19 Ağustos 2012 Pazar

Vitrindeki Albümler 128: Dead Can Dance - Anastasis (PIAS)


By on 09:09:00

© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 19 Ağustos 2012

Yılın en heyecanla beklediğim albümlerinden biriydi Anastasis. Dead Can Dance grubunun yeni albüm yayınlayacağı geçen yıl duyulduğundan beri nasıl olabileceğini hayal ettim. İngiliz müzisyen Brendan Perry’nin Avustralyalı sanatçı Lisa Gerrard ile başlattığı DCD macerasını, her zaman ilgiyle ve yakından izledim. 1981’de grup kurulmadan önce Melbourne’de The Little Band adı verilen deneysel post-punk akımı sırasında tanışmış ikili. (Lisa Gerrard, Perry ile tanıştığında 17 yaşında olduğunu söylemişti bir röportajında, demek ki Perry de 19'undaymış o sırada.) Brendan Perry, enstrümanları alışılmışın dışında deneysel yöntemlerle çalan ve ticari başarıdan çok, sanatsal açıdan gelişime önem veren birçok ufak grubun bir araya geldiği o atmosferde Lisa Gerrard’ı ilk kez santur çalarken görmüş. Kendisi o sıralarda Scavengers adlı bir punk grubunda bas çaldığı için, Gerrard’ın müziğini ilk zaman oldukça avangart bulduğunu anlatır.

Perry 1981’de grubu kurduktan kısa bir süre sonra, Gerrard da elektronik perküsyon ve geri vokalde katkıda bulunmak üzere ona katılır. 1982’de Londra’ya taşınmalarının nedeni, müziklerini daha geniş kitlelere ulaştırmaktı. Bağımsız plak şirketi 4AD ile anlaşma imzalamalarıyla bu yol önlerinde tamamen açıldı.

Aradan geçen onca yılda DCD’nin müziğini anlatmak hep zor oldu; çünkü müziğe yaklaşımlarının temeli, farklı kültürlerin buluşma noktasından hareketle iç seslerini dinleyip, kendilerine ait özel soundu bulmaktı. O soundun, dünya müziği, neo-klasik, new age, ambient, goth rock, post-punk, dark wave gibi farklı türleri barındırmasındaki ana neden bu. Çevreden gelen etkilere her zaman açık kalarak, onların kendi potalarında özünü çıkarıyorlar ya da onlara yeni bir karakter veriyorlar. Bu aşamada o farklı etkiler üzerinde bir kontrollerinin olmadığını; çünkü her şeyin bilinçaltına yerleşip ortaya döküldüğünü söylüyor Brendan Perry. Dolayısıyla DCD’nin yaptığı müzik, mistik, büyüleyici ve karanlık. İnsanı heyecanlandıran bir his var şarkılarında ama bu neşe ya da coşku değil, dinledikçe insanı bir bilinmeyene doğru çeken, cazibesine karşı koyulamayan bir güç gibi.

Bütün bu özelliklerin yanına Lisa Gerrard’ın benzersiz alto sesini ve Brendan Perry’nin güçlü bariton vokalini ekleyince, DCD’nin müzik sahnesindeki en ilginç kadın/erkek ikilisi olarak yeri iyice belirginleşiyor. 1984’te grupla aynı taşıyan ilk albümden 1996 tarihli Spiritchaser’a kadar 7 stüdyo, 1 konser albümü yayınladı grup. 1998’de hem romantik ilişkilerini hem de müzikteki birlikteliklerini sonlandırarak yollarını ayırdılar. Her güzel şeyin bir gün biteceğini biliriz ama DCD gibi zengin müzik yapan bir grubun dağılması gerçekten üzücüydü. Sonunda Gerrard da Perry de kendi solo çalışmalarına döndüler. Gerrard, Hans Zimmer ile çalıştı, “Gladiator” filminin müziklerini yaparak Altın Küre kazandı ve çeşitli işbirliklerinde yer aldı. Perry, Kuzey İrlanda sınırındaki 1855’te yapılan Quivvy kilisesini alarak muhteşem bir stüdyoya çevirdi. Aynı zamanda içinde yaşadığı bu yapıyı türlü enstrüman ve ekipmanla donatarak solo albümlerini burada kaydetti.

