© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 10 Nisan 2010
Ünlü Katalan müzisyen Jordi Savall, dün akşam Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda bir konser verdi. 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında düzenlenen konserde, sanatçıya farklı kültür ve kökenlerden müzisyenler eşlik etti.
Konserin özelliği, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşadığı dönemde klasik musikiyi ilk kez notaya alan Boğdan Beyi, müzik bilimci ve derlemeci Dimitri Kantemiroğlu’nun (1673-1723) “Edvar”ından seçilmiş eserlerin çalınmasıydı.
Savall’in bu kitaptaki eserlere dayanarak kaydettiği son albümü “İstanbul 1710”da, dönemin Osmanlı müziğine eşsiz bir bakış niteliğinde...
16. ve 17. yüzyıllarda kullanılan “viola da gamba” adlı eski bir enstrümanı yeniden günümüze taşıyan Savall, Avrupa’nın müzikal mirası üzerine yaptığı araştırmalarıyla da tanınıyor.
Jordi Savall’le konserden önce kaldığı otelde keyifli bir söyleşi yaptık.
“Orient-Occident” ve “Jerusalem” albümlerinden sonra, “İstanbul 1710” adlı bir albüm yaptınız. Ortadoğu müziğiyle ve Dimitri Kantemir’in eseriyle ilgilenmenizin nedeni neydi?
Öncelikle Doğu müziği üzerine yazılmış çok sıra dışı bir kaynak. İkincisi, kullandığı yöntem tamamen kusursuz. Batı müziğinde bile ender bulunabilecek bir çalışma. En önemlisi de kitaptaki eserler, müziğin kendisi çok güzel.
17. yüzyıl Osmanlı müziğinde sizi çeken ne oldu?
İlk neden aynı; müziğin çok güzel olması. İkincisi de, bir süredir Doğu müziğine bu tür katkılarda bulunmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Şu anda dünyada kültürel diyalog ve uygarlıklar arasında anlaşma konusunda belki de en çok hayal kırıklığı yaratan bir dönemi yaşıyoruz. Yüzyıllar boyunca silahlar, bombalar, ordular konuştu. Ama hâlâ müziğin ve sanatın diline yeterince kulak vermiyoruz. Sanatçılar olarak hepimize bunu sağlamak için büyük sorumluluklar düşüyor. Eğer daha çok müzik üretirsek, sahip olduğumuz kültürü daha çok paylaşırsak, bu dünya daha iyi olabilir.
Ben kültürler arasında bu bağı kurmak için her türlü fırsatı değerlendiriyorum. Tarihe bakıp düşünmek gerektiğine inanıyorum. Çünkü hafızasını kaybeden insan, insanlığını yitirir. Alzheimer hastalığında olduğu gibi dünyayla olan tüm bağınız kopabilir. Bu hastalığa tutulan yaşlı bir dostum var; hiç kimseyi tanıyamıyor ama müzik dinlediğinde ağlıyor. Çünkü müzikle olan içsel bağı yok olmamış. Müzik insan doğasının en derin unsuru.
Sizin de belirttiğiniz gibi, Musevi, Hıristiyan ve Müslüman kültürlerine ait müzikler, sıklıkla benzer melodik yapılar kullanıyor. Ama “Jerusalem” projesinden söz ederken, bir keresinde bir Ermeni müzisyeni bir Türk’le çalmaya ikna etmenin pek kolay olmadığını söylemiştiniz. Nasıl ikna ettiniz onları?
O olay belli bir anda oldu. Kantemir’in kitabında yer alan askeri bir Türk marşını kaydediyorduk. Ermeni bir müzisyen de ben çalmam dedi. Sonra hazırladık, çaldık tabii; ama önce aramızda konuşmamız gerekti.
2008’de Avrupa Birliği’nin Kültürlerarası Diyalog Yılı çerçevesinde “Avrupa Kültür Büyükelçisi” seçildiniz. Bu anlamda, İstanbul konserinizle dinleyicilere vermek istediğiniz mesaj ne?
