© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 17 Temmuz 2012
Eylül 2007’de festival sezonunun ardından yazdığım bir yazının son cümlesi şöyleydi: “Gençlerin bütün bir hafta sonunu müzik dinleyip, çocuklar gibi koşup oynayarak, dans ederek geçirmelerini ve en önemlisi bunu kendi ülkelerinde yapmalarını sağlayanlara teşekkürler.”
Bu yıl henüz festival sezonu bitmedi ama bu cümleyi aynı sevinçle söyleyemiyorum. Çünkü gençlerin artık kendi ülkelerinde özgürce festivalde eğlenmeleri olanaksız bir hal almaya başladı. Geçen hafta sonu İstanbul’da yapılan One Love Festival’a alkol yasağının gölgesi düştü.
Cumartesi öğlen saatlerinde Bilgi Üniversitesi’nin Eyüp’teki kampüsü Santralİstanbul’da alkol satılamayacağı duyuruldu. Bir grup yobazın son haftalarda yoğunlaşan baskısı, Yeşilay ve Eyüp Belediyesi’nin çabalarıyla oldu bu. Festivalin sponsoru Efes Pilsen olduğu için “Eyüp’te bira festivali yapılamaz!” diyenlere karşı dik duruş sergilenemedi ve yine geri adım atıldı. 18 yaşını aşmış, oy verip ülke yönetiminde söz sahibi olan gençlerin İstanbul’un orta yerinde bira içmesi yasaklandı.
Ben bu yazıyı sponsor firmayı korumak için yazmıyorum; zira aynı firmanın bağlı olduğu grubun, HES projelerine karşı gelen halka uygulanan zulümler nedeniyle korunacak bir yanı yok. Benim derdim, dinci iktidarın alkol yasağını giderek genişletip İstanbul’un göbeğine kadar getirmesi.
Olayı “2 gün bira içmeseniz ne olur? Alkolsüz eğlenemiyor musunuz?” şeklinde sığ bir açıdan yorumlayanlar da var tabii. Oysa erişkin bir insanın hayatını nasıl yaşaması gerektiğini dini nedenlere bağlayarak dikte eden bir iktidar baskısına topyekün direnmek gerekir.
Sonuçta herkesi birleştirmesi gereken bir müzik festivali, etkinliğin girişine gelip “Tekbir!” diye bağıran Alperenlerle orada bira içenler arasında çıkabilecek olayları düşünmekle geçti; herkes çok tedirgin oldu. Festivalin kapısına gelip bira içenlere "Kabahatler kanunu çiğniyorsunuz" diyen zabıtanın baskısı da cabasıydı. Bir yandan Diyarbakır’daki utanç verici olaylar, diğer yandan Eyüp’teki yobaz ayaklanışı yüzünden, One Love bu yıl eski tadından, enerjisinden yoksundu.
Yaşananlar nedeniyle biletini iade edenler de vardı ve katılımcı sayısı geçmiş yıllara oranla düşüktü. İlk gün kapılar duyurulandan yaklaşık 1 saat geç açıldı; bu yüzden konserlerin başlama saatleri ve süreleri açısından aksamalar oldu.
Açıkçası ben böyle bir olay karşısında daha net tepkiler, daha güçlü sert çıkışlar beklerdim ama olmadı. Bir toplumun özgürlüklerine en çok sahip çıkması gereken kesimi gençlik, bu ülkede uzun yıllardır pasifize edilmedi mi? Siyasetle hiç ilgilenmeyen, etraflarında ne olup bittiğine hiç bakmayan, ülkede yer yarılsa sosyal medyada hala her konudan espri çıkarma yarışına girişen, içi boşaltılmış bir gençlik yaratılmadı mı? Yaratıldı. Yanlış anlaşılmasın; bireysel anlamda bunun tersi yönde tavır alanlar var elbette ama benim söylemek istediğim; bu ülkede toplumun en dinamik olması gereken kesimi gençliğin aşırı derecede tepkisiz olduğu. Ne zaman ki işin ucu kendilerine dokundu o zaman rahatsız olmaya başladılar...
PULP'IN ENERJİSİ İZLEYİCİDE YOKTU
Sonuçta bu bir müzik yazısı olacaktı ama yaşananlardan sonra müzik ikinci plana düştü. Yine de bütün bu olanlara ve moral bozukluğuna karşın müziğe sığındı insanlar. İlk gün ana sahnede Damien Rice, Yuck ve Kaiser Chiefs, birinci sınıf performanslarıyla yüzümüzü güldürdü. Günümüzün en sağlam müzik yapan gruplarından Yuck, erken saatte çalmasına ve ilk gün olayların en yoğun olduğu saatlerde konser vermesine karşın, ilgiyle dinlendi. Daha önce yurtdışında gördüğüm performanslarından bir farkı yoktu; yine çok uyumlu ve sürükleyici çaldılar.
