17 Kasım 2011 Perşembe

John Grant'ten mükemmel performans


By on 09:37:00

© Zülal Kalkandelen

Dün akşam John Grant'i ikinci kez dinlemek üzere Salon'daydım. Kendisini bu yıl Glastonbury Festivali'nde dinlemiş ve çok beğenmiştim. Olağanüstü güzel bir sesi var John Grant'in. Öyle bir ses ki, bir tek piyano ile büyük bir gruptan çok daha etkili olabiliyor.

Glastonbury'de ana sahneye göre daha küçük olan Park Stage'de akşamüstü çıkmış, çok kalabalık olmayan bir kitleye seslenmişti. En önde durup dinlemiş, festivalin en güzel konserlerinden birine tanık olmuştum.

Aynı deneyimi kapalı bir yerde, üstelik Salon gibi müzisyenle dinleyicinin etkileşimine açık bir mekanda yaşamayı heyecanla bekliyordum. Saat tam 21.30'da Glasto'da da bazı şarkılarda kendisine tuşlu çalgılarda eşlik eden müzisyenle birlikte sahnedeydi John Grant.

Dinleyicileri Türkçe selamladı, şarkı aralarında bol bol Türkçe konuştu. Uzun yıllar Almanya'da yaşadığı için Türklerle sürekli karşılaştığını söyledi. Anlaşılan dile de meraklı, birçok kelimeyi çok düzgün bir şekilde telaffuz edebilir hale gelmiş.

Müzisyenlerin konserlerde şarkıların öyküsünü küçük anekdotlarla anlatması çok hoşuma gider. John Grant de öyle yaptı. Günlük hayattan, ailesinden, arkadaşlarından ne kadar çok esinlendiğini anlamış olduk böylece. "Chicken Bones" adlı şarkısında, adından da tahmin edilebileceği gibi Brooklyn'de yere atılan tavuk kemiklerinden esinlenmiş. Amerika'da bulunanlar bilir; çöp kenarlarında, yerlerde tavuk kemikleri görürsünüz sürekli. Çünkü Amerika, dünyanın en çok tavuk tüketilen ülkesi...

Konserde çaldığı parçaların listesi yandaki fotoğrafta var. Benim tekrar dinlemeyi en çok istediğim şarkı, Grant'in yaşama veda eden büyükannesine yazdığı "Little Pink House"du. Ama müzisyenler kendileri sormadıkça, şarkı ismi bağırarak istek yapmayı hiç sevmiyorum. O nedenle umarım söyler diyerek bekledim.

Sonunda "Şimdi çalacağım şarkıyı büyükannem için yazdım" deyince kendimi tutamayıp "Little Pink House" dedim. Şarkının hikayesini bilmem onu şaşırtmış görününce, "Sizi bu yıl Glastonbury'de izledim" dedim. Böylece başlangıçta sözünü ettiğim müzisyen-dinleyici etkileşimine bir örneği de ben yaşamış oldum.

Asıl sürprizi ise, konser çıkışında yaşadım. Bir grup arkadaşla birlikte imza almak üzere John Grant'in yanına gittik. Sıra bana geldiğinde, John Grant'in "Zülal" demesiyle bir an donakaldım. O anda anlaşıldı ki, sevgili Aslıhan Tuna Grant'e adımı öğretmiş. Böylece ilk kez bir Amerikalı'nın doğru telaffuzla "Zülal" deyişine tanık oldum.

John Grant'e konser posterini imzalattım. Adımı kendi kendine yardım almadan yazışı ayrıca şaşırttı beni. Salon konserinin Glasto performansından bile daha iyi olduğunu söyledim. "Öyle mi diyorsunuz? Gerçekten mi?" dedi. Daha sonra kendisine hoşça kal diyerek Salon'dan ayrıldık.

Bana göre John Grant, bugün müzik dünyasının ozan şarkıcı geleneğini sürdüren en güçlü isimlerinden. Müzik yapmak için gereken yeteneği ve çok kuvvetli bir sesi var. O, gücünü bu ikisinden alıyor. Şarkılarını kendisi yazıyor. Müzik yapmak için bir gruba ihtiyacı yok. Bütün bunların yanında bir de artısı var: Hem çok esprili, hem de dinleyicisiyle çok sıcak bir ilişki kurabiliyor. En kısa zamanda tekrar gelmesini diliyorum.

Grant'in konserde söylediği yeni şarkısı "Vietnam"ı kaydettim. Aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz.



(Fotoğraflar ve video bana aittir.)

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate