© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 27 Eylül 2009
İrlandalı rock grubu U2, sonunda İstanbul’a geliyor. Gelecek yıl 6 Eylül’de Atatürk Olimpiyat Stadı’nda verilecek konserin resmi duyurusu yapılınca, büyük bir heyecan dalgası sardı ortalığı...
Yıllardır grubun vokalisti Bono’nun Türkiye’nin insan hakları geçmişini protesto ettiği için ülkemize gelmediği yazıldı. Fakat anlaşıldı ki, bugüne kadar yaşanan asıl sorun, U2 konserini finanse edecek sponsorun bulunamamasıydı.
Rock tarihinin en büyük gruplarından birisini İstanbul’da dinlemenin faturası 4 milyon dolar... Bu bütçe, 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri çerçevesinde bulununca sorun da ortadan kalkmış gözüküyor.
BAŞARININ SIRRI
Geçenlerde Cumhuriyet Hafta Sonu’nda, U2’nun bu yılki 360° adlı turu hakkında bir yazım yayınlandı. Orada, grubun AIDS, Afrika’daki açlık, küresel ısınma vb. konularda aktif bir şekilde kampanyalara katıldığını; ama bir yandan da, turnelerinde kullanılan ileri teknolojinin neden olduğu karbon salınımının dünyaya büyük zarar verdiğini anlatmıştım.
O yazının ardından U2 Fan Kulüp üyelerinden birçok e-posta aldım. Belirttiğim çelişkilerde haklı olduğumu ama hayranlarının grubu o görkemli sahnelerde görmek istediğini söylüyorlar ve “Çünkü U2, dünyanın en büyük grubu!” diyorlardı.
1990’larda grubun davulcusu Larry Mullen Jr., “En büyük bizdik, ama en iyisi biz değildik,” demişti. Doğruydu; 1976’da kurulan grup, bugüne kadar 12 albüm yaptı, sayısız ödül aldı, milyonlarca albüm sattı, stadyumlarda onbinlerce insanın katıldığı devasa konserler verdi.
Sayılarla değerlendirildiğinde U2 hep çok büyüktü. Peki, müzik açısından “en iyi” olabildi mi? Kişiden kişiye değişebilen bir kavram bu; ayrıca, sürekli olarak tek bir gruba ait olacak bir sıfat da değil...
Ama şunu belirtmek gerekir ki, U2’nun en iyi olduğu anlar, diğer gruplara göre hayli fazladır. Bunun nedenini birkaç maddede özetlemek olanaklı:
1-33 yıllık kariyerlerinde, ülke sınırlarını aşıp kitlesel olarak benimsenen şarkılar yaratma başarısını gösterdiler.
2-Şarkıları kimi zaman politik, kimi zaman kişisel, kimi zaman da ruhani konularla ilgiliydi; ama her zaman olayların insanda bıraktığı duygusal izlerin peşinden gittiler.
3-2000’lerden bu yana daha geleneksel rock sounduna yönelseler de, yıllar içinde alternatif rock, blues, gospel, country gibi türlerle, endüstriyel ve elektronik müzikle farklı deneyimler yaptılar.
BONO VE THE CLASH
Rock vokalisti ve şarkı yazarı Henry Rollins, “The Clash, U2’nun olmak istediği şeydi,” demişti bir keresinde. Neden?
Punk rock’ın bu efsane grubu, U2 ile aynı yıl kurulup sadece 10 yıl yaşadı ve onların yarısı kadar albüm yaptı. The Clash da büyüktü ve müzikal açıdan çok iyiydi.
Ama en önemlisi, The Clash’ın ve solistleri Joe Strummer’ın bu dünyaya bıraktığı mirastı: Kapitalizmin dayattığı pop kültürüne karşı duran Strummer, “Gelecek Henüz Yazılmadı!” diyerek gençlere umut verdi.
Bono, sosyal meselelere hep kafa yordu. Ama son yıllarda dünya liderleriyle yaptığı görüşmelerin gösterişe dönüştüğüne inananlar hiç de az değil. Bono, çok önemli sorunlara çözüm bulmak için çaba harcarken, neden insanlar onun inandırıcılığını sorguluyor?
Çünkü rock yıldızlarının görkemli hayatı, insanların kafasında tezat oluşturuyor. Hele bir de bunun üstüne Bono, Britanya İmparatorluğu Komutan Şövalyesi ünvanını alınca, imaj değişiveriyor...
U2, hiçbir zaman The Clash olamayacak ama U2 olamayacaklar da çok... “One” gibi bir şarkıyı yapmış olmaları bile, tek başına onların konserine gitmek için yeterli bir nedendir.