© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/26 Temmuz 2008
Bir alternatif müzik grubunun dinleyici kitlesini genişletmesi nasıl mümkün olur? Piyasa koşullarının dayatmalarına boyun eğmeden bunu nasıl başarabilir?
Bu sorulara en iyi yanıtı, son albümüyle İzlandalı post-punk grubu Sigur Ros verdi. (Grubun adı Türkçe'de "Zafer Gülü" anlamına geliyor.)
1994 yılında kurulan grup, “Med Sud I Eyrum Vid Spilum Endalaust” (“Kulaklarımızda bir vızıltıyla hiç durmadan çalıyoruz.”) adlı beşinci stüdyo albümüyle müzikal kalitesinden ödün vermeden tüm dünyadaki hayranları arasına yenilerini kattı.
Sigur Ros’un müziğini dinleyenler iyi bilir; grubun elektro gitarı çello yayıyla çalan Jonsi Birgisson adlı bir vokalisti vardır. Şarkı sözleri İzlanda dilinde veya kendilerinin yarattığı Hopelandish adlı bir dilde yazılmıştır.
Ama Jonsi’nin yüksek perdeli muhteşem sesiyle söylediklerinin ne manaya geldiğini hiç anlamasanız da, dinlerken etkilenmemeniz mümkün değildir. New York’taki bir konserlerinde buna bizzat tanık oldum.
Dinleyicilerin birçoğu konserden huşu içinde ama gözleri yaşlı ayrılmıştı... Bunda Jonsi’nin sesiyle birlikte, efektlerin öne çıktığı atmosferik müziğin de payı var tabii.
Belki herkesin kolaylıkla dinleyebileceği bir müzik yapmıyor Sigur Ros; onların tarzı gerçekten kendine özgü. Zihninizde bir boşluk yaratıyor; onu doldurmak hayal gücünüze kalmış.
İşte Sigur Ros, böyle karakteristik bir müziği son albümüyle yenilemeyi başarmış. İlk dikkati çeken şey, artık Jonsi’nin yaylı elektro gitar sesi yok denecek kadar az. Benim gibi ilk anda buna üzülenler olacaktır, ama yeniliklere önyargılı olmamak gerek.
Bir diğer yenilik, şarkıların önceki albümlere göre daha kısa tutulması. Bu da dinlenilebilirliği artırıcı bir faktör.
Sigur Ros’un dinleyici kitlesini genişletme çabalarından birisi de, ilk kez bir İngilizce şarkıya yer vermesi. “All Alright” adlı bu şarkı, piyanonun tuşlarından çıkan son derece rahatlatıcı bir melodiyle sona erdiriyor albümü.
Bu defa bütün albüme hakim olan sound sanki daha dünyalı...
Fakat bu demek değil ki, İzlandalı dörtlü dünya meselelerine eğilmeye başladı. Hayır, onlar yine insanı iç alemine döndüren şarkılar yapıyorlar.
Ama daha çok kişi tarafından dinlenebilmek için daha az garip olmaları gerektiği de açık. Yine de, bunu yaparken fazla poplaşma tehlikesini bertaraf ettiklerini görmek sevindirici.
Bilinen Sigur Ros müziğine hayran olanlar, albümün ilk şarkısında, “Bu da ne?!” türünden tepkiler verse de, bu uzun sürmüyor. Geri kalan şarkılar hiçbir endişeye yer bırakmayacak kadar Sigur Ros.
Yeni albümün de geçen yıl yayımladıkları iki CD’lik çalışmanın etkisinde kaldığı açık. Grup üyeleri, geçen yıl “Heim-Hvarf” adlı albüm için İzlanda’nın kırsal alanlarını kapsayan bir yıllık bir geziye çıkmış ve bu gezi sırasında köylüler için küçük salonlarda bedava konserler vermişti.
Bu deneyimleri de daha sonra yayımlanan “Heima” adlı bir DVD’ye aktarılmıştı. Bu son albümün de asıl ilhamını o geziden aldığı görülüyor. Otoyoldan kırsal alana doğru koşan çıplak gençlerin göründüğü kapak resmi de bunun bir kanıtı.
Ama bunun yanı sıra, kayıt çalışmalarının New York, Londra ve Havana’da tamamlanmış olmasının yarattığı bir farklılık da söz konusu. İzlanda dışında kaydedilen bu ilk çalışmada daha iyimser bir havası var şarkıların.
Albümün ilk yarısında daha coşkun şarkılar yer alırken, ikinci yarısı akustik gitar ve piyanonun egemenliğinde daha yavaş.
Albüm hakkında internet üzerinde ön fikir edinmek isteyenlerin mutlaka “Ara batur” ve “Festival”i bulup dinlemesini öneririm. Özellikle bu iki şarkı, klasik müzik ile post-punk’ın mükemmel bir birlikteliği. Epik ve teatral!
Son söz olarak diyorum ki, nerede yaşadığınız ya da hangi dili konuştuğunuz önemli değil; Sigur Ros müziğiyle insan ruhuna hitap ediyor.
Hızlı rockçı Tommy Lee’nin bile fetüs biçiminde yere uzanıp Sigur Ros dinlediğini duyunca bundan hiç şüphem kalmadı doğrusu...
-