© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 15 Nisan 2012
Sleep Party People’ı ilk dinlediğinde aklına hemen “Donnie Darko” gelenlerden biriyim. Richard Kelly’nin karanlık, garip, kışkırtıcı ve son derece ilginç filmi, bana göre tüm zamanların en yaratıcı filmleri arasında. Sleep Party People ise, multi-enstrümantalist Brian Batz’ın bir projesi. Danimarkalı müzisyen Batz, bütün şarkıları kendisi besteleyip, aletlerin büyük kısmını çalıyor ve kaydediyor, şarkı sözlerini de yazıp albüm prodüktörlüğünü yapıyor. Yani bir elinde 10 marifet olanlardan kendisi.
2010’da “Sleep Party People” adıyla yayımlanan ilk albümden sonra, dört müzisyenle birlikte oluşturdukları grupla Efterklang, Trentemoller ve The Antlers ile turneye çıktılar. Albüm sounduna göre konserlerde sergiledikleri daha sert ve güçlü performanslarıyla beğeni kazandılar. Canlı performanslarına ait videoları Youtube’a konulunca yoğun ilgi gördü ve daha ilk albümle önemli bir hayran kitlesi edindiler.
Sleep Party People ile “Donnie Darko”yu özdeşleştirmemin tek nedeni, grup elemanlarının konserlerde utangaçlıktan taktıkları tavşan maskesi değil; post-rock ile shoegaze karışımı, “dream-gaze” diye anlatılabilen ama tam bir nitelemesi yapılamayan müzikleri. Tavşan maskesi ilk fişeği çaksa da, insan müziği dinledikçe, gerçeküstücü bir anlayışı yansıtan filme bundan daha çok uyan bir müzik düşünülemez diyor.
Brian Batz’ın elektronik aletlerle işlenerek neredeyse ürkütücü bir tona erişen ince sesi, uyanık olma ile uykuya dalma arasındaki geçiş halindeki mırıldanmalar gibi. Sanki bir rüyanızda gittiğiniz partiyi görüyorsunuz; bazı görüntüler geçiyor zihninizden ama ne olduklarını net göremiyorsunuz. Böyle bir ruh halinin izdüşümleri var şarkılarda. Vokaller, bana kimi zaman Bon Iver’in kırılganlığını, kimi zaman da Sigur Ros’un yoğun melankolisini anımsatıyor.
Şarkılar, elektronik ile organik seslerin kaynaşmasıyla ambientvari bir havada başlayıp, gitar ve davulların girişiyle post-rock deneyselliğine geçerek ivme kazanıyor. Albümün açılışını yapan “A Dark God Heart”, “Melancholic Frog” ve “Heaven Is Above Us”ın belirleyici unsuru, Erik Satie’yi hatırlatan minimalist piyano ve yaylı tınıları. “Chin” ve “We Were Drifting on a Sad Song”da ise, elektro pop/disko soundu devreye giriyor.
Ancak ilginç olan nokta, albüm boyunca şarkıların başıyla sonu arasında sound konusundaki belirsizlik. Şarkılar kendi içinde de değişim gösterip, aniden tamamen farklı bir kulvara da dönebiliyor. Erik Satie gibi başlıyor ama Sigur Ros ya da Mogwai gibi sonlanabiliyor.
Bir kaleidoskopun içine baktığınızda gördüğünüz renk ve imaj çeşitliliği karşısında adeta hipnotize olmanız gibi, bu albümü dinlerken de ses karmaşası içinde aynı duyguyu yaşıyorsunuz. Ancak bu dağınık, bütünlükten yoksun bir karmaşa değil. Burada karmaşayı olumlu anlamda kullanıyorum. Organik ile dijitali birleştiren, karanlık ama depresif olmayan, sanki başka bir dünyaya aitmiş hissi verecek kadar garip ama aynı anda da gerçek dünyaya ait yoğun bir duygusallık içeren, melodik ama alabildiğine deneysel bir müzik söz konusu.
Toplam 43 dakika süren dokuz şarkıyı dinlerken zaman zaman bu müziği yapanlar uzaylı ya da farklı bir yaratık mı diye kendinize sorabilirsiniz. Yanıtı bulmak için albüm kartonetine bakarsanız, Roby Dwi Antono tarafından yapılan çizimleri görürsünüz. Kulakları olan insan kalbi, garip bir yaratığın üstüne binmiş örgü ören tavşan ve onun alnından fışkıran insan başı aklınızı iyice karıştırır. David Lynch’e yaraşır çekici bir tuhaflık vardır çizimlerde ve müzikte. Sonuçta o soruya yanıt bulmak zor olabilir; ama bence Sleep Party People yanıtı çok daha önce “I’m Not Human At All” diyerek verdi zaten.