© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 12 Şubat 2011
Bazı konserler vardır; arkasından yazacağınız eleştiride ne deseniz eksik kalacağını düşünürsünüz. Yazının müzik karşısında yetersiz kaldığı anlardan biridir bu. Ama aynı zamanda müziğin ruhunuzda yarattığı derin hisleri okuyuculara aktarmanın da tek yoludur.
Perşembe gecesi Salon’da gerçekleşen Olafur Arnalds konseri, böyle bir duygu uyandırdı bende. Çünkü bu 24 yaşındaki İzlandalı müzisyenin tamamen enstrümantal şarkıları, tarifi zor bir duygusal serüven yaşattı izleyicilere.
Çiseleyen yağmurun fırtınaya dönüşürken gökyüzünde yaşanan şiddeti, rüzgarın savurduğu ağaçların mücadelesini, tavandan sarkıtılan kuş figürlerinin canlanışını gösterdi bize. Siyah perde üzerine yansıtılan beyaz simgeleri, özel bir ışık ve duman sistemiyle gördük. Son derece yalın ama bir o kadar da çarpıcı bir görsellik vardı sahnede.
Salon'da izlediğim ilk oturmalı konserdi. Olafur'un müziğine uyabilecek nitelikte, sandalyeli bir oturma düzeni yapılmıştı. Bence mekanda dinleyiciler arasındaki konuşmayı azaltmak ve hareketin neden olacağı gürültüyü engellemek bakımından yerinde bir karardı ve konserin karakterine de çok uydu. Uzun zamandır bir klasik müzik konseri dışında ilk kez bu kadar sessiz bir ortamda huzur içinde müzik dinledim.
Arnalds, siyah piyanonun tuşlarına usulca dokunurken, kendisine üçü kemanda, biri çelloda dört kadın müzisyen ve bir laptop teknisyeni eşlik etti. Piyano ile yaylıların adeta karşılıklı konuştuğu konserlerdendi.
O anlarda oldukça karanlık bir atmosfer yaratan klasik müziği, alternatif müziğin elektro-akustik sesleriyle dengeliyor Arnalds. İşin içine perküsyon ve ritim giriyor; müzik hareketleniyor.
Geçen yıl çıkan albümü “...and They Have Escaped the Weight of Darkness”da olduğu gibi, müziğin bu duygu durum değişikliği, aslında her karanlığın ardından bir aydınlığın geleceğini müjdeliyor. Macar yönetmen Bela Tarr’ın “Werkmeister Harmonies” adlı filminden esinlenen bu son albümün, oldukça karanlık olduğu anlar yok değil; ama Arnalds’ın müziğinde umutsuzluk da yok.
Üniversitede klasik müzik eğitimi alan Olafur, şaşırtıcı bir şekilde geçmişte bir metal grubunda davul çalmış. Fakat belli ki, şu anda yaptığı müzikte, Arvo Part ve Henryk Gorecki gibi minimalist bestecilerin geleneğinden etkilenmiş. Dinleyicinin müziğin içine tam olarak girmesi için notalar arasında belli boşluklar bırakmış.
Salon’daki 1.5 saatlik konserde çıt çıkarmadan kendini müziğe kaptıran herkesin o akşam muhteşem duygular yaşadığına eminim. Bu kadar genç bir insanın çağdaş senfonik besteciliği elektronik enstrümantasyonla buluşturup böyle çarpıcı bir müzik yapıyor oluşu gerçekten etkileyici.
Salon’da iki gece üst üste konser verdi Olafur Arnalds. Açıkçası, albümü bile ülkemizde satışa çıkmayan bir sanatçı için gösterilen ilgiye ben de şaşırdım. Alternatif müzik dinleyenlerin elbette internette rastlayacakları bir isim; ama yine de her iki konserin de biletlerinin günler öncesinden tamamen tükenmiş olması çok sevindirici.
Arnalds da sevinmiş olmalı ki, konser boyunca sık sık geldikleri için dinleyicilere teşekkür etti; öğrendiği birkaç Türkçe sözcükle konuşmaya çalıştı. Gecenin sonunda iyimserliğe adadığı parçası “Fok”un başlangıcında bilgisayarda farklılaştırılmış bir çocuk sesi duyuldu:
“Çocukken parkta oynarken bir gün bana öldüğümüzde ne olur diye sordun. Ben de ‘Her şeyi unutursun’ dedim. ‘Seni bile mi?’ dedin. Evet, beni de...”
Ardından müthiş bir müzik eşliğinde siyah perdeyi iplerinden kurtulup uçan beyaz kuşlar kapladı. Ben o anı hiç unutmayacağım...
__
İlk akşamki konsere gelen bir izleyici aşağıdaki videoyu çekip Youtube'a koymuş. Kendisine teşekkür ediyor ve buraya naklediyorum.
(Konser fotoğrafları Ali Güler'e aittir.)
_