© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 17 Haziran 2010
Dans müziğinin başarılı gruplarından Groove Armada, 19 Haziran’da Efes Pilsen One Love Festival’ın ana grubu. İngiliz ikili, 2007’de Radar Live’da unutulmaz bir konser vermişti. Bu kez yeni albümleri “Black Light”ın turnesi kapsamında geliyorlar.
“Black Light”, benim en çok beğendiğim Groove Armada albümü oldu. Gruptan Andy Cato’yu telefonla Paris’te yakalayıp hoş bir sohbet yaptığımda, albümün ana esin kaynaklarından birisinin David Bowie’nin Berlin dönemi, hele de “Low” albümü olduğunu öğrenince bunun nedenini daha iyi anladım. Çünkü bir Bowie hayranı olarak “Low” benim için çok ayrı bir değere sahip.
“Black Light, bugüne kadar yaptığımız en iyi albüm” diyorsunuz. Bence de öyle ama nedenini sizden duymak isterim.
Eski albümlerimizden çok daha fazla rock’n roll, daha şarkı bazlı bir albüm. Sahnede bu şarkıların yarattığı atmosferden gerçekten çok memnunuz. Elektronika ile rock’n roll’un birleşimini çok güzel yansıtıyor. Canlı çaldığımızda albümün ruhunu sahneye tam olarak taşımayı isteriz. Yeni şarkıları bu konuda hiçbir endişe duymadan çalabiliyoruz.
Vokalist olarak dört müzisyenle çalıştığınız bu albüm, farklı tarzları da buluşturuyor. Bu tercihlerin nedeni neydi?
Aslında farklı tarzları buluşturmakla birlikte, bu albümde eskilere göre daha bütünlüklü bir sound var. Sahnede de albümü kaydettiğimiz insanlarla beraber çalıyoruz. Bu da daha belirgin bir grup soundu yarattı. Vokalistler konusunda ise, geçmişte kaybettiğimiz şeyi bu albümde yeniden yakalamak istedik. Yeni yetenek arayışına girdik ve sonunda Saint Saviour yeni vokalistimiz oldu. Konserlerde bize eşlik ediyor ve muhteşem bir performans çıkarıyor.
Albümü yaparken başlıca esin kaynaklarınızdan birisinin David Bowie olduğunu biliyorum. Peki hangi Bowie diye sorarsam?
Özel olarak Berlin dönemi. Olağanüstü güzellikteki “Low” ve “Heroes” albümleri.
House müzikten koptunuz mu?
Canlı performanslarımız bir süredir o akımdan farklı bir şekilde seyrediyor. DJ setlerimizde çaldığımız house müzik ile albüm turnesindeki performanslarımız iki ayrı şey. Ama istersek o tür müziğe yoğunlaşacağımız ayrı bir albüm de yapabiliriz. Ama şu anda ikisi ayrılmış durumda.
Müziğinizdeki farklı yönelişlerin hayranlarınızın bazılarını uzaklaştırmasından çekindiğiniz oldu mu?
Her şeyin hep aynı şekilde devam etmesini isteyenler her zaman vardır. Bunlar hayal kırıklığına uğramış olabilir. Ama albüm çıktığından bu yana gelen tepkilere göre, çoğunluk bunun yaptığımız en iyi müzik olduğu konusunda hemfikir.
Berlin döneminden etkilendiğinize göre, 1970’lerin sonu ve 80’lerin başına doğru bir yolculuk yapmışsınız. Eski dönem müziklerinin yeniden popülerleşmesini nasıl karşılıyorsunuz?
Bu çok normal. Eski fikirler yıllar sonra yeniden yorumlanabilir. Son dönemde 90’ların müziğinin yeniden canlanması, DJ’ler açısından da çok eğlenceli. Ben de 90’larda DJ’lik yapıyordum. Şimdi de o günlerden kalma plaklar arasından birisini çekip rahatlıkla çalabilirim. Bu geriye dönüşlerin bizi ilgilendiren bir diğer yönüyse, müziğimizde yarattığı bileşim. Bu albümde de, Gary Numan, Roxy Music gibi 70’lerin sonu, 80’lerin hemen başında müziği etkileyen isimlerin yansıması var.
Benim albümdeki favorim Bryan Ferry’nin söylediği “Shameless”. Nasıl gerçekleşti bu işbirliği?
Avustralya’da bir plajda çalıyorduk. O sırada konser fotoğraflarını çeken bir fotoğrafçıyla tanıştık. Bize Bryan Ferry’nin arkadaşı olduğunu söyledi. Daha sonra bir yemekte Bryan Ferry’le tanıştırdı. Ama ancak dört kez birlikte akşam yemeği yedikten sonra, işbirliği yapabileceğimize dair bir işaret geldi Ferry’den. İlk kez böyle bir çalışma yapacağını söyledi. Bu bizim için büyük bir onur. Böyle bir efsane ile çalışmak müthiş bir şey.
