10 Mayıs 2012 Perşembe

Kishi Bashi - Of Montreal @ Babylon


By on 10:30:00

Dün akşam merakla beklediğim Kishi Bashi ve Of Montreal konserleri için Babylon'a ilk giren dinleyiciydim. Konser salonlarının konser başlamadan ve henüz dinleyiciler içeri girmeden önceki halini çok seviyorum. Biliyorum işin doğasına ters bir durum bu ama o büyük ve tenha ortamda çalan müziği yüksek sesle dinlerken çok zevk alıyorum. Sonra yavaş yavaş insanlar giriyor salona ve konuşma sesi müziği bastırmaya başlıyor. Her şey mantık ve saygı çerçevesi içinde yürüse, müzisyenler sahneye çıktığında o uğultunun kendiliğinden sona ermesi gerekir ama öyle olmuyor...

Dün akşam da Kishi Bashi sahneye 21.45 civarında çıktı, elinde kemanıyla yalnızdı; Japon köklerinden gelen bir kibarlıkla merhaba dedi, ülkemizi sevdiğini, İstanbul'da bütün gün çok güzel zaman geçirdiğini, hatta Ayasofya'da duygulanıp neredeyse ağladığını söyledi. Çok az sayıda insan gelmişti Kishi Bashi'yi dinlemeye. Açıkçası yılın en iyi alt-pop albümlerinden birini yapan müzisyene gösterilen ilginin azlığı üzücüydü. Ama konser öncesinde karşılaştığım sürekli müzik yazıp konuşan bir arkadaşımızın bile bu ismi hiç duymadığını öğrenince, durumun umutsuzluğunu daha iyi anladım.

Kishi Bashi, aşk şarkıları söyleyip kendisini dinlemeye gelenlerle iletişim kurmaya çalışırken, ben de yanımda sürekli bağırarak konuşan iki kadınla mücadele ediyordum. Konser öncesindeki insansız mekanın sükûnetini sevmekte haksız mıyım?

Kısa bir performans sundu K Ishibashi; geçen ay yeni çıkan "151a" adlı solo albümünden şarkılar çaldı bize. Birkaç şarkıda davulda ve nefesli çalgılarda bir başka müzisyen eşlik etse de, genel olarak tek kişilik orkestra gibiydi. "Beatboxing" tekniğiyle çıkardığı sesleri loop'a alıp kendi kendisiyle düet yaptı; hatta bir ara 4-5 ayrı loop'u birbiriyle kaynaştırdı. Kemanını bazen yayıyla, bazen de sanki bir ukuleleymiş gibi tellerine dokunarak çaldı.

Tek kişi olmasına karşın, çok katmanlı bir müzik yapıyor Kishi Bashi. Akustik ile elektroniği buluşturan, geleneksel ile çağdaşı aynı potada eriten, ufuk açıcı bir müzik onunki. Üstelik bunun üzerine zarif bir vokal katkısını da ekleyince, kendisine özel bir sound çıkıyor ortaya. "I'm the Antichrist to You", bu yıl duyduğum en güzel şarkılardan biri. Bir insan, böyle şarkı yapıp sahnede tek başına seslendirebiliyorsa, insanoğlundan hâlâ umut kesilmez. Yolun açık olsun Kishi Bashi.

***

Sıra Of Montreal'e geldiğinde salon dolarken, sahne de sekiz müzisyenden oluşan grubun çıkışıyla bir anda kalabalıklaştı. Kishi Bashi de kıyafet değiştirip grupta yerini almıştı. İlk birkaç dakika ister istemez müzisyenlerin farklı kostümlerini incelemekle geçti. Ama dikkati dağıtan sadece o değildi. Sahne duvarındaki video ekranda dönüp duran renkli şekiller, desenler ve imajlara takılıyordu gözüm. Müziğin görselleştirilmesi beni fazlasıyla düşündürüyor. Bu konudaki çekincelerimi söyleyince, "Konser zaten görsel bir etkinlik değil mi?" sorusunu çok duyarım. Hem göze hem kulağa hitap eden bir etkinlik olsa da, görmeyle ilgili unsurların baskın olduğu noktada ben tedirgin olmaya başlıyorum. Of Montreal konserinde kıyafetler ve video dışında balonlar, sürekli kostüm değiştirip süpermen, domuz, memeli şeytan vb. kılıklarına giren iki animatör de vardı. Balkona tırmanıp seyircilerin arasına karıştılar, Kevin Barnes'ı kucaklarına aldılar, hopladılar, zıpladılar, yuvarlandılar...

