© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/19 Temmuz 2008
Yazının başlığındaki söz, elektronik müzik devi Massive Attack’ın kurucusu 3D’ye (Robert Del Naja) ait. İngiliz grup, geçtiğimiz hafta sonu İstanbul konseri için Parkorman’daydı. 3D ile konser öncesinde röportaj yapma olanağım oldu. Ama aşağıda okuyacağınız röportajdan önce, konserden izlenimleri de yazmak istedim.
Massive Attack, muhteşem bir performans sergileyip 1 saat 45 dakika boyunca çaldı; fakat o süre kimseye yetmedi. Bis için sahneye tekrar geldiler. Ama dinleyiciler yine doymadı. Duydukları müzikle adeta hipnotize olan kalabalık, yeniden çıkarlar umuduyla mekandan bir türlü ayrılamadı.
Daddy G’den sonra artık grubun üçüncü elemanı gibi olan Horace Andy de vardı konserde. O müthiş sesiyle “Angel”ı söyleyince kalabalık üzerinde yarattığı etki görülmeye değerdi. “Unfinished Sympathy”, “Karmacoma”, “Teardrop”, “Inertia Creeps”, “Mezzanine”, “Safe From Harm” gibi hitlerin yanı sıra yeni parçalar da çalındı konserde.
Röportajda okuyacağınız gibi, 3D’ye hem müzik hem de politikaya ilişkin sorular yönelttim. Karşımda Irak Savaşı’nı ve İngiliz hükümetinin bu konudaki tavrını protesto etmek için gazetelere tam sayfa ilanlar veren bir müzisyen vardı. Ölüm cezasına karşı çalışmalar yürüten Reprieve adlı kuruluşa büyük destek veren, Arap-İsrail çatışmasına dikkat çekmek için yardım konserleri düzenleyen bir grup Massive Attack.
İstanbul konserinde de yine politik mesajlar verdiler. Bu defa sahnedeki barkovizyonda çeşitli yazılar kullandılar. Grubun isteği üzerine Türkçe’ye çevrilen bu yazılar, ilginç bir şekilde ülkemize anlamlı mesajlar gönderiyor gibiydi. Amerikalı gazeteci Horace Greeley’in “Haklarını çiğnediğim herkesten daha aşağıdayım” sözü ile, “Korku, uygar insan aklının doğal yapısına özgü değildir”, “Kanunlar önünde herkes eşittir” ve “Sesini duyur” en çok dikkat çekenlerdi. Amerikalı Senatör Dennis Kucinich’in Bush hakkında Kongre’ye sunduğu 35 maddelik suç duyurusu da yer aldı ekranda.
Röportaja gelecek olursak... Sanatın bir bireysel kaçış olduğu noktasında 3D ile aynı görüşte değilim. Eğer öyleyse neden konserlerde politik mesajlar verip, insanları uyandırmaya çalışıyorlar? Söyleşi süremiz kısıtlı olmasaydı soracak çok şey vardı, ama yine de içtenlikle konuştu 3D.
İngiltere’nin en önemli sanat festivallerinden Meltdown’ın bu yılki küratörlüğünü üstlendiniz. Heritage Orkestrası Blade Runner filminin soundtrack müziğini canlı olarak çalarken sizin de aynı anda mikslediğinizi duydum. Nasıl bir deneyimdi?
“Çok iyiydi. Ama son ana kadar kimse yapılabileceğinden emin değildi. Müziği oldukça elektronik ve orkestral yapmak istiyorduk. Epey zor bir işti. Filmden konuşmaların, örneğin Harrison Ford’un sesinin duyulduğu önceden kayıt edilmiş bölümler vardı. Ama konser günü bunları kullanmayıp sadece müziğe yer verdik. Birçok insan aynı anda ekranda filmi göreceğini düşünerek gelmişti ama biz arka planda ışıklar ve barkovizyon kullandık.”
Sıra rahatsız edici soruda: Yeni albüm ne zaman çıkacak?
“Bittiği zaman...”
Ne zaman bitecek?
“Bu yıl içinde biterse iyi olur. Tamamladığımız şarkılar var ama hangilerinin yeni albümde yer alacağına henüz karar vermedik. Üzerinde çalıştığımız çok sayıda şarkı da var. Yine de kasım ya da aralık gibi bitirip gelecek yıl baharda yayınlayabiliriz herhalde.”
