Ritchie Blackmore, Eric Clapton, David Gilmour, Roger Waters, Santana gibi devlerden en büyük övgüleri alan Jeff Beck’in gitardaki yeteneği tescilli.
60’ların ünlü rock grubu The Yardbirds ile yaptığı çalışmalarla parlayan bir gitar ilahı o. En basit melodiyi bile çalsa, elektro gitarı konuşturup ağlatan, bir efsane isim.
Beck’in inanılmaz yeteneğinin yanı sıra, beni en çok etkileyen yanı, yıllar içinde birçok farklı türde müziğe gösterdiği ilgi oldu. Onun müziğinde her zaman bir çeşitlilik ve deneysellik ruhu vardı. Klasik müzik, soul, blues, rock, hatta tekno bile ilgi alanındaydı.
Yedi yıl aradan sonra çıkardığı stüdyo albümü de bu çeşitliliği yansıtıyor. Beck, kendi grubu ve 64 kişilik bir klasik müzik orkestrasıyla kaydettiği bu yeni albümünde, Jeff Buckley’den, Judy Garland’a, Screamin’ Jay Hawkins’den Puccini ve Dario Marianelli’ye kadar sevdiği farklı müzisyenlerin şarkılarını yorumlamış.
Soul müziğin güçlü sesi Joss Stone’un yorumladığı “I Put a Spell on You”, bugüne kadar yapılan en iyi cover’lardan birisi.
Vokalde opera sanatçısı Olivia Safe’in yer aldığı “Serene” ve “Elegy for Dunkirk”, opera ve rock müziği müthiş bir duygusal yoğunlukla buluşturmuş.
Swing şarkıcısı Imelda May’in pürüzsüz sesiyle söylediği Jeff Buckley şarkısı “Lilac Wine”, albümün en iyilerinden.
“Over the Rainbow” ve “Nessun Dorma” gibi çok sevilen iki esere yapılan enstrümantal yorumları fazla yaratıcı bulmasam da, gitaristlerin gitaristini dinlemek her zaman eşsiz bir zevk.
"I Put a Spell on You" adlı şarkıya Joss Stone ve Jeff Beck'in yaptığı cover'ı aşağıdaki videodan dinleyebilirsiniz:
Bu yıl şu ana kadar çıkan albümler içinde müzikseverleri en çok şaşırtan albüm “Congratulations” oldu.
21. yüzyılın hippileri olarak anılan MGMT ikilisi, üç yıl önce çıkardıkları “Oracular Spectacular” ile, tüm dünyada indie rock dinleyicilerinin kalbini fethetmişti.
Psychedelic pop, retro glam, electro-rock arasında tür geçişlerini başarıyla yansıtan o albüm, melodik şarkılarıyla yılın en sevilen albümlerinden birisiydi.
Ama “Congratulations”, gruptan aynı tarzda yeni bir çalışma bekleyenlerde önce şaşkınlık, sonra da hayal kırıklığı yarattı. O şaşkınlık aşamasını ben de yaşadım; ancak bu hayal kırıklığına dönüşmedi.
MGMT, yeni albümde, müziklerinde daha önce pop adına ne varsa çıkarıp, psychedelic rock unsurlarını öne çıkarmış.
Bunda en önemli etken, albümün prodüktörlüğünü, 80'li yıların ünlü psychedelic rock grubu Spacemen 3'den "Sonic Boom"la (Peter Kember) paylaşmaları.
1960-70’lerin rock müziğinden yansımaların mistik sözlerle donatıldığı albümün kaotik bir havası var. Bazı şarkılar, birkaç farklı türün bütünlüksüz bir şekilde bir araya sıkıştırıldığı izlenimi yaratıyor.
Ama tekrar tekrar dinlendiğinde, "I Found a Whistle", "Siberian Breaks" ve "Brian Eno" gibi şarkılara ısınmak hiç de zor değil.
MGMT, sonuçta popüler beklentileri dikkate almadan, deneysel bir yaklaşımla farklı bir albüm yapmış; radyolarda çalınacak hitler çıkarma amacını gütmemiş. Bence o kadar tutan ilk albümden sonra rotayı değiştirip, yeni bir maceraya atıldıkları için bile tebriği hak ediyorlar.
Albümden yayımlanan ilk single, "Flash Delirium"a çekilen videoyu aşağıda izleyebilirsiniz. Bence bu parça, albüm hakkında tam bir fikir vermiyor. Bu nedenle ilk single olarak seçilmesi kanımca çok da parlak bir fikir olmamış...
Modern cazın önde gelen temsilcilerinden The Cinematic Orchestra (TCO), bahar aylarının en güzel konserlerinden birisini vermek üzere İstanbul'a geliyor. İngiltere'den çıkıp bütün dünyada başarı kazanan grup, Garanti Caz Yeşili kapsamında 21-22 Mayıs’ta Tamirane sahnesinde olacak.