Böyle bir mesajın farklı boyutları var. En önemlisi, tek bir konserde Osmanlı, Sefarad ve Ermeni müziğini icra edeceğiz. İkincisi, Türk, Yahudi, Yunan, Faslı, Fransız, Ermeni ve İspanyol müzisyenlerden oluşan karma bir grupla çalacağız. Aslında farklı gibi gözüksek de, hepimiz aynı kültürdeniz. Ayakta kalıp bugünlere kadar geldik ve bir arada yaşıyoruz. Vereceğimiz konserde de her müzisyen kendi kimliğiyle yer alıyor. Osmanlı müziğini ya da Sefarad müziğini çalıyor ama kendi kimliğini koruyor. Bu çok önemli.
Bu nedenle sizin müziğiniz için “müzik yoluyla evrensel birlik” ifadesi kullanılıyor...
Doğru, öyle denebilir. Kültürlerarası diyaloğun en temel yanlarından birisi, herkesin diğerleri kadar saygı görmesi. Bir kültürün kullandığı dil çok önemli. Bu dilin önemi, ne kadar uzun bir zamandır kullanıldığıyla ya da kaç milyon kişinin bu dili konuştuğuyla ilgili değil. Bugün Ladino dilini konuşan sadece 500 kişi bile olsa, bu yine önemli. Çünkü bunlar insan. İstanbul konseri de bunun bir kanıtı. İki saat boyunca uyum içinde aynı dili konuşacağız.
Müzik hakkında ne kadar çok şey bilirseniz, hayal gücünüz de o kadar genişliyor. Kütüphanelerde ve arşivlerde onca zaman geçirmenizin nedeni bu olabilir mi?
Bugüne kadar kütüphanelerde çok zaman harcadım ama artık bunun için fazla zaman bulamıyorum. Fakat iyi bir ekibim var. Projelere hazırlanırken bana gerekli bilgileri sunuyorlar. Ayrıca Kantemir projesinde olduğu gibi belli bir zaman sürecinde oluyor bu. 1999’dan itibaren 10 yıl çalıştık bu proje için. Tabii bu süre zarfında her gün sadece onunla uğraşmadık; sabırla çalışıp yavaş yavaş ilerledik.
Eğer ben viola da gamba çalmak üzere müzikal kariyerine başlayan genç bir müzisyen olsaydım, bana tavsiyeniz ne olurdu?
Bütün müzisyenlere, Leonardo da Vinci’nin öğrencilerine söylediği sözleri söylerdim: Uygulamaya geçmeden önce duygularınızı işe katın. Yaptığınız her şeyde bu olmalı. Ses için bile öyle. Duygu olmadan bir ses çıkarırsanız, onun anlamı olmaz. Her zaman bize duygusal açıdan dokunan şeyleri hatırlarız. Bu müzik için de hayat için de geçerli. Belki birisi hayatta yüzbinlerce insanla iletişim kurmuş olabilir ama bunların kaçını hatırlar?Bazen bir insanı sadece bir gün görürsünüz ama daima hatırlarsınız... Hangilerinin size dokunduğu önemlidir.
Birçok kişi için müzik yapma nedeni başarı kazanmak. Günümüzün en takdir edilen müzisyenlerinden biri olarak, sizin başarı tanımınız ne?
Napolyon’un Waterloo yenilgisinden sonra söylediği bir sözü hatırlıyorum: Büyük adamlar daima yenilgiyi aşar, ama sıradan bir adam asla başarının etkisinden kurtulamaz. Önemli olan şu ki, her gün yeni bir gündür. Neyi yapmaktan hoşlanıyorsanız onu yapmak, her güne aynı heyecanla başlayabilmek çok önemli. Sizi kaç kişinin tanıdığı ya da kaç albüm yaptığınız gibi konular ikinci planda. Tabii sonuçta bu dünyada yaşıyoruz; konserler vermek zorundasınız ve eğer insanlar sizi dinlemeye geliyorsa bu da iyi bir şey. Bazı insanlar bazen neden Alia Vox adlı plak şirketini kurduğumu soruyor. Bunun başarıyla bir ilgisi yok. İstediğimiz plakları yapmak içindi. Bir sanatçı için en önemli şey özgürlük; ikincisi de dostluk...
Daha önce bazı filmler için müzikler bestelediniz. “Dünyanın Tüm Sabahları” adlı filmle “En İyi Film Müziği Cesar Ödülü”nü kazandınız, Grammy’ye aday gösterildiniz. Keşke müziğini ben besteleseydim dediğiniz bir film oldu mu?
Eğer böyle bir film hayal etmem gerekse, savaşı ve barışı birlikte ele anlatıp, senteze varan bir film olurdu...
-