17 Ocak 2010 Pazar

Pop yıldızı değil, müzik işçisiyiz!


By on 13:39:00

© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/16 Ocak 2010

Onların adını ilk önce Depeche Mode ve Erasure ile çıktıkları turnelerde duyduk. Sonra sahnede sürekli giydikleri İskandinav hosteslerinin üniformalarıyla tanıdık. Müzik kariyerlerini, Client A (Kate Holmes), Client B (Sarah Blackwood) gibi takma adlarla sürdüren ilginç müzisyenleri merak ettik. Albümlerini dinledikçe de sevdik grubu...

Synth-pop’un başarılı grubu Client’tan söz ediyorum tabii ki. İstanbul’da daha önceki yıllarda da konser veren grup, bu kez 16 Ocak’ta Beyoğlu’ndaki Bronx Pi Sahne’de olacak.

Client’tan 2008’deki remiks albümünden bu yana ses çıkmıyordu; ama 2009'da dördüncü albümleri yayımlandı. “Command” adını taşıyan bu çalışma, geçen yıl bu türde yapılan albümlerin en iyilerinden birisi.

Konser öncesinde sorularımı Client B’ye yönelttim; üniforma sevdasının nedenini de sordum.


Yeni albümünüz, daha az synthesizer kullandığınız “Heartland”den sonra bir tür eski rotaya geri dönüş olmuş.

Temel çıkış noktamıza dönmek istedik. Fazlalık gibi duran her şeyi bir kenara bırakıp, Client’ın özünü oluşturan unsurlara yöneldik. O nedenle, ikinci çalışmamız “City”e kıyasla, ilk albüme çok daha yakın bir sound söz konusu.

Müziğiniz için “strictly dirty” şeklinde bir tanımlama kullanılıyor. Ne diyorsunuz buna?

Kesinlikle öyle! Ayrı ayrı sözcükler olarak düşünüldüklerinde karşıt anlamları var. Ama birlikte kullanıldıklarında tamamen bizi anlatıyor.

CURTIS MAYFIELD COVER'I

Elektronik müzikle duyguları aktarmanın olanaklı olmadığını düşünenlere bir yanıtınız var mı?

Elektronik müziğin bir hedonist ve direkt olma yönü var. Ancak bu şekilde düşünmek saçmalık. Ben, elektronik müziğin bazen duyguları, “four chords and the truth” denilen o standart formülden daha iyi aktardığını düşünüyorum; özellikle canlı performanslarda yükses sesle çalındığında. (Not: Müzisyen Harlan Howard’ın “Country müzik, üç akord ve gerçekten ibarettir” sözüne atıf yapıyor. ZK.)

Tangerine Dream’den “Love on a Real Train”i, William Orbit’ten “Water from a Wine Leaf”i, Depeche Mode’dan “Home”u ve “Black Celebration”ı kim unutabilir? Bu isimler, dram ve melankoliyi, hiçbir gitar grubunun hayal bile edemeyeceği ölçüde yansıtmayı başardı.

Yeni albümde Curtis Mayfield’in “Make Me Believe in You” adlı parçasını yorumladınız. İlginç bir seçim...

Öyle. Bir elektronik müzik grubundan duymayı beklemeyeceğiniz sıra dışı bir parça olsun istedik. Zor bir işti. Melodinin bir kısmını ve sözleri yeniden yapılandırmak zorunda kaldık. Çünkü ben bir soul divası değilim. Ama bu şarkı için çalışırken çok keyif aldık. Bir yandan da sanırım bu, bizim müzik zevkimizin nasıl geniş bir perspektifi olduğunu da gösteriyor. Sadece Kraftwerk ve DAF dinlemiyoruz!

"ANONİM OLMA FİKRİNİ SEVİYORUZ"

Takma isimler kullanıyorsunuz. Albüm kapaklarında hiçbir zaman yüzünüzü görmüyoruz. Yeni albümün kapağında da yine başı görünmeyen üniformalı bir kadın var. Anonimlikteki bu ısrar niye?

Pop prenseslerine benzemeyi önleyen sofistike bir hava veriyor. Grubu ilk kurduğumuzda, insanların bizi müziğimizle değerlendirmesini istedik; önemli olan cinsiyetimiz ve görüntümüz değildi. Başkalarının onlar için yazdığı şarkılardan çok, kendilerini giydiren moda tasarımcılarının ürünleriyle tanınan yıldızlardan sıkılmıştık. Biz, kendi şarkılarımızı yazıp kendi müziğimizi yapıyoruz. “Command”in kapağındaki de “Client ordumuzdan” herhangi bir müzisyen olabilir. Bizde yıldız ya da diva yok. Hepimiz aynıyız.

Konserlerde hepiniz üniforma içinde kusursuz bir görüntü sergiliyorsunuz. Müziği daha iyi yansıtmak için gizlenmek istiyorsunuz ama bu şekilde daha dikkat çekici olmuyor musunuz?

Yalan söyleyemem; sahnede ne giyeceğimizi düşünmemek çok rahatlatıcı. Sadece temiz olan üniformayı alıp düşüyoruz yola! Ama işe giderken üniforma giyme fikrini de seviyoruz. Aynen bir hemşirenin yaptığı gibi. Bu, sizi işe fikren de hazırlıyor. Biz müzik endüstrisinde birer işçiyiz sadece! Aynı zamanda bir tür “alter ego” bu. Sahneye çıkan Sarah ya da Kate değil, Client B ve Client A. Bu ayrı bir güç de veriyor.

Ayrıca resmi tavırlı kıyafetlerin elektronik müziğin beat’leriyle iyi gittiğini de düşünüyorum. O şarkıları kot pantolon ya da çiçekli elbiselerin içinde söyleyemezdim!

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate