© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet/ 21 Nisan 2011
Yılın en güzel konserlerinden birisi salı akşamı gerçekleşti. Alternatif müzik sevenlerin son yıllarda dikkatini çeken Kanadalı müzisyen Patrick Watson, kendi adıyla anılan grubuyla birlikte Salon sahnesindeydi.
Yaptıkları müziği belli bir kategoriye sokmak zor; klasik müzik ve kabare etkisinde bir tür barok pop denilebilir. Kayıt sırasında ve sahnede kullandıkları enstrümanlar arasında çelik tas, kaşık gibi objeler de yer alıyor.
2003’te ilk albümünü çıkaran grubun kuruluş öyküsü de ilginç. Bir fotoğraf kitabına eşlik edecek müzik yapmaları istendiğinde dörtlü olarak bir araya gelmişler. Ortaya çıkan sonuç herkesi o kadar heyecanlandırmış ki, grup olarak devam etme kararı almışlar. 2007 ve 2009’da Kanada’nın en önemli müzik ödülü Juno’yu alınca da yolları iyice açılmış.
İstanbul’da bekleyenleri tahminimden de çokmuş. Grubun dört üyesi sahneye adım attığında coşkulu alkışlar duyduk. Patrick Watson, karanlık salonda sadece parmaklarının arasına yerleştirilen minik ışıklar yardımıyla görebildiği piyanonun tuşlarına dokunurken, dinleyiciler su gibi akan duruluktaki müzikle adeta büyülendi.
Son albümden “Beijing” en çok beklenen şarkılardan birisiydi. Bu şarkının kaydı sırasında stüdyoya bisiklet getirip tekerleklerin çıkardığı sesi de kullanmışlar. Tabii konserde o olanak yoktu ama uzandığı her yere vurup farklı sesler çıkaran bateristin performansı görülmeye değerdi.
Patrick Watson, bir yandan içkisini yudumlarken, bir yandan da yaptığı esprilerle konserin gerçekten keyfini çıkardı. Grubun kabare tarzına yakınlığı konserde daha çok ortaya çıktı. İzleyicilerle karşılıklı konuşmalar ve grup üyeleri arasında atışmalar gece boyunca sürdü.
Bir ara sahnedeki sandalyeleri salondaki seyircilerin tam ortasına koydular. Taburelerin üzerinde ayakta durarak gitar çalan müzisyenlere, yine sandalye tepesinde mikrofonsuz söyleyen Watson muhteşem falsettosuyla eşlik etti.
Watson’ın Amerika’nın ünlü şarkıcı ve bestecilerinden Dolly Parton’a adadığı “Big Bird in a Small Cage” adlı şarkı için hepsi birden bir mikrofonun başında toplandılar. Sonra bir ara Watson sahnede yalnız kaldı. Bir de baktık ki, hiç fark edilmeden kalabalığın arasına dağılan diğer üç müzisyen vokalde ona eşlik ediyor.
Gecenin en güzel anlarından birisi de, Patrick Watson’ın loop pedal ile sesini kaydedip kendisiyle düet yaptığı sırada yaşandı. O anda salonda yere düşen bir bira şişesinin çıkardığı ses de kayda girdi. Böylece o loop tekrar tekrar dönerken şişe sesini de sürekli duyduk.
Bütün bunlar olurken dinleyicilerin baştan sona çıt çıkarmadan grubu dinlemesi ise alkışlanacak bir durumdu. Son yıllarda konserlerde giderek artan konuşma gürültüsünden eser yoktu. Bunun nedeni, müziğe odaklı, bilinçli Salon dinleyicisinin farkı olsa gerek.
En sevilen şarkılarından “Wooden Arms”ı çalmasalar da, doğallığı, içtenliği ve müzikalitesiyle çıtanın çok üzerinde bir konserdi. Çıkışta “zamanı geri alıp, o iki saati yeniden yaşayabilsek” dedirtti bize...
(Konserde çekilen fotoğraflar Ali Güler'e, videolar bana aittir.)
Konserde çalınan parçalar:
1. Lighthouse
2. Beijing
3. Black Wind
4. Step Out For A While
5. Unknown
6. Big Bird In A Small Cage
7. Traveling Salesman
8. To Build A Home
9. Luscious Life
10. Where The Wild Things Are
11. Man Under The Sea
12. The Great Escape