1999 tarihli ilk albümleri “Motion”dan bu yana yakından izliyorum TCO'yı. Jason Swinscoe’nın önderliğinde kurulan grup, her albümde yeni bir eğilim gösterip, bazen nu-jazz, bazen de chill out ya da lounge sularında gezdi.
Doğaçlama kayıtları müzikte “sample” denilen örneklenmiş seslerle bütünleştirdiler. Cazı elektronika ile buluşturan bu modern müziği “future jazz” olarak adlandıranlar da var.
Nasıl tanımlarsanız tanımlayın; insanı bulunduğu ortamdan alıp adeta başka bir yere ve zamana ışınlayan bir müzik bu. Grubun adından da anlaşıldığı gibi, sinemasal bir etki yaratıyor. Her şarkı, ayrı bir öyküyü çağrıştırıyor. Grubun esas olarak yapmak istediği de bu zaten.
Örneğin 2007’de yayımlanan “Ma Fleur” adlı albümü yaparken, ilk aşamada Swinscoe, her şarkı için aklındaki temel düşünceleri bir arkadaşına anlatmış. Arkadaşının o şarkılar için yazdığı kısa öyküleri fotoğraf sanatçısı Maya Hayuk’a vermişler. O da şarkıları temsil edecek fotoğraflar çekmiş.
Sonuçta, ana temaları aşk ve kayıp olan bir albüm çıkmış ortaya. Konserlerine gittiğinizde sahnedeki barkovizyonda gördükleriniz, müziğin hissettirdiklerinin görüntüye yansıması gerçekte...
TCO’nın sinema ile olan ilgisi bununla da sınırlı değil. Paris ve film noir ruhunun varlığını her dönemde, özellikle “Ma Fleur”de duyumsamak mümkün.
Ama sadece Paris yok müziklerinde; bazen de Rusya var. Dziga Vertov’un 1929 Rus yapımı klasiği “Man with a Movie Camera” adlı sessiz filmi için yaptıkları soundtrack albümü, grubun kariyerindeki dönüm noktalarından biridir.
Ama grubun müziğinin sinemasal etki yaratması için ortada her zaman gerçek bir öykü ya da film olması gerekmiyor; bazen de o öyküleri dinleyicinin hayal gücü yaratıyor. Tek yapmanız gereken, konserde pasif bir dinleyici değil, tam bir katılımcı pozisyonunda olmak ve müziği özümseyerek dinlemek.
TCO, bu deneyimi bir kez daha yaşatmak üzere yedi kişilik bir ekiple geliyor İstanbul’a. Grupta, Jason Swinscoe’nun (elektronik sesler) yanı sıra, Phil France (kontrbass), Ivo Neame (piyano), Tom Chant (saksofon), Stuart McCallum (gitar), Richard Spaven (davul) ve vokalde Heidi Vogel yer alıyor.
Ben, Richard Spaven dışında bu isimlerin yer aldığı ekibi, yıllar önce New York’ta canlı dinledim. Hala unutamadığım konserlerden biridir. Ama doğrusu, o unutulmazlıkta en çok payı olan, efsane caz davulcusu Luke Flowers’tı. Bugüne kadar dinlediğim en muhteşem davul performansıydı.
Richard Spaven, yalnızca drum & bass türünde değil, çağdaş caz dünyasında da adından övgüyle söz ettiren bir müzisyen. Açıkçası konserde Luke Flowers’ın yerini tutabilecek mi diye merak ediyorum.
Ama şundan eminim ki, TCO, İstanbul’da dinleyicileri yine eşsiz bir hayal alemine sürükleyecek. "Late Night Tales" serisinden çıkan son albümlerini hatırlatırcasına, gecenin ilerleyen saatlerinde melodilerle öyküler anlatacaklar bize...
Konserden önce grubun şarkılarını dinlemek isteyenler için videolar aşağıda:
"Ma Fleur" albümlerinde yer alan "Breathe" (Feat. Fontella Bass)
Yine "Ma Fleur"de yer alan "To Build a Home" (Featuring Patrick Watson) adlı şarkısını aşağıdaki videodan dinleyebilirsiniz.
Günümüzün yetenekli keman sanatçılarından Nigel Kennedy’nin yeni albümü, yılın güzel sürprizlerinden birisi oldu.
Kennedy, bu son çalışmasını geçen aralık ayındaki İstanbul konserinde kendisine eşlik eden Polonyalı beş müzisyenle kaydetmiş.
Sanatçının klasik müziğin yerleşik kalıplarına karşı çıkan tavrı, bu albümde de öne çıkıyor. Yine türü tam olarak açıklanamayan ama kabaca “elektronik caz” denilen bir tarzı var albümün.
Nigel Kennedy, kariyeri boyunca hep sıra dışı çalışmalar yaptığı için müziğindeki sürprizlere fazla şaşırmamak gerek. Ancak yine de yeni albümde şaşırtıcı iki özellik var.
Birincisi, Kennedy’nin yapımcılığı heavy metal müziğin en büyük gruplarından Motörhead’in vokalisti Lemmy’nin oğlu Paul Inder ile paylaşmış olması. Böylece, kendisine yakıştırılan "punk kemancı" ünvanını hak ettiğini bir kez daha kanıtlamış Kennedy.
İkincisi de, "River Man" adlı parçada vokali ünlü pop şarkıcısı Boy George’un üstlenmesi.
Nick Drake'in bu muhteşem şarkısında Boy George’la çalışması bile Kennedy’nin yaratıcılığını gösteriyor. Ama Boy George da öyle dokunaklı yorumlamış ki, albümün en gözde şarkısı olmuş “River Man”.
Diğer altı parçanın hepsi Kennedy’nin kendi bestesi. Kimi zaman duygulu kimi zaman neşeli ama genellikle albümün adına da uyum sağlayacak şekilde sakin anları yansıtan bir albüm “Shhh!”.
Bunun tek istisnası, 10 dakikalık kapanış parçası “Oy!”. Kennedy’nin elektro kemanının titreşimleri, bu parçada etkileyici bir funk rock havası yaratmış.
Nigel Kennedy Beşlisi, albümde bir türden diğerine geçerek, 52 dakikalık bir müzikal yolculuğa çıkarıyor dinleyiciyi. İlginç ve heyecan verici bir yolculuk bu!
Albümdeki parçalar hakkında fikir edinmek isterseniz The Nigel Kennedy Quintet'in internet sitesinde "media" bölümünü ziyaret edin.
Albüm için özel olarak tasarlanan site gerçekten çok hoş. Media bölümünde Nigel Kennedy ile albüm hakkında yapılmış bir röportajın videosu da var. "Shhh!"ın ortaya çıkış öyküsünü ünlü kemancının kendi ağzından dinlemek isteyenler, bu videoyu kaçırmasın.
David Bowie yeni bir stüdyo albümü çıkarmayalı uzun zaman oldu. 2003 tarihli “Reality”, efsane müzisyenin yaptığı son stüdyo çalışmasıydı. O zamandan beri birtakım sağlık sorunlarıyla uğraşıyor Bowie...
Sevenleri de yeni bir albüm için umutla beklerken, eskilerini dinleyerek özlem gideriyor. Bunlardan en sonuncusu raflara yeni kondu. 2004’te Bowie’nin albüm turnesi kapsamında verdiği Dublin konseri, “A Reality Tour” adıyla DVD olarak yayımlanmıştı. Şimdi bu kayıt, 2 CD’lik bir albüm olarak piyasaya çıktı.
DVD’ye zaten sahip olanlar için bu albümü çekici kılacak bir özellik var mı derseniz; daha önce DVD’de yer almayan üç şarkı olduğunu belirtebilirim. Bowie’nin konserde seslendirdiği “China Girl”, “Breaking Glass” ve “Fall Dog Bombs the Moon” adlı şarkılar da albüme katılmış. Böylece kayıtlar yeniden elden geçirilerek, 33 şarkılık bir Bowie ziyafeti yaratılmış.
Reality turnesi, David Bowie’nin uzun bir aradan sonra çıktığı son turneydi. O yıl dünyada en çok ilgi gören turne olan "Reality Tour" kapsamında Amerika'daki üç konseri izleme olanağı bulmuştum. Hiç tereddüt duymadan şunu söyleyebilirim: Gördüğüm en iyi canlı performans Bowie’ye ait.
Bunu bilen bilir zaten; ama Bowie’yi bugüne kadar yakından takip etmemiş olanların buna tanık olması için bu albümü dinlemesi yeter. Mutlaka gözleriyle görmek isteyenler varsa, onlar da DVD’yi izlesin derim.
Ama ister CD’yi dinleyin, ister DVD’yi izleyin; “The Motel”e dikkatle kulak vermeyi ihmal etmeyin. Çünkü pek kimse bilmese de, en iyi Bowie şarkılarından birisidir o.
Bowie, 1995 tarihli "Outside" adlı albümünde yer alan "The Motel"i uzun yıllar sonra 2003 turnesinde seslendirmiş, kendisinin de en sevdiği şarkılardan biri olduğunu söylemişti.
"The Motel"in DVD'de yer alan konser kaydını aşağıdaki videodan dinleyebilirsiniz.
Şarkının "Outside" albümündeki kaydını dinlemenizi de öneririm. Onun için de buraya tıklayın.
For we're living in a safety zone Don't be holding back from me We're living from hour to hour down here And we'll take it when we can
It's a kind of living which recognises The death of the odourless man When nothing is vanity nothing's too slow It's not Eden but it's no sham
There is no hell There is no shame There is no hell Like an old hell There is no hell And it's lights up, boys Lights up boys
Explosion falls upon deaf ears While we're swimming in a sea of sham Living in the shadow of vanity A complex fashion for a simple man
And there is no hell And there is no shame And there is no hell Like an old hell There is no hell
And the silence flies on its brief flight A razor sharp crap shoot affair And we light up our lives And there's nothing but me exploding you Re-exploding you Like everybody do Re-exploding you
I don't know what to use Make somebody move Me exploding Me exploding you