Damien Rice'ı daha önce kapalı salonda dinlemiş ve sesinin gücünden etkilenmiştim. Festivalde yer aldığını duyunca sadece akustik gitarıyla folk rock türündeki şarkılarının izleyiciyi kavrayıp kavrayamayacağı konusunda endişeliydim. Ancak endişem geçersiz çıktı; sesinin gücü santralistanbul'a da yetti. Umduğumdan çok daha iyi bir konserdi; müzik atmosfer içinde kaybolmadı, kendi atmosferini yaratmayı başardı. Bana göre en zoru da bu. İnleyen gitarların, patlayan davulların ve oradan oraya koşturan vokalistin olduğu bir grubun ilgiyi kendinde toplaması zor değil ama tek bir gitarla sahnede durup duygusal şarkılar söyleyen bir müzisyenin yalnız başına dikkatleri çekmesi, eğer yeterince güçlü bir sesi ya da müziği yoksa kolay değil. Damien Rice bunu başardı; üstelik şarkılarının çoğunu bilmeyen bir topluluğun önünde başardı.
Alternatif rock grubu Kaiser Chiefs de beni şaşırtacak kadar iyiydi; kalabalığa sadece enerji aşılamakla kalmadı, vokalist Ricky Wilson sahneden inip elindeki birayı izleyicilerle paylaştı. Festival tarihimize trajik bir anı olarak kayda geçti o anlar.
Gündüz saatlerinde aşırı sıcakta sahneye çıktıklarından yerli grupların çoğunu izleyemediğimi itiraf etmeliyim. Yalnızca Replikas ve On Your Horizon'a bakabildim. Replikas'ın geç başlayan konseri, 20 dakika sonra ezan sesi duyulunca sona erdi ve tekrar devam etmedi. Normal bir ara verme değildi. Yıllardır bu ülkede konser, festival takip ediyorum, aradaki farkı anlayabilirim.
İkinci gün konser verenlerden Selah Sue'nun festivale uygun bir isim olduğunu düşünmüyorum. Çünkü kapalı salonda çok daha iyi sonuç veren bir sesi ve müziği var. Her sesi güzel olan ne yazık ki festival ortamına uygun bir performans sergilemiyor; birçok farklı etkenin ilgiyi rahatlıkla dağıttığı açık hava alanda kalabalığı müziğiyle sahne önüne çekmek çok kolay bir şey değil. Festival performansı ile kulüp performansı arasındaki fark bu.
İkinci günün tartışmasız en iyisi, beklendiği gibi Britpop’un ünlü grubu Pulp oldu. 2002’deki konserden 10 yıl sonra şehrimize yeniden ayak bastı Jarvis Cocker ve ekibi. Yine bir an yerinde durmadı; “Hardcore”, “Disco 2000”, “Do You Remember the First Time?”, “I Spy” gibi çok sevilen şarkılarını seslendirirken kan ter içinde kaldı Jarvis. "Bir gruba liderlik edecek müzisyenin sahnedeki özellikleri ne olmalıdır?" diye soran varsa, Jarvis'in konser videolarını alıp izlesin. Karizması, içinde bomba gibi patlayan tutkusunu aynen izleyiciye sunuşu ve teatral tavırlarıyla eşsiz bir vokalist o. Özellikle “Common People”da One Love’ı da havaya kaldırdı ama geçen yıl Glastonbury’de izlediğim Pulp, oradaki kalabalığın coşkusuyla çok daha etkileyiciydi.
Böylece bir One Love daha bitti. Birçok sorun arasında siyasetin kapanına sıkıştı festival. Siyasetle hiç ilgilenmeyenler bile şimdi sosyal medyada “özgürlüğüne sahip çık” diyor. 10 yıldır Türkiye’deki özgürlük ihlalleri karşısında sustuktan sonra epeyce geç kaldı bu talep ama umarım etkili olur. Ses çıkarmak açısından yapılması iyi tabii; ancak ben artık bu noktada Türkiye'de yaşanan sorunların tweetlerle, imza kampanyalarıyla ya da Taksim-Tünel arası yürüyüşlerle aşılabileceğini sanmıyorum.
(Fotoğraflar bana aittir.)
_