18 Ekim 2011 Salı

İzlanda'dan deneysel pop


By on 09:39:00

© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 18 Ekim 2011

İzlanda, müzik dünyasına, çalışmalarında deneyselliğe yer veren çok sayıda önemli isim kazandırmış bir ülke. Björk, Amiina, FM Belfast, GusGus, Jonsi, Ólöf ve Ólafur Arnalds, Sigur Rós, Emiliana Torrini gibi müziklerinde deneyselliğe açık olan müzisyen ve gruplar hep bu ülkeden çıktı. 18-19 Ekim’de Salon’da iki konser verecek olan múm da bunlardan birisi.

Müziklerinde analog ve dijital teknolojilerle tasarlanan farklı ses tasarımlarına yer veren múm grubu, yaklaşık 14 yıl önce kuruldu. Bugüne kadar farklı müzisyenlerle çalıştıkları, folktronica ya da electrofolk'a yakın duran beş albüm yayınladılar. múm’un kurucularından, aynı zamanda bir şair olan Örvar Smárason, Rock'n Coke Festival için diğer grubu FM Belfast 'la birlikte bir süre önce İstanbul’a geldi. İKSV Binası'ndaki X Restoran'da kendisiyle buluşup konuşma fırsatımız oldu.

İstanbul’a geldiniz mi daha önce?

Daha önce bir kez daha gelmiştim. Bir DJ performansıydı, o zaman kente gün batarken varıp, tek gece kalarak dönmüştüm. Bu kez ilk defa gündüz de görüyorum güzel İstanbul’u.

Rock'n Coke'u nasıl buldunuz?

Harikaydı! Çok eğlendim. İyi vakit geçirdim.

18-19 Ekim'de İstanbul'da bu defa múm'la çalacaksınız. Grubun diğer kurucu üyesi Gunnar ve siz daha önce başka bir gruptaydınız. múm deneyimi nasıl başladı?

Yaklaşık 13-14 yıl önceydi. Evet, Gunnar ve ben bir rock grubundaydık ama sürekli müzik yapabileceğimiz bir grup kurmayı istiyorduk. Birlikte çalışıp eve döndüğümüzde, içimizde “Ben elektronik müzik yapmak istiyorum” şeklinde bir istek belirdiğini fark ettik. Bu istekle başladı. Bu nedenle ilk çalışmalarımız tamamen elektronikti. Daha sonra diğer grubumuz dağıldı ve múm asıl grubumuz oldu.

Bugüne kadar farklı müzisyenlerle çalıştınız. Şu anda grupta kaç üye var? Solo çalışmalarıyla beğeni kazanan Ólöf Arnalds da hâlâ sizinle mi?

Durum biraz karışık. Temelde Gunnar ve ben varız; müziğin büyük kısmını biz yapıyoruz. Ayrıca sürekli grupta yer alan beş üyemiz daha var. Onların dışında zaman zaman bizimle işbirliği yapanlar oluyor. Ólöf, son albümde bizimleydi, gelecek albümde de olacak sanıyorum.

2009’da beşinci albümünüz “Sing Along to Songs You Don’t Know” yayımlandı. O tarihten beri neler yapıyorsunuz?

Yaklaşık bir yıl turdaydık. Sonra da ben FM Belfast’la tura çıktım. Geçen kış da üniversiteye geri döndüm. Gelecek yıl yeni albüm yayınlamayı planlıyoruz.

Yaşadığınız coğrafya özel bir yer. Grubun soundunda ne ölçüde etkili oluyor?

Bizi asıl etkileyen unsur, içinde yaşadığımız topluluk, Sigur Ros gibi gruplarda müzik yapan diğer arkadaşlarımız. Ve elbette daha gençken dinlediğimiz müzikler var. Ama zaman geçtikçe esinlendiğiniz kaynakları unutup, kendi yolunuzu çiziyorsunuz. İzlanda’nın özellikle etkisi olduğunu düşünmüyorum. Zaman zaman ilham almak için kent dışına çıkıyoruz; çünkü oralarda doğa çok güzel ama doğrudan bir etkiden söz edemem. Sadece oralarda iyi zaman geçirmekten kaynaklanan bir etki olabilir.

Albümlerinize ve şarkılarınıza çok ilginç isimler veriyorsunuz. Örneğin “The Smell of Today is Sweet Like Breast Milk in the Wind” (Bugünün kokusu rüzgardaki anne sütü gibi tatlı) ya da “They Made Frogs Smoke Til They Exploded” (Kurbağaları Patlayana Kadar Pişirdiler” gibi. Nereden buluyorsunuz bu isimleri?

Çoğunlukla sokakta koşarken ya da yürürken geliyor aklıma bunlar.

O kadar basit mi?

Evet, birden geliyor aklıma. Bazen romanlardan da esinleniyorum. Şarkı yaparken her zaman boş bir kanvas vardır. Bazen içine önce sözleri koyarsınız ve devamı gelir, bazen de tek bir kelimeden doğar her şey.

Kayıtlarınızı hem geleneksel hem de bazı sıra dışı enstrümanlarla yapıyorsunuz. Sahnede ve kayıtlarda kaç farklı alet kullanıyorsunuz?

Canlı performanslarda olabildiğince çok sayıda alete yer vermeye çalışıyoruz. Tura çıktığımızda her şeyi taşıyamadığımız da oluyor. Grupta herkes birkaç alet çalıyor. En az 3’er desek, 7 kişiyiz, toplam 21 eder. Bunların hepsini sahneye taşımamız olanaklı olmayabiliyor ama albümlerde gerçekten çok sayıda, yüzlerce alet kullanıyoruz.

