© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 20 Nisan 2011
Sonunda İstanbul Manu Chao ile buluştu. 2002’deki konserden dokuz yıl sonra yeniden bu topraklara ayak bastı Manu Chao. Basacağı duyulur duyulmaz, bilet satın alabilmek için yaşanan yarış da herhalde tarihe geçti. İki gecelik konser biletleri, bir kişiye yalnızca iki adet satılmasına karşın, 21 dakika içinde tükendi. Bilet bulamayanlar da isyan etti.
Bunca ilgiyi hak eden Chao, sıradan bir müzisyen değil. İlginç birliktelikleri barındırıyor kişiliğinde ve sanatında. İspanyol asıllı bir Fransız ama “Dünyanın bir parçasıyım” diyor. Dünya vatandaşı olduğunu söylüyor ama küreselleşmeye karşı. Anti-kahramanlığı savunuyor ama kendisi milyonlarca müziksever için gerçek bir kahraman.
İnternetten yayın yapan Pitchfork müzik sitesinin dediği gibi, her müzisyenin hayali Amerika’da başarılı olmakken, onun gözü İngilizce konuşulan ülkelerde “the rest of the world” diye anılan dünyanın geri kalanında...
Şarkılarında göçmenlikten, aşktan, getto hayatından söz edip sol içerikli mesajlar veriyor. 2001’de Cenova’daki G8 toplantısını protesto gösterilerine destek için binlerce kişiye bedava konser vermiş, ödünsüz, yürekli bir müzisyen o...
“La Ventura” turnesinde kendisine eşlik eden iki müzisyen ile Babylon sahnesinde göründüğünde yapılan tezahüratı duysaydınız, müzikseverlerin gözündeki yerini o anda anlardınız. Düğmeleri iliklenmemiş gömleği, lastik ayakkabıları, şapkası, bermuda pantolonu ve belindeki kırmızı kuşağıyla bu sıra dışı müzisyenin sokağın ruhunu sahneye taşıdığına tanık olurdunuz.
Şarkılarını Fransızca, Portekizce, İngilizce, İspanyolca, Arapça, Katalanca ve Gal dilinde, hatta aynı şarkıda bu dilleri karıştırarak söylüyor. İşin ilgici, dinleyicilerin şarkılarda ona eşlik etmesi. Her sözünü anlamasalar da şarkıları ezberlemiş, her melodiyi akıllarına nakşetmişler.
Babylon’un asma katında salonu izlerken orada ilk kez böylesine bir heyecana tanık olduğumu belirtmeliyim. Hem şarkı söyleyen, hem de hiç durmadan o sıkışıklıkta dans edip zıplayan insanlar, Manu’nun bir hareketiyle “ye ye ye, yo yo yo” diye bağırıyor, yumruklar havaya kalkıyor.
Futbol maçlarında takımını destekleyen taraftarların duyduğu bağlılığı anımsattı bana bu sahne. Manu Chao ile dinleyicileri arasındaki bu ilişki, müzik sosyolojisi açısından incelenmeye değecek bir olay.
Manu da bu durumun farkında elbette. Mikrofonu kalbinin üzerine defalarca vurarak çıkardığı ses dinleyiciyi çılgına çeviriyor. Dakikalarca süren bu şovun sonunda kızaran göğsünden bir noktada incecik kan akıyor.
“Bongo bong”, “Me gustas tu”, “Clandestino” gibi hitler çaldıkça salondaki coşku artıyor. Punk, reggae, rock, salsa, ska hepsi birbirine karışıyor.
Üzerinde İngilizce “Ahmet Şık ve Nedim Şener’e Özgürlük” yazan bir havlu koyulmuş davulun üzerine. (Salondaki herkes gibi ben de, işin arka planını kimse önceden söylemediğinden ve Manu da konserde bu konudan söz etmediğinden, davulun üzerinde duranı havlu olarak tahmin ettim. Anlaşıldığı üzere, özel olarak hazırlanan bir tişörtmüş.)
“Demokrasilerde haksızlıklara karşı konuşmak herkesin görevi” diyen bir müzisyen var sahnede. Aynı gün İnsanlık Anıtı heykelinin yıkımına karşı çıkmak için konuşan bir sanatçının bıçaklandığı bir ülkede Manu Chao’yu canlı dinlerken içimiz buruk...
İyi ki geldin Manu!
(Konserde çekilen bu video birkaç gündür internette dolaşıyor. Görmeyenler için ben de buraya koydum. Kim çekti bilmiyorum ama çekenin eline sağlık.)
Manu Chao Babylon İstanbul from trendometre on Vimeo.
-