© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/24 Mayıs 2008
Salı akşamı Turkcell Kuruçeşme Arena’daydık. Roger Waters ya da Depeche Mode konserleri kadar olmasa da, yine kalabalıktı mekan. İşten çıkıp gelenler, yiyecek satan yerlerin önünde uzun kuyruklar oluşturmuş, bazıları da yere atılan kocaman yastıkların üzerine yatmış dinleniyordu.
Gecenin merakla beklenen yıldızı, Avustralyalı şarkıcı Kylie Minogue’du. 40. yaşına İstanbul’da giren Minogue, pop müziğin en sevilen sanatçılarından birisi. Kısa bir süre önce göğüs kanserini yenip sahnelere geri döndü ve Advantage Card’ın 10. yıl kutlamaları kapsamında ilk kez Türkiye’ye geldi. Hem de kendisine eşlik eden 50 kişilik bir grup ve 12 tırla birlikte...
Kylie Minogue’un İstanbul konseri, kanımca, “Başarılı bir pop müzik konseri nasıl düzenlenir?” sorusuna iyi bir yanıt oluşturuyor. Yazıyı, daha çok bu bakış açısıyla yazdım.
Konser saati 21 olarak açıklanmıştı ve tam o saatte de başladı. Bu dakiklik nedeniyle Kylie’ye hemen bir artı verdik. Bu tür konserlerde, dünyaca ünlü müzisyenlerin sahneye geç çıkması, nedense bir tür gelenek olmuştur. Oysa teknik bir arıza olmadığı sürece, konser saatine uymak, sanatçının hem çalışma disiplinini, hem de kendisine olan saygısını gösterir. Üstelik de, ayakta bekleyenlerin sabrının tükenerek, konserden aldığı zevkin azalmasını önler.
Daha önce basına yapılan açıklamalarda, konser için üç asansörün yer aldığı üç katlı bir sahne kurulacağı ve hareketli dev ekranlar kullanılacağı söylenmişti. İzleyiciye sahneden yansıyan görsellik oldukça etkileyiciydi ama dev ekranlar yoktu. Bol ışıklı, bol danslı ve yine bol dumanlı bir konserdi. (Sigara dumanı ile yiyecek büfelerinden gelen dumanın oluşturduğu karışım, bir İstanbul konser klasiği ne yazık ki...)
Minogue’un konseri baştan sona farklı konseptlere göre düzenlenmiş. Bir baktık, “cheergirl” kıyafetleri içinde çıktı sahneye. Bu bölümde söylediği şarkıların hepsi, müsamerelerdeki çocuk şarkılarını anımsattı bana. Açıkçası, konserin en başarısız kısmını oluşturan bu amigo kız halini, unutmak ve hiç olmamış gibi düşünmek istiyorum.
Bir süre sonra, elektroniğin dozunun arttığı şarkılarda, sado mazoşist kıyafetler içinde vamp bir kadına dönüştü Kylie. Bu imaj, pop müzikte her zaman çok sattı. Madonna’nın da bundan bir türlü vazgeçememesinin nedeni budur. 50 yaşına da gelse, hala elinde kamçıyla deri kıyafetler içinde pozlar veriyor. Fakat Kylie’nin bunu, o üzerine yapışan “Şeker Kız Candy” imajı yüzünden, Madonna kadar çarpıcı hale getiremediğini belirtmek gerek.
Her bir konsept için farklı kıyafet giyen Minogue, eğer doğru saydıysam, konser süresince yedi kez kıyafet değiştirdi. İlginç olansa, konser boyunca fazla hareket etmemesiydi. Arkasındaki dans grubundan bağımsız bir halde, sahnenin bir soluna yürüdü, bir sağına. Fakat akıllıca bir çözüm bulunmuş ve müziğin zorunlu kıldığı hareket, daha çok sahnedeki perdelerin üzerinde yer alan görüntülere ve dansçılara kaydırılmıştı. Bir ara sahnede neredeyse 25 kişi vardı.
Kylie’nin dansçılara eşlik ettiği Barry Manilow’un “Copacabana” adlı şarkısı, en büyük alkışı alanlardan birisiydi. En beğenilen ve hemen herkesin birlikte söylediği bir diğer şarkı, Robbie Williams’ın “Kids”i oldu. İkisi de başkalarının meşhur ettiği şarkılardı, ama onları hakkını vererek söyleyince, alkışlar Kylie’ye gitti. Tam arkamda, “That’s Robbie” diye sürekli bağıran turist kızı saymazsak...
Ama Kylie en doğru seçimi, sahneye bis için tekrar geldiginde yaptı. Sürpriz bir şekilde konseri “I Should Be So Lucky” ile bitirdi. Sanatçının 1988 tarihli ilk albümünde yer alan ve onu tüm dünyaya tanıtan şarkıydı bu. O zamanlar 20 yaşındaydı. Şimdi hala çok güzel, ama herkes gibi o da gençlik izlerini kaybediyor.
Fakat gecenin ortaya koyduğu bir gerçek vardı. Bazı şarkıların hiç eskimediği bir kez daha kanıtlandı o akşam. Melodinin hatırlattığı anılarıyla heyecanlanan orta yaşlılar ve şarkıyla yaşıt olan gençler, hep beraber dans ederek noktaladı geceyi. Gördüğü ilgiden memnundu Kylie. “En kısa zamanda yine gelmeliyim,” diyerek veda etti İstanbul’a...