Of Montreal'in konserleri tiyatroyu andıran bir şova dönüşüyor. Birkaç yıl önce New York'ta vokalist Kevin Barnes'ın beyaz bir canlı atın üzerinde çıplak bir şekilde şarkı söylediğini biliyorum. Onlar konseri, hem göze hem kulağa yönelik bir şov olarak kurguluyan gruplardan.

Dün de sahnede 10 kişi vardı ve çılgınca görünüyordu her şey. Bu manzara, Of Montreal'in müziğindeki saykedelik his ile uyuşuyor ama nereye bakacağımı şaşırdığım anlarda müziğe tam olarak odaklanmadığımı düşünüyorum. Göz ile kulak uyumlu gözükse de, o anlarda göz kulağı yönetiyor bana kalırsa. Bu, derinlemesine tartışılacak bir konu elbette. O nedenle burada fazla ayrıntısına girmeyeceğim ama Of Montreal konserinde sahnede neler olduğu hakkında bir fikir vermesi açısından anlattım.

Grubun performansına gelince, söylenecek söz şu: Çok sağlam bir yapısı var müziklerinin. Bazı şarkılarda beş gitar birden çalınıyor ve dolayısıyla güçlü gitar soundu sürükleyici bir etki yapıyor. Vokalist Kevin Barnes, karizmatik bir grup lideri. Farklı enstrümanları yetkinlikle çalabiliyor, sesini çok iyi kullarak dinleyiciyi tamamen avucunun içine alıyor ve kendine güveni tam. Konser boyunca zaman zaman Prince'i çok hatırlattı bana. Kırmızı gömleğini çıkarıp çıplaklığından duyduğu gururu yansıtarak sahnenin bir soluna, bir sağına kasılarak yürüyüşü ve sesini inceltirken seksapelini öne çıkaran beden dili aynı Prince. Glam rock dönemine özgü bir tavrı da var ayrıca. Bu ikisini harmanlayıp kendi tarzını yaratmış.

Sahnede deliler evini andıran görüntü konusundaki düşüncemi yukarıdaki satırlarda özetledim. Bana göre, konserin en güzel dakikaları ise, "The Past Is a Grotesque Animal" adlı şarkının söylendiği zamandı. Şarkının kendisi zaten muhteşem ama gerçekten 11 dakikayı aşan bu şarkının olağanüstü bir canlı versiyonunu dinledik dün akşam. Konser boyunca salonda oldukça loş bir aydınlatma tercih edilmişti; bu şarkı çalınırken biraz daha karanlık oldu mekan ve gözler geri plana alınıp, ip kulakların eline verildi. Kulaklarımın duyduğu o kadar kusursuzdu ki, ruhum çok mutlu oldu.

Sonuçta beni düşündüren ve mutlu eden bir konserdi.

(Setlist: Gelid Ascent - Spiteful Intervention - The Party's Crushing Us - Suffer for Fashion - You Do Mutilate? -St. Exquisite's Confessions - Bunny Ain't No Kind of Rider - Dour Percentage - We Will Commit Wolf Murder - She's a Rejector -Nonpareil of Favor - Heimdalsgate Like a Promethean Curse - The Past Is a Grotesque Animal - Authentic Pyrrhic Remission )

(Fotoğraflar bana aittir.)

-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate