24 Ekim 2011 Pazartesi

Neşeyle hüznün en dengeli bileşimi


By on 08:26:00

© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 24 Ekim 2011

Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı daha önce herkesin birlikte dans ettiği bir konsere sahne oldu mu emin değilim ama cuma akşamı bir ilk yaşanmış olabilir. Fransız müzisyen Zaz’ın (asıl adıyla Isabelle Geffroy) konseri çocuk, genç, yaşlı, kadın ve erkek bütün kesimleri buluşturup, aynı müzikle coşturdu. Girişte patlayan flaşlardan ünlülerin de konsere büyük ilgi gösterdiklleri anlaşılıyordu. Bir caz festivalinde hiç alışık olunmayan görüntüler vardı o gece.

Daha ilk albümünü geçen yıl yayımlayan bir müzisyenin böylesine büyük bir talep görmesi şaşırtıcı. Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi üzerinde yürürken mağazalardan bir yıl boyunca onun müziklerini duyduk, restoranlara gittiğimizde Zaz dinledik, DJ’ler onun şarkılarını çaldı. Bu durum sadece bizim ülkemize özgü de değil; 2010’da Avrupa’da “En Beğenilen Fransız Şarkıcı” unvanının sahibi oldu.

Neydi Zaz’ın müziğini her yaşa ve her kesime yakın kılan? Konserde bu sorunun yanıtını buldum. Sesi Edith Piaf’ı andırsa da, onunki gibi can yakıcı bir hüzün yok Zaz’da. Gençliğin hayal kırıklıkları var ama aynı zamanda umutlu. Müziğinin yansıttığı ruh hali, insanı pasifize edip sindirmiyor, tersine iyi hissettirip hareketlendiriyor.

Arada bir Piaf gibi sahnenin ortasındaki sandalyenin üzerine oturup, tek bir gitar eşliğinde söylediği daha hüzünlü anlar da var; fakat onun hemen ardından başlıyor el çırpmaya, hoplayıp zıplamaya. Siyah elbise giymiş ama enine rengarenk çizgili çorapları ve bir teki sarı, diğeri portakal rengi ayakkabılarıyla sahnede çocuklar gibi şen.

Aslında şovuna başlamadan önce kağıda yazıp Türkçe okuduğu metinden bunun arkasındaki nedeni de açıkladı Zaz. “Birkaç yıl önce çok önemli bir karar verdim. Başkalarını mutlu etmek için önce kendimi sevmeliyim. Bu, kendime de çok güzel bir hediyedir” dedi. İngilizce konuşamadığı için dinleyiciler arasından Fransızca bilen iki genci bulup onlar aracılığıyla verdi mesajını.

Sahnede caz müzisyenlerinin ciddiyetinden uzak, daha çok bir varyete şarkıcısı gibi ama yapmacık değil; sokak şarkıcılığı yaptığı dönemde edindiği sıcak tavırlarını büyük bir kapalı salona da aynen yansıtabiliyor. Müzik çalışmalarına 5 yaşında başlayıp, konservatuarda piyano, gitar, müzik teorisi ve koro şarkıcılığı eğitimi almış bir müzisyen Zaz. 14 yaşında bir blues grubuna katılmış, daha sonra çeşitli caz gruplarında yer almış. Konserdeki rahatlığı ve doğallığı, genç yaşına karşın, çok erken yaşta sahne tozu yutmasından kaynaklanıyor belli ki.

Sanatçı, caz, swing, blues ve şansonları pop unsurlarıyla buluşturup yorumladığı kendi adını taşıyan ilk albümünün birinci parçası “Les passants”la açtı konseri. Kontrbasları yolda kırıldığı için yoktu; ama ekibiyle birlikte, ülkemizde de çok sevilen albümden dokuz şarkı seslendirdi.



Bir ara aldı bagetleri eline bateri çaldı, elleriyle ağzını kapatıp kazoo taklidi yaptı, hayali trompetini çaldı, arada bir hüzünlendirdi, alkışlarla dinleyiciye ritim tutturdu ve sonunda “Je Veux” adlı şarkısında istisnasız salondaki herkesi ayağa kaldırıp dans ettirdi. Oturdukları yerden kalkıp sahnenin önüne yığılan hayranlarının ellerini sıktı; Lütfi Kırdar Salonu, birden Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’na döndü.

Konsere gösterilen aşırı ilgi, “Bu kadar abartacak ne var?” sorusunu sordurdu bazılarına. Zaz kadar ve ondan daha iyi müzisyenlerin yarısı boş salonlarda çaldığı bir ülke burası. Zaz, bir fenomen haline geldiği için ilgi biraz abartılıydı ama sonuçta çok güzel sesli ve yetenekli bir müzisyeni dinledik.



-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate