Cumhuriyet/ 15 Temmuz 2010
Massive Attack, İstanbul Kuruçeşme Arena’daki konserinde politik mesajlar verdi

Grup, 2008 konserinde olduğu gibi, bu kez de yine sahnedeki barkovizyondan demokrasi, insan hakları ve özgürlük üzerine mesajlarını Türkçe yazılarla aktardı dinleyicilere.
Guantanamo’daki işkenceler, medyadaki savaş destekçiliği, korku toplumunun dehşeti, hukukun ayaklar altına alınışı, çevre katliamı ve bütün bunlar olurken medyanın toplumu magazinle uyutuşu yansıdı ekrana...
İsrail de ağır eleştirilerden nasibini aldı. “Safe from Harm”ı “İsrail’in Mavi Marmara’da katlettiği Türkler için söylüyoruz” dediler. “Inertia Creeps”i esin kaynağı İstanbul için çaldılar ve bir kez daha gönülleri fethettiler.
Gelelim konserle ilgili gözlemlere...

Martina'nın Massive Attack'a eşlik ettiği anlardaki performansı ise, özellikle "Teardrop"da beni bir parça hayal kırıklığına uğrattı. Sound olarak dinlediğim en yalın (stripped-down) "Teardrop"du ve bu değişiklik melodiyi başka bir havaya sokmuştu. Ama hayal kırıklığımın tek nedeni bu da değildi; Martina'nın vokali, ne yazık ki orijinal versiyonda Elisabeth Fraser'ın ve önceki yıllardaki konserlerde Sarah Jay'in üstlendiği vokallerin yarattığı etkinin gerisinde kaldı...

Diğer kadın vokal Deborah Miller'ın sahnedeki duruşu ve olağanüstü sesiyle ayrı bir özellik kattığı "Unfinished Sympathy" ve "Safe from Harm"ı söylediği anlar, konserin en güzel anları arasındaydı. İlk olarak Shara Nelson'ın sesinden duyup sevdik bu şarkıyı ama Deborah Miller da kendi tarzını kabul ettirmekte hiç zorlanmadı. Miller'ın şarkıları söylerken elleriyle ve bedeniyle yaptığı hareketler, performansını daha da karizmatik bir hale soktu.
Kuruçeşme Arena'da ses limitinden doğan sorunlar vardı yine. Konseri en önden dinlememe karşın, doğrusu müziği doyarak hissedemedim. Oysa 2008'de Park Orman'daki konserde ortalarda bir yerden dinleyip çok daha fazla zevk almıştım. Bu ses sorununa mutlaka çözüm bulmak gerekiyor. Çünkü belli bir desibelin üzerine çıkamadığınızda, açık hava konserlerinin de etkisi azalıyor...
Ama yine de Massive Attack'ı dinlemek her zaman büyük zevk. Özellikle unutamadığım anlar, "Angel", "Safe from Harm", "Mezzanine", "United Snakes", "Future Proof" ve "Unfinished Sympathy"nin İstanbul Boğazı'nda yankılandığı dakikalardı...

Ne kadar süredir turdasınız?
İngiltere’deki konserlerden bu yana sürüyor. Eylül’de bir yıl olacak ve sonra bir süre daha devam edecek gibi gözüküyor. Toplam 18 ay olacak sanırım.
Çok uzun zaman... Nasıl geçiyor?
İyi gidiyor ama doğrusu neler olup bittiğini de tam hatırlamıyorum. Geceleri genellikle sarhoş bir halde geçiriyoruz çünkü... Bir de turdayken zaman kavramınızı yitiriyorsunuz. Bir gün bir ülkede ertesi gün başka bir ülkedesiniz, kıtalar arasında dünyanın her tarafında durmadan seyahat ediyorsunuz. Bu durumu ancak zaman kavramından biraz uzaklaşarak aşabiliyorsunuz.
“Heligoland, bugüne kadar yaptığınız albümler içinde sound olarak en organik olanı. Bunu kayda başlamadan önce amaçlamış mıydınız?
Evet, öyle denebilir. Biraz geriye dönüp daha organik bir sound yakalamak istedik. “Blue Lines”ın izinden gitti bu albüm de. Biliyorsunuz, “100th Window” çok daha elektronikti. Bu son albümde bunu azaltmayı hedefledik. Çünkü albüme katkıda bulunacak arkadaşlarımızı da işin içine katmak, onlarla birlikte yapmak istedik albümü. Bu da bir nedendi tabii...
Bu albümde birçok önemli vokalle çalışmanızın özel bir nedeni var mı?
Bu, Massive Attack’ın tercih ettiği bir çalışma yöntemi genelde; farklı sesleri albümlerimize taşımayı seviyoruz ama istemediğimiz kimseyle de çalışmıyoruz. “Heligoland”, biraz aile içinde yapılmış gibi oldu. Çünkü dostlarımızla çalıştık. 3D ve Guy Garvey tanışıyorlardı zaten, Damon iyi bir dostumuz. Önceden tanıdığımız insanlarla çalışmak bizim için çok rahatlatıcı. O nedenle tercih ediyoruz.

Siyahların ve beyazların müziklerini İngiliz tarzıyla birleştirip, tamamen size özgü bir füzyon yaratmanın sihirli formülü ne?
Yaptığımız müzik yaşadığımız yeri yansıtıyor. Müziğimiz hepimizin ait olduğu farklı kültürlerin bir toplamı gibi. Çünkü çokkültürlü bir toplumdan geliyoruz, 1980’lerde İngiltere’de DJ’lik yaparak büyüdük, The Wild Bunch böyle doğdu ve Massive Attack’a dönüştü. Özellikle de Bristol’da yaşayan herkes gibi biz de hip-hop’la büyüdük. Bir şarkıcı elinde bir Technics turntable ile stüdyoya girer ve müzik yapardı. Bu daha çok New York tarzı bir yöntemdi ve biz de bunu büyük ölçüde aynen kopyaladık. O zamanlar hip-hop ilk olarak New York’ta doğduğundan o sırada baskın bir İngiliz aksanı rap yapmak aptallık olur diyorduk. Ama ilk Massive Attack albümünden bu yana müziğe yaklaşımımızda bilinçli olarak bir İngiliz vurgusu var. Karanlık bir İngiliz soundu söz konusu...
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, İngltere’de farklı etnik kökenleri barındıran bir yerden geliyoruz. Müziğe ilk başladığımız dönemlerde siyah beyaz çatışması oldukça güçlüydü. Reggae ile punk’un buluşması önemliydi. The Clash’ın punk’ın içine reggae öğelerini sokup, siyah etkisiyle farklı bir müzik yapışı, Public Image Ltd.’in baskın bas soundu ile ortaya çıkıp bunu reggae’den etkilenişi vb. olaylar oldu. Daha sonra New York dans sahnesinde de bunlar kaynaştı.
Ben ve D de yıllar önce punk camiasındaydık. 80’lerde bir siyahın oraya ait olması için özel bir çaba harcaması gerekliydi. Irklar ve kültürler arası geçiş, punk’ın reggae ile flört etmeye başladığı dönemde müziğe yansıdı. Sonuç olarak, müziğimiz hem yaşadığımız yerin çokkültürlü yapısından hem de bizim farklı kökenlerimizden beslendi.

Bu çok iyi bir soru. Çünkü şu anda beni hayal gücümü kullanmaya zorluyorsunuz. Ama biraz düşünmem lazım...
(Daddy G, soruyu yanıtlamak için 40 sn. kadar düşündü gerçekten de... Birisine soru sorup yanıtı almak için 40 sn. bekleyin bakın nasıl uzun geliyor. Hele de röportaj süreniz sınırlıysa...)
Yine karanlık mı?
Tamamen karanlık değil. Aklıma şöyle bir görüntü geliyor. Karanlık bir tünelden geçiyorsunuz, ama tünelin ucunda ışık görünüyor ve palmiye ağaçları var. Ancak palmiye ağaçlarını geçer geçmez tekrar karanlık başlıyor...
Vokalistlerinizden Horace Andy’nin grubun ruhunu temsil ettiğini söylemiştiniz. Bunu biraz açar mısınız?
Kesinlikle grubun ruhunu o temsil ediyor. Müziğe ilk başladığımızda çevremizdeki farklı etkileri keşfediyorduk. İlk iki albüm daha çok reggae etkisindeydi, daha sonra Mezzanine’de olduğu gibi new wave unsurları girdi işin içine, sonra farklı elektronik akımlar ve rock öğeleri kullandık. Bugüne kadar yaptığımız işlerin hiçbiri tek bir şeyi temsil etmiyor. Yıllardır çıktığımız turnelerden çok besleniyoruz. 3D’nin sanat yönü de grubu etkileyen faktörlerden birisi. Bildiğiniz gibi, kendisi esas olarak bir graffiti sanatçısı. Grubun kendisini açıkladığı işlerde sanatsal yönü o üstlenir. Bütün bunların hepsi DJ temelli bir gruptan türedi. Horace Andy ise, eski bir reggae şarkıcısı ve şarkı yazarı. 1960’lardan beri müzik yapıyor ve bize turnede eşlik ediyor. Ama en önemlisi, Horace, olağanüstü şeylerin ancak insanın en rahat edebileceği alanı terk edip farklı rotalara yöneldiğinde ortaya çıkacağını bilen bir müzisyen. Bu ruh, Massive Attack’ın özüdür.
Dünya meseleleri üzerine kafa yoran ve aktif tavır alan gruplardan birisiniz. Bu anlamda son albümü etkileyen olaylar nelerdi?
Bizi ilgilendiren meseleler Blue Lines’dan bu yana hep aynı. Körfez Savaşı, Afgan Savaşı, ekonomik kriz, yoksulluk, işsizlik... Hem dünyada hem İngiltere’de büyük bir sorun bu. 80’lerde Thatcher döneminde şiddetle yaşadığımız sorunlar bugün yine ortaya çıktı...

Bu yeni iktidar yaptıklarıyla toplumun sonunu hazırlayacak. Kamusal varlıkları ve sosyal hizmetleri özelleştirecekler. Gelecek 5 yıl İngiltere için çok zorlu olacak ve sonunda bir süredir yine çıkışta olan faşizm akımı güçlenecek.
Filistin sorunu ile ilgilendiğinizi ve Filistinli gençlere yardım için para toplanan kampanyalara destek verdiğinizi biliyorum. Bir süre önce Elvis Costello, baskılar sonucunda İsrail’deki konserini iptal etmek durumunda kaldı. Siz bu tür kültürel boykot hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aslında hangi ülkeye gitseniz görüyorsunuz ki, orada yaşayan ve sizin gibi düşünen çok sayıda insan var. Çatışmalara neden olan kararları politikacılar alıyor. İnsanların o kararları yüzde yüz desteklendiğini hiç sanmıyorum. Bu nedenle özellikle İsrail halkını suçlayamam; suçladıklarım orada uygulanan kararları alanlar. Biz grup olarak Filistinlilerin haklarını şiddetle destekliyoruz.
İsrail'de konser vermeyi düşünür müsünüz?
Hayır, hiç düşünmedik bunu... Mavi Marmara gemisinde olanları izledik. İsrail’in yaptığını hiçbir şekilde anlayışla karşılamıyoruz. Filistin'de çok zor koşullarda ayakta kalma savaşı veren insanlar var. İsrail'in yaptıkları tümüyle yanlış. Bütün bu olanlardan sonra bir çözüm yolu bulunup Filistin halkının hak ettiği yaşama kavuşması gerek. Ancak o şekilde barış sağlanabilir. Kahrolası Amerika bunu yapabilir ama hepimiz neden yapmadığını biliyoruz.

Ben her zaman Margaret Thatcher yüzünden İngiltere’yi boykot eden hareketin bir parçası oldum.
Yeni albümle ilgili bazı dedikodular duydum. Bir sonraki albümde bizi ne bekliyor?
İnanın bunu bizler dahi bilmiyoruz. 2008’de adının "Weather Underground" olacağını düşündüğümüz bir albümle tura çıktık ve ama o yılın sonuna doğru eve geri döndüğümüzde baştan yeni kayıtlar yapmaya karar verdik. Damon Albarn’la çalışmamız da o şekilde başladı. Bazı şarkı fikirleri var ama fazla bir şey belli değil şu anda.
Yine farklı vokalistlerle çalışacak mısınız?
Tunde Adebimpe, Martina-Topley Bird, Guy Garvey ve Damon’la çalışmamız tamamen arkadaş ilişkileri içinde gelişti. Belki yine böyle işbirlikleri olabilir. Ama gidişata göre karar vereceğiz.
-