© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/ 9 Mayıs 2009
Elini yarattığı ses dalgalarına uzattığında, bir ateş akımına dokunduğunu hisseden müzisyeni tanıyor musunuz? İsveçli müzisyen Karin Dreijer Andersson, yeni projesi “Fever Ray”i böyle anlatıyor.
Alternatif müzik seviyorsanız, bu ateş akımından uzak durmanız pek olanaklı değil; mutlaka sizi de hipnotize edip peşinden sürükleyecek.
Karin Dreijer Andersson ismi, aslında müzik sevdalılarına hiç yabancı değil. 1999’da kurulan elektronik müzik ikilisi The Knife’ın kurucularından biri Karin. Erkek kardeşi Olof ile birlikte The Knife adı altında yaptıkları müzik, onlara özellikle Avrupa’da önemli bir hayran kitlesi yarattı.
Kendi kişiliklerini ön plana çıkarıp “celebrity” dünyasına katılmak istemediklerinden onları ne televizyonlarda gördük ne de dergilerde. Tavırları günümüzün ün meraklısı müzisyenlerinden gerçekten farklıydı.
2003’te İsveç’in Grammy’si olarak bilinen Grammis ödülünü kazandıklarında, müzik endüstrisindeki beyaz erkek egemenliğini protesto etmek için, kendilerinin yerine ödülü almaya goril kostümü giymiş arkadaşlarını gönderdiler.
Uzun süre konser vermeyi de reddettiler. Ta ki, üçüncü albümleri “Silent Shout”, 2006’da zor beğenen, sivri dilli Pitchfork dergisi tarafından yılın en iyi albümü gösterilip büyük başarı kazanana kadar...
Hayranlarından gelen baskıya daha fazla dayanamamışlardı; ama yine de kendilerini müziğin önüne geçirmeme kararından vazgeçmediler. Bütün bir turne boyunca her konsere, maske takarak, burunlarına yapıştırılmış birer gaga ile çıktılar.
BAŞKA BİR DÜNYADAN SESLENEN ANDROİD
Bir sanatçının, dinleyicisinin (ya da izleyicisinin) algısını etkilememek için, kendi yarattığı eserin gerisinde durma çabası, saygı duyulacak bir davranış. Albümünün ya da romanının satışını artırmak adına, self-promosyonun en utanç verici örneklerini sergileyenlerin dünyasında adeta bir uzaylı tavrı bu...
Bu tavrın, Fever Ray’in müziği ile olan uyumu da dikkat çekici. Karin, tek başına yürüttüğü bu yeni proje ile aynı adı taşıyan albümde, sanki başka bir dünyadan seslenen bir android gibi...
Bazı şarkılarda tamamen doğal bıraktığı sesini, bazı şarkılarda ses manipülasyonu sağlayan yazılım programlarıyla değiştirip, farklı karakterlere bürünüyor. Örneğin, “I’m Not Done” adlı şarkıda, kendi sesinin farklı bir versiyonuyla düet yapıyor. Kimi zaman cinsiyetini algılayamıyorsunuz; kimi zaman Björk’ü andırıyor...
“Müzik öylesine duygu ile ilintili bir sanat ki, anlatmak istediğinizi mükemmel bir şekilde verebilmek için, bazen doğal olmayan yöntemlerle değiştirilen ses daha gerçekçi olabiliyor,” diyor Karin.
Albüm, temelde elektronik bir altyapının üzerine kurulmasına karşın, The Knife ile yaptıkları çalışmalara göre daha organik bir havası var. Gitar, konga ve Kızılderili müziklerinden kullanılan geleneksel perküsyon enstrümanları ile kaydedilen bölümler, şarkılarda daha doğal bir ses yaratmış.
GÜNDÜZ DÜŞLERİNİN HİKAYESİ
Şarkı sözleri olabildiğince basit ve kısa; öyle büyük edebi laflar yok. Aşkı değil, rüyaları ve fantezileri anlatıyor şarkılar...
Her birinin bir hikayesi var; ama bu hikayeler, ne gerçek ne de hayal. Gündüz düşlerinden esinlense de, gerçeklerden kopmamış hiçbiri... Hangisinin gerçek, hangisi hayal olduğunu yorumlamak ise, dinleyiciye kalmış. Fever Ray’in ilginçliği, dinleyicisini bu büyülü gerçekçiliğin yorumcusu konumuna sokması...
Bu durumu, ilk single olarak yayımlanan “If I Had A Heart” ile örneklemek mümkün. Şarkı, “Hiç bitmeyecek bu/ Çünkü daha çok istiyorum/ Daha çok, daha çok ver bana...” sözleriyle başlayıp, “Kalbim olsaydı severdim seni/ Sesim olsaydı söylerdim şarkıyı,” diye devam ediyor. (Çok güçlü bir bas soundunun öne çıktığını ve rahatlıkla bir David Lynch filminin müziği olabileceğini önceden belirteyim.)
Ne dersiniz; ne anlatmaya çalışıyor bu şarkı? Açgözlülüğün yönettiği kapitalist dünyanın giderek duyarsızlaşmasını anlatmıyor mu? Bu benim yorumum; sizinki başka olabilir... Ya da Karin gibi, sonsuz okyanusların ve çayırların üzerine çöken derin bir uyku halinden söz edebilirsiniz...
Fever Ray’i dinledikçe, albümdeki şarkıları konserde canlı dinleme isteğim daha da artıyor. Gidenler anlata anlata bitiremiyor; Karin, yüzünde yine maskesiyle, adeta bir tiyatro dekoru gibi hazırlanmış bir sahnede, fantastik bir deneyim yaşatıyormuş dinleyicilere...