verdikleri konser, bugüne kadar gördüğüm en iyi sahne performanslarından biriydi.

Üstelik bu defa Echoes Production’ın organize ettiği konserde, çıkaracakları yeni albüm öncesinde, Glastonbury Festivali’nin hemen ardından dinleme olanağı bulacağız grubu. Kim bilir, belki yeni şarkılarını da çalarlar!

1 Haziran 2008 Pazar

One Love'da Şenlik Var!




© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/31 Mayıs 2008

Efes Pilsen One Love Festival, bu yıl 21-22 Haziran tarihlerinde santralistanbul’da yapılacak. Program yine dopdolu. İlk gün Roisin Murphy, Hot Chip, The Long Blondes, Bedük, Kreş, DJ Style-ist + Mabbas; ikinci gün ise, Gogol Bordello, Shantel & Bucovina Club Orkestar, Miss Platnum, Baba Zula, Gevende, Selim Sesler, Kolektif İstanbul ve DJ Ahmet Musluoğlu sahneye çıkacak. Top cambazları, illüzyonistler, pandomim sanatçıları, langırt, dart ve daha pek çok eğlence festivalcileri bekliyor. Ayrıntılar, Festival Koordinatörü Cem Yegül’den...

Altı yıldır Maslak Parkorman’da düzenlenen festivali bu yıl Eyüp’teki santralistanbul’a taşıyorsunuz. Bu değişikliğin nedeni ne?

İleriye dönük planlarımız içerisinde santralistanbul ile yollarımız kesişiyor. Bir yıldan az bir süredir hizmet veren kompleks, şehrin içinde kendine özgü doğal bir dokuya sahip. Hem şehirli olmanın en önemli öğelerini içinde barındırırken hem de doğa ile iç içe bulunması, şehir merkezine yakın ama bir o kadar da şehrin dinamiklerinden uzak olması, bizi cezbeden nedenlerden biri.

santralistanbul, birçok kişi için kentin merkezi bir yerinde değil. Ulaşım konusunda bir kolaylık düşünüyor musunuz?

Taksim Meydanı’nı önemli bir merkez olarak kabul edebiliriz. santralistanbul’un Taksim’e uzaklığı 6,5 km. Parkorman ise, bunun iki katı uzaklıkta. Ancak santralistanbul yeni bir mekan olduğundan, hala uzak olarak algılanıyor. Tabii ki biz kolaylıklardan vazgeçmiş değiliz. Bu sene ilk defa festivale katılım için Taksim Meydanı’ndan santralistanbul’a karşılıklı servisler koyacağız. Detaylar ilerde festivalin web sitesinde yayınlanacak.

Festivalin bugüne kadar iki günde topladığı izleyici sayısı ne kadar?

Bugüne kadarki izleyici sayımız için toplam 73.000 kişi diyebiliriz. Her yıl ortalama 10-15 bin arasında konuk ağırlıyoruz.

Bu yılki programdan söz eder misiniz? Birinci gün dans, ikinci gün gypsy müziği ağırlıklı.

Yedinci senemizde programın yıldız isimler etrafında şekillenmemesi yönünde karar aldıktan sonra, hem Türkiye’de hem de Batı'da 2008’de hakim olan müzik akımlarını ve öne çıkan sanatçı/grupları araştırdık. Balkan/gypsy tarzı, kültürümüzün yüzyıllardır parçası olmasına rağmen, müzikal açıdan popülaritesinin artması son iki yıla dayanıyor. Özellikle 2007'den itibaren yurdumuzda çıkış yapan bu çizginin  eğlenceli isimlerini getirmeye özen gösterdik. Moloko'nun değerli sesi Roisin Murphy de, Türkiye'ye getirmeyi hedeflediğimiz isimlerden biriydi. Bu yaz popülerleşen biraz elektronik, hafif rock'un birleştiği akıllı dans müziğini en şık halinde sunan Hot Chip'i de yakalayınca, dans/rock  konseptimize ikinci ismi de ekledik. İkinci albümleri Erol Alkan tarafından yapılan The Long Blondes, bizden Bedük ve Kreş de katılınca hayalimizdeki konsepte kavuştuk.

Bütçe sınırlaması olmadan istediğiniz sanatçıyı getirme şansına sahip olsaydınız, hangi grup ya da sanatçıları konuk etmek isterdiniz?

Bu sorunun cevabını vermek oldukça zor; çünkü getirmek istediğimiz isimler saymakla bitmez. Bütçe sınırlamasının yanı sıra, o sanatçının o yılki turne programı, turnenin festival tarihlerine denk gelmesi ve Türkiye’nin de bu turneye dahil olup olmadığı çok önemli. Hem yıllardır Radiohead, REM, Red Hot Chili Peppers gibi beklenen grupları getirebilmek isterdik, hem de daha yeni ama uzun vadeli olduğunu düşündüğümüz Arcade Fire’ı...

Birçok grubun katılıcağı festivalin iki günlük bilet fiyatı, tek bir grubun sahne aldığı bazı konser biletlerinden daha ucuz. Bunu nasıl sağladınız?

Son yıllarda çok hızlı gelişen bir sektörün içindeyiz. Bütün yaz sezonu boyunca çok fazla etkinliğin ve konserin yapılacağını biliyoruz. Üstelik bu etkinlikler aynı kanaldan besleniyor. Gerçekçi olmak gerekirse, birden fazla etkinliğe gitmek, ekonomik açıdan birçok kişiyi çok zorlayacaktır. Bu nedenle, daha fazla kişiye festival deneyimini yaşatmak doğrultusunda karar alarak, fiyatlarımızı daha uygun bir hale getirmeye çalıştık.

Sizce Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik durum bu yılki festivalleri de etkiledi mi? Türkiye’de müzik festival düzenlemek hangi açılardan zor?

Ekonomik koşullar, hayatımızın her alanını etkilediği gibi, festivalleri de etkiliyor. Bu tip etkinlikler için hayati önem taşıyan birçok faktör var. Dünyanın içinde bulunduğu ekonomik durum, müzik sektörünün kendi içinde yaşadığı zorluklar vb. Müzik festivali düzenlemek ile ilgili zorlukları Türkiye özelinde almak ne kadar doğru olur? Sonucta her ülke, her sanatçı, her plak şirketi ve organizatör bir şekilde birbirini etkiliyor. Tabii Türkiye özelinde söylenebilecek birkaç önemli nokta da var. Sanatçıların turne programları içinde yer almaması, aynı sanatçı veya grup için birden çok talebin olabilmesi, ağır vergi yükümlülükleri ve yasal izinler gibi.

Translate