© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/ 14 Mart 2009
2006 yazından itibaren müzik dünyasında Beirut adını sık duymaya başladık. Üstelik adını Ortadoğu’nun bu sorunlu bölgesinden alan projenin sahibi Amerikalı bir müzisyendi. New Mexico eyaletinin Santa Fe kentinde doğup büyüyen Zach Condon’ın, Balkan folkunu Batı’nın indie pop sounduyla birleştiren müziği bir anda herkesin ilgisini çekmişti.
23 yaşındaki genç müziyen bu defa, iki CD’lik üçüncü albümü “March of the Zapotec and Realpeople Holland” ile yine kendinden söz ettiriyor.
2007 yılında Radar Live festivalinde İstanbul’da da bir konser vermişti Beirut. O sırada Zach Condon ile yaptığım röportajda, Balkan müziklerine olan ilgisinin nedenini sormuştum. “Duygu yüklü bir müzik olduğu için... Bunu Batı müziğinde bulmak zor. Açıklaması zor, ama içerdiği coşku ve enstrümantasyon çok etkileyici,” diye yanıt vermişti.
Zach’in bu genç yaşına karşın, şimdiden kendisine saygın bir yer edinmesine neden olan en önemli etken, müziğe yaklaşımı. Ticari kaygıları ön plana almadan hareket ediyor ve hissettiklerini içtenlikle aktarıyor.
Müzik çalışmalarını özgürce sürdürebilmesi için bağımsız kalmasının önemini bilen Zach, bu nedenle kısa bir süre önce kendi plak şirketi Pompeii Recordings’i kurdu. Yeni albüm, bu şirketin ilk yayını...
YEREL BİR CENAZE ORKESTRASI İLE KAYIT
Zach Condon, bu yeni albümü için de yine yollara düşmüş ve sonunda Meksika’nın Oaxaca kentinin dışında küçük bir kasabada bulmuş kendisini. Tanıdıkları aracılığıyla 17 kişilik bir cenaze orkestrası ile buluşmuş. Pirinç nefesli çalgılardan oluşan The Jimenez Band’in yaptığı müziğe hayran kalınca da, hemen birlikte kayıtlara başlamışlar.
İngilizce bilmeyen müzisyenlerle anlaşmak için bir tercüman bulunmuş ama kayıtlar sırasında bir başka zorluk daha yaşanmış. Çünkü doğaçlama yöntemine alışkın olmayan orkestranın çalabilmesi için, her şeyin önceden notaya dökülüp grup elemanlarına verilmesi zorunluluğu ortaya çıkmış.
Sonunda zorlukları aşıp kayıtları tamamladıktan sonra, Fas’a gitmiş Zach... (Bu arada, Fas’ın son yıllarda müzisyenler üzerindeki etkisinin artışına dikkat çekmek gerek. U2 da son albümünün bir ölümünü bu ülkede kaydetmeyi tercih etti. Belki de, bir tür Doğu’ya açılım kapısı gibi görülüyor bu kent...) Orada 45’lik plaklar satan bir dükkana rastlamış ve bulduğu plakları alıp New York’a dönmüş. Bütün bu farklı ilhamları bir araya getirdiğinde ise, ortaya “March of the Zapotec” çıkmış.
Zach’in kendine özgü duygusal vokaliyle eşlik ettiği şarkıların en önemli özelliği, eğlence ile dozu iyi ayarlanmış melankoliyi buluşturması. Kanımca, işin püf noktası da burada...
AKUSTİK İLE ELEKTRONİK BİR ARADA
Albümün ikinci CD’si “Holland”da ise, ilk CD’deki akustik parçalardan farklı olarak elektronik çalışmalar toplanmış. Zach Condon, ilk olarak bunları Beirut’tan önceki projesi Realpeople adı altında yayımlamayı düşünmüş. Fakat sonra, aradaki farkın da ilginç olabileceğine karar vermiş.
İyi ki de öyle yapmış. Bir müzisyenin akustikten hoşlanması, neden elektronik müzikle ilgilenmemesini gerektirsin ki? İnsan farklı yöntemlerle elde edilen iki ayrı müzik türünü de sevemez mi?
Zach Condon’ın yaratıcılığının en önemli göstergesi, kendini sınırlamayıp müzikle ilgili gelişmelere karşı heyecan duyması. Değişimlere açık, sınırları olmayan bir müzisyen olduğu için de, farklı sesler elde ediyor. Düşünsenize; kaç müzisyen sürekli kendi sesini duymaktan bıktığını söyleyip, enstrümantal çalışmalara yönelir ve kilometrelerce yol gidip yerel müzisyenlere ulaşmaya çalışır?
“Holland”da yer alan parçalar, özellikle synth pop tarzını sevenler için ilginç olabilir. Önce cenazelerde çalan Meksika orkestrası eşliğinde Zach Condon’ın yumuşak sesinden baladlar dinleyip, sonra synth pop’la dans etmek isterseniz, bu albümü kaçırmayın. Albüm hakkında ön fikir edinmek için, “My Night with the Prostitute From Marseille” ve “The Akara”yı dinlemenizi öneririm.