Gruptaki ortağınız Tom, bir keresinde, müzikte pop tavrını sürdürüp hem de kendinizi zorlamayı hedeflediğinizi söylemişti. Bu albümde ikisini de başardığınızı düşünüyor musunuz?
Geçmişte birçok defa Tom’la işimizi nasıl yapacağımız ve insanların yaptıklarımız hakkında ne düşüneceği üzerine çok kafa yorup tartıştık. Ama bu ikisi arasındaki ilişki ne kadar zor olursa olsun, sonunda bir çıkış yolu bulduk. Her zaman belli bir tarzı seçip onu farklı yaştan farklı insanların hoşlanabileceği bir hale getirmeye çalıştık. Kendimizi bu şekilde yeniledik. Ben bu yönümüzle hep gurur duydum. Bu albüm için de zor bir yıl geçirdik, ama geldiğimiz noktadan mutluyum.
Artık büyük bir plak şirketine bağlı değilsiniz. Bunun albüme yansıması nasıl oldu?
Bu kesinlikle her şeyi değiştiriyor. Bir kere single çıkarma fikrine takıntılı olmaktan kurtuluyorsunuz. Bu albümün tek bir parçaymış gibi bütünlüklü bir sounda sahip olma nedeni de bu. Çünkü baştan o şekilde yazdık, kendimizi baskı altında hissetmedik. Yaptığımız her şeyi daha hızlı yaptık, çalışma düzenimizi istediğimiz gibi değiştirdik. Yeniden bu tempoya dönmek çok güzel.
Müzik sektörünün son yıllarda geçirdiği radikal değişimlerden sonra, sizce artık neyin popüler olacağına dinleyiciler karar verebilecek güce sahip mi?
Şu anda internet üzerinde müziği yaymak için çok büyük olanaklar var. Dünyanın her yerinden binlerce şarkıya aynı anda ulaşılabiliyor. Ama şu da var ki, büyük radyo istasyonları daha fazla önem kazanıyor. Çünkü insanlar, bu kadar büyük bir müzik akışı karşısında eleme yapılmasına ihtiyaç duyuyor. Fakat ne yazık ki, birçok ticari kurum hiçbir müzik değeri olmayan şarkıları öne çıkarıyor. Bugün gelinen noktada, ticari radyoları dinleyen insanların sonuçta daha iyi olanı seçeceklerine dair biraz daha fazla inanç duymamız gerekiyor.
Son yıllarda İngiltere’den çok sayıda başarılı indie dance-rock grupları çıkıyor. Bu trend hakkında ne düşünüyorsunuz?
90’larda gitarı olan birinin asla bir DJ miksine elini sürmediği bir dönem vardı. Artık durum farklı. Bazı müzisyenler buna karşı isyan bayrağını çekip dans kulüplerinde ikisini bir araya getirebildi. Biz, çok uzun süre canlı performanslarda house müzik çalmış bir grup olarak, elbette bu tarzın yayılmasından çok memnunuz.
Groove Armada, kendisinden sonra gelenler için esin kaynağı olmuş bir grup. Benim merak ettiğim, siz esinlenmek için yeni gruplarla ilgileniyor musunuz?
Sürekli ilgileniyoruz. 2002’den bu yana Lovebox festivalini düzenlediğimiz için zaten yeni grupları takip ediyoruz. Bu albüme başlamadan önce de Friendly Fires’ı birkaç kez canlı dinledik ve çok beğendik. O dönemde canlı olarak çok fazla kimseyi görmedik ama MGMT’nin ilk albümü gerçekten muhteşemdi.
İstanbul’daki performansınız nasıl olacak? Bu turnede daha yalın bir tarzınız olduğunu duydum.
Evet, öyle denebilir. Yine lazer şovumuz var. Ama elektronik öğelerle canlı vokalin, SaintSaviour’un ön planda olduğu daha farklı bir performans. Eminim seveceksiniz.
Tom’la 90’ların ortalarından beri birlikte çalışıyorsunuz. Bunca yıldır bir tek aynı insanla bu kadar yakın çalışıp hala devam edebilmenin sırrı ne?
Bilmiyorum, herhalde oldukça şanslıyız. Özellikle 10 yılı aşkın bir süredir bu kadar yakın çalıştığımızı düşünecek olursak... 7 yıl önce bir tartışmamız oldu; herkes gibi ciddi şekilde kavga ettik. Ama sonuçta ikimiz de Groove Armada’ya kendimizi bütünüyle vermiş durumdayız. Aradaki ilişkiye sen ya da ben olarak değil, grup kimliğiyle yaklaşıyoruz.
Son olarak, bütün dünyada çok sayıda kişinin ve eleştirmenin beğenisini kazanan bu albüm sizin için neden özel?
Çok sayıda insanın beğenmesi önemli elbette. Bana göre özel bir albüm; çünkü, en çok yapmak istediğim müzikleri bir CD’de toplamak isteseydim, o ancak bu albüm olurdu.
-