Albümün soundu nasıl? Bir yenilik var mı?
“Bunu ancak ortaya çıktığında bilebiliriz. Önceden bir belirleme yaparak yola çıkarsanız, bazen çok zorlama olabiliyor. Tabii bazıları bu şekilde çalışarak çok başarılı örnekler verebiliyor. Örneğin Radiohead... Yeni albümdeki bazı şarkılar yumuşak, bazıları da daha agresif. Karşıtlıkların bir araya gelişi söz konusu.”
Müziğinizde bir derinlik arayışı var. İnsanları sarsmaya çalışıyorsunuz sanki...
Farklı duyguların bileşimi aslında. Ben kişisel olarak, duygulu, melankolik ve içinde bir tür hüzün barındıran müziklere eğilimliyim. Fakat ilginçtir; bazı neşeli pop şarkıların, örneğin The Beatles’ın kimi şarkılarının da duygusal derinliği var. Ama hayatınızı sürdürmek için paraya ya da çevrenizde insanlara ihtiyaç duyduğunuz bir dönemdeyseniz, mutlu şarkılar yerine bu tür müziklere yönelirsiniz. Reggae, soul, punk ya da new wave olsun, daima bize gerçek ve yakın gelen şey, işin bu en hüzünlü kısmı. Bu nedenle, biz de albüm için bir araya geldiğimizde, yaptığımız müzik daha işin en başında o hüznü taşıyor oluyor.
Reprieve’in kurucusu Clive Stafford Smith ile yaptığınız söyleşiyi okumuştum. O röportajda Smith, “İyi müzik vardır, çok iyi müzik vardır ve politik bir yanı olmadığı sürece de hiçbir müzik çok iyi olamaz” diyor. Katılıyor musunuz bu görüşe?
Bütünüyle değil... Politik olmayan ama çok sevdiğim şarkılar var. Aşk şarkıları mesela. Blues da öyledir. Kişisel acıları yansıtır. Aynı zamanda çalışan sınıfın ortak dertlerini de anlatabilir tabii. Fakat Clive’ın bakış açısıyla aynı görüşte olduğum nokta şu ki, iyi grupların yapabilecekleri şarkı sözleriyle sınırlı değil. Eğlence sektörü, ancak insanların söylediklerinizi dinlemek istedikleri sürece varlığınızı koruyabildiğiniz bela bir sektör. Ama bir şekilde de, bir politik duruş olmalı. Yoksa pop kültürü içinde ürün satmaktan öteye geçmez yaptığımız iş. Ben her zaman politik duruşu olan grupları sevdim. Clive ile bu anlamda aynı görüşteyim.
Pablo Picasso’nun bir sözü var: “Sanat, gerçeği kavramamızı sağlayan bir yalandır.” Sanatçıların toplumdaki rolü açısından bu sözü nasıl yorumluyorsunuz?
İnsanların sanata bunun için ihtiyaç duyduklarını düşünmüyorum. Sanat, bireylere kendilerini topluma gösterme, anlatma olanağı veriyor. Kişisel bir ego var. Sanat bir kaçış yoludur. Bana göre, halk politikayı ve hayatı anlamak için sanata ihtiyaç duymuyor. Okumayan, sanat galerilerine gitmeyen ama televizyon kültürüyle beslenen öyle çok insan var ki...
Sanatçıların Bob Dylan ya da The Beatles döneminde olduğu gibi politik duruş sahibi olması bugün neden zor?
Birçok müzisyen daha güvenli olan yolu seçiyor. Örneğin çevre sorunları gibi. Bugün bu konu artık uluslararası fenomen haline geldi. Ya da aşırı tüketim, küreselleşme karşıtlığı ve ticarette adillik gibi konular var. Önemli sayıda insan artık bu sorunların dünyayı giderek yaşanılmaz bir yere götürdüğü konusunda hemfikir. Dolayısıyla da, bunlar hakkında konuşmak güvenli. Fakat hükümetleri eleştirenler, yaşayacak alan bulmakta zorlanıyor. Çünkü tam bu noktada asıl politika işin içine giriyor. Özellikle siyasi açıdan yarı yarıya ikiye bölünmüş ülkelerde, bu durum, hayranların bir bölümü ile ters düşmek anlamına geliyor. Bu yüzden, gruplar da dinleyici kitlesinin önemli bir kısmını kaybetmekten çekiniyor.