Kayıtlarınızı alışılmamış ortamlarda yapmayı tercih etme nedeniniz ne?

Stüdyo ortamından pek hoşlanmıyoruz. Temelde stüdyoya karşı değilim ama orada bir stres oluyor. Yapmanız gerekenler için bir beklenti var. O nedenle bütün aletleri toplayıp, herhangi bir yere giderek neler olacağını bekleyip görmeyi tercih ediyoruz. Okuyoruz, iyi zaman geçiyoruz ve rahatlıyoruz. Stüdyo bazen bir şeye odaklanmak gerektiğinde iyi ama yaratıcılık aşamasında pek bize göre değil. Reykjavik’te kendi stüdyomuz var ama başka bir yere tamamen taşınabilir durumda.



BUZ SAÇAKLARI VE YAPIŞKAN BANTLAR

Şarkılarınızda yaşamdan bazı doğal sesleri sample (ses örneği) olarak kullanıyorsunuz. Bu konudaki en sıra dışı deneyiminiz neydi?

Bunu tercih etmemizin asıl nedeni, müzik yapmaya başladığımızda elimizde kullanabileceğimiz sample’ların olmamasıydı. O nedenle sokağa çıktık ve aradığımız sesleri orada bulduk. Buz saçaklarını bilir misiniz? Ona vurduğunuzda kırılırken ilginç sesler çıkarır. İlk albümümüzde o sesleri duyabilirsiniz. Yapışkan bantları gerip dokunduğunuzda bas davul sesi çıkar, onu kullanmıştık.

Şarkılar nasıl ortaya çıkıyor? Önce sözler mi geliyor müzik mi, yoksa bu her şarkı için farklı mı oluyor?

Her şarkıda değişiyor. Her biri farklı yollar gerektiriyor. Bazen bir şarkıyı bir günde bitiriyoruz, bazen gelişemeden yıllarca sadece bir fikir olarak kalıyor aklımızda ve aniden ortaya çıkabiliyor. Gunnar’la ikimiz birbirimize sürekli fikirlerimizi iletiriz, diğeri de o fikrin üzerinde çalışır. En sonunda da ortaya çıkanı 3. bir kişiyle paylaşırız. Tümüyle tek bir kişinin ortaya çıkardığı şarkımız pek yok, bizim için olağandışı bir durum bu.

Hem İngilizce hem İzlanda dilinde şarkı yazıp söylüyorsunuz. Tercih etmeniz gerekse hangisini seçerdiniz?

İzlanda dilinde yazmak benim için daha kolay. Bu nedenle onu tercih ederim ama orada bizi anlayıp dinleyen insan sayısı belli; ama dünya çapında hitap edebileceğimiz çok daha büyük bir kitle var. O nedenle de her zaman İngilizce’yi yeğlerim. İnsanlar şarkı sözleriyle ilgilenmiyorsa umurumda değil aslında ama eğer sözleri de anlamak isteyenler varsa o zaman İngilizce olması çok daha iyi. İlk albümüzde tek bir vokalli şarkı vardı, ikincisinde yarı yarıyaydı. Üçüncüde birkaç tane enstrümantal yer aldı. Vokal durumu albümden albüme değişiyor.

Siz de albümlerinizde farklı elektronik davullar (drum machine) kullanıyorsunuz. Son dönemde bu konuda bazı tartışmalar oluyor. En son Foo Fighters’dan Dave Grohl’un bu aleti kullanan grupları eleştirdiğini okudum. Ne diyorsunuz bu konuda?

Belki o aleti yaratıcı bir şekilde kullanmayanları eleştirmeye çalışıyordur ama anlamıyorum ben bunu.

Davulcu karakterinin içini boşaltarak yok ettiklerini söylüyor.

Eğer elektronik davul kullanarak iyi müzik yapıyorsanız bu neden kötü olsun ki? Bir bardakla ya da el çırparak da iyi müzik yapılabilir. Bizim için bu açıdan hiçbir sorun yok. Ama sonuçta o bir davulcu. Bu da anlaşılabilir bir şey.

Müziğin internetten karşılıksız indirilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

Orada yanlış bir şey var ama bu insanların indirmesi değil. Çünkü insanlar internete ulaşmak için para ödüyor zaten. Yanlış olan, telefon şirketlerinin müziğimizi bize hiçbir şey ödemeden satması.

Sizin çözüm öneriniz ne?

Radyo herhangi bir şey çaldığında bunun karşılığını ödüyor. İnternette de aynısı olmalı. İnsanlar müziğe kolayca ulaşmalı, stream olanağı sağlanmalı ve telefon şirketlerinin sattığı müzikler için karşılık ödediği bir sistem kurulmalı. İnsanların müziğimi indirmesiyle ilgili bir sorunum yok, sadece şirketlerin bunu ticaret aracı yapıp, müzisyenlere hiçbir karşılık ödemeden kazanmasıyla ilgili sorunum var. Müzik endüstrisindeki sorunlardan sadece biri bu, başka birçok sorun var. Mesela albüm konsepti ölüyor. Artık bir albümün tümünü dinleyen insan sayısı az, tek tek şarkılar dinleniyor. Bir plak meraklısı olarak bence bu hiç iyi değil.

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate