OKUYUCULARA NOT: Bugünkü Cumhuriyet Hafta Sonu'nda yayımlanan yazımda teknik bir hata olmuş ve yazıda geçen hiçbir "ş", "ğ" harfi ve kesme işareti basılmamış. Okunması çok güçleşmiş yazının... Nasıl olmuş bilmiyorum ama çok üzgünüm... Yazıyı bloga koyuyorum.
© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet Hafta Sonu/ 7 Kasım 2009
2009 bitmedi ama ben bu yılın en iyi indie rock albümünü ilan ediyorum. Kalan 54 günde daha iyi bir albüm çıkmazsa; ki çıkacağına dair bir beklentim yok, benim bu kategori için adayım, "Ovations". Piano Magic, yeni yayımlanan bu albümüyle, adı gibi coşkulu bir alkışı hak ediyor.
Ülkemizde de yakından tanınan gruplardan biri Piano Magic. İki yıl önce Radar Live festivalinde verdikleri kısa konserle dinleyicileri büyülemişlerdi. Sonra Babylon’da dinledik onları.
Babylon’un 10. yıl kitabında, bazı kişilere o salonda görüp unutamadıkları konseri sormuşlar. Bana sorulsaydı, Piano Magic derdim. Müziklerinin yansıttığı içtenlikten çok etkileyiciydi. Aynı hissi “Ovations”ı dinlerken de hissettim.
Albüm, İngiltere’de tam bağımsız bir plak şirketinden çıktığı için ülkemizde satılmıyor. Make Mine Music adlı bu plak şirketinin sahibi sanatçıların kendisi. Herkes albümünün yapım masraflarını tümüyle kendisi karşılıyor ve elde edilen bütün geliri de kendisi alıyor. Tam bağımsız dememin nedeni bu.
Ancak albüm Türkiye’de satılmasa da, internet üzerinden CD ya da MP3 olarak almak olanaklı. Ben de öyle yaptım.
DEAD CAN DANCE ETKİSİ
Gelelim Ovations için neden bu yılın en iyi albümü dediğime... Piano Magic’in 10. stüdyo çalışması bu albüm ve bugüne kadar yayımladıklarının içinde en dinamik olanı. 80’lerin Manchester soundunu başarılı bir enstrümantasyonla günümüze taşımışlar. Bunu yaparken de, indie rock soundunu Ortadoğu ve Akdeniz ile buluşturmuşlar.
Bana birçok şarkıda Joy Division ve New Order’ı hatırlattı albüm. Zaman zaman Depeche Mode yansımaları da geldi kulağıma. Ama işin ilginci, albümü dinlerken sadece 80’lerin Manchester soundunu duymuyorsunuz; duyduğunuz şey, bir tür Joy Division ve Dead Can Dance bileşimi...
Bunun gerisindeki en önemli neden, bu albümde gruba katılan iki efsanevi müzisyen: Gotik çağın müziklerini günümüzün ritim ve perküsyon aletleriyle yeniden yorumlayan ünlü grup Dead Can Dance’den Peter Ulrich ve Brendan Perry.
Peter Ulrich’in perküsyondaki yeteneği ve Brendan Perry’nin hafızalarımızdan hiç çıkmayan sesi, albüme çok şey katmış. Santur, viyolonsel, çello, analog synth, gitar, piyano, darbuka, orkestra çanı, clave, bas ve davul, flamenko ile özdeşleşen el çırpmalarla birleşince ritmik ve canlı bir albüm çıkmış ortaya.
Brendan Perry'nin seslendirdiği iki şarkı, “You Never Loved This City” ve “The Nightmare Goes On”, özellikle Tindersticks sevenleri mest edebilecek türden çok etkileyici şarkılar. (Grubun Myspace sayfasında bu şarkıları dinleyebilirsiniz. www.myspace.com/lowbirthweight ) Perry, bu albüme katkıda bulunduğu için çok mutlu; uzun zamandır duyduğu en iyi müziği Piano Magic’in yaptığını söylüyor.
ATEİSTLERİN YÜRÜYÜŞÜ
Bir Piano Magic albümü, sözleri incelenmeden anlaşılmaz. Çünkü vokalist ve şarkı sözü yazarı Glen Johnson, günümüzün en şair ruhlu müzisyenlerinden birisidir. Yazdığı sözlere farklı anlamlar katıp düşündürür, sözcüklerle oynar, çeşitli metaforlar kullanır...
Bu albüm de yine melankolik ve nostaljik. Kendisiyle yaptığım bir röportajda, şarkı yazarken hayatının hayaletlerinden kurtulmaya çalıştığını söylemişti Johnson. O çabasına yine devam ediyor. Bu defa kurtulmaya çalıştıklarının arasında dinci yobazlar da var.
“March of the Atheists” adlı şarkıda, “Senin inançlı olduğunu kabul edebilirim / Ama sen de benim öyle olmadığımı kabul etmelisin” diyor. El çırpmalar yaylılarla karışırken, “Kalbinde tanrı var ama ellerin kan içinde” diyerek, din adına yapılan savaşlara ağır eleştiriler getiriyor.
Albümdeki en dikkat çeken parça “The Faint Horizon”, hayatı yakalamaya çağırıyor insanları... Gençlik geleceği düşünerek, yaşlılık da gençliğe duyulan özlemle harcanıyor; sonunda da hayat ıskalanıyor diyor...
Synth ve gitarların baskın kullanıldığı “On Edge”, albümdeki en elektronik şarkı. Benim favorimi soracak olursanız, “The Blue Hour” derim. O kadar çok Joy Division’ı hatırlattı ki takılıp kaldım...
Albümde fark ettiğim bir değişikliği de söylemeden geçmeyeceğim. Bu defa yağmurdan hiç söz etmemiş Glen Johnson. Rüzgâr var, bulut var, deniz var ama yağmur yok... Oysa Piano Magic şarkılarında sık sık yağmur yağardı...
Bu arada, albüm kapağındaki resmi bulmak için grupla temas kurdum. Glen Johnson'ın kendisinden bir e-posta geldi. Şöyle diyor mesajında: “Belki yakında yine Türkiye’ye geliriz." Konser organizatörlerine hatırlatmak isterim; Piano Magic albüm tanıtımı için Avrupa turunda... İstanbul'da yine coşkulu bir şekilde alkışlayabilir miyiz onları?