Artık tamamen bittiğini düşündüğümüz DCD’nin 2005 yılında bir turne için bir araya gelmesi, sevindirici bir sürpriz oldu. Bu turne sırasındaki bazı canlı kayıtların yayınlanmasıyla bir süre avunduk ama sevenlerinin içinde hep yeni bir albümün özlemi vardı. Geçen yıl hiç beklemediğimiz bir anda önce albüm ve ardından da dünya turnesi haberi geldi. Bu yıl haziran ayında Anastasis’den ilk şarkı Amnesia internette yayınlandı. 25 Haziran 2012 tarihinde şarkıyı duyduğumda hissettiklerimi bloga yazmıştım. (Blogdaki o yazı bu linkten okunabilir: http://zulalmuzik.blogspot.com/2012/06/kimsenin-ulasamayacag-yere-ulasan.html) Brendan Perry’nin sesini hep çok sevdim ama bu albümde içimde daha derin noktaları sarstı; DCD’nin ilk dönem albümlerini dinleyince sesinin zaman içinde olgunlaştığını söylemek mümkün.



Sekizinci stüdyo albümlerinin adı Anastasis, Yunanca “yeniden diriliş” anlamına geliyor. Küllerinden yeniden doğan Dead Can Dance için kanımca bundan daha anlamlı bir albüm adı seçilemezdi. Grup, Anastasis’te tam anlamıyla ayağa kalkıp dimdik durmuş. DCD’nin daha önceki albümlerini bilenler için çok değişik ya da sıradışı bir albüm değil Anastasis; ama hiçbir açıdan onlardan geride de değil. Toplam 8 şarkının yer aldığı 56 dakika, bana göre Dead Can Dance kariyerinin en başarılı kayıtlarından birisi.

Albüme Yunanistan, Türkiye, Kuzey İrlanda (Kelt), Kuzey Afrika ve Ortadoğu müziklerinden belirgin etkiler yansımış; ilginç olan dünyanın farklı yerlerinden gelen bu seslerin İrlanda’ya ulaşıp Quivvy Stüdyosu’nda aldıkları şekil. Perry ve Gerrard, bugüne kadar yaptıkları müziğe daima deneysel bir bakış açısıyla yaklaştılar; bu albümde de ortaya koydukları müzik işçiliği ve sanatı çok yüksek seviyelerde.

Anastasis boyunca tema olarak yine insana ve hayata dair ilginç tespitler var. Mitoloji ve mistik referansları şiirsel bir akıcılıkla anlatma yeteneği var Brendan Perry’de. Amnesia'da insan gelişiminde hafızanın önemine değinirken, açılışı yapan Children of the Sun'da çağlar boyu verilen savaşlardan sonra insanoğlunun artık evrildiğini, Woodstock kuşağının ideali barış ve sevgi dolu bir dünyanın iktidarlara hizmet edenler tarafından engellenemeceği mesajını veriyor. Orkestra enstrümanlarını, üflemeli ve yaylıları ön plana çıkaran şarkı Perry’nin vokaliyle yer yer görkemli bir marş havasına bürünüyor.

8 şarkıdan 4’ünde Perry, 3’ünde Gerrard ana vokaldeyken, Return of the She-King'de birlikte söylemişler. Kelt gaydalarının sesiyle uzun bir girişten sonra Gerrard’ın başka bir evrenden geldiği hissini uyandıran pürüzsüz sesine arkadan bir koro eşlik ediyor. Üflemelilerin ve perküsyonun devreye girişiyle 5. dakikada şarkı bir dönüşüm geçiriyor ve Perry’nin sesi duyuluyor. Arkasından ikilinin düeti başlayınca sanki dev bütçeli bir tarihi filmin tematik müziğine dönüşüyor şarkı. Şarkın kendi içindeki değişimi ve ikili karakteri, taşıdığı isim gibi Perry- Gerrard ikilisinin geri dönüşünü simgeliyor adeta. Kurgusu, enstrümantasyonu ve vokalleriyle albümün en önemli şarkılarından birisi bu.

Amnesia’dan sonraki favori şarkım Opium'da, “Bazen bütün anıları geride bırakıp ayrılmak istediğimi, kapıdan çıkıp gitmek istediğimi hissediyorum. Kara gece beni çağırıyor ama bütün yollar birbirine benziyor, hiçbir yere varmıyorlar” diyor Perry. Yine albümün etrafında döndüğü noktaya, geçmiş ve gelecek arasında durduğu yere dönüyor. Sözleri depresif olsa da müziğin bana verdiği duygu farklı; sevinçten değil ama sıkışıp kaldığınız bir yerden kanatlanıp uçmak istediğiniz anlarda içinizde doğan o rahatsız ama tutkulu savrulmayı hatırlatıyor. Bu duyguları tek bir benzetme ile anlatabilmek Perry'nin yeteneği; rüzgara tutuklu kuştan söz ettiğinde hissettiklerimi bir anda özetliyor.

Gerrard’ın vokali üstlendiği şarkılar arasında Agape, bana albümde en uzak duran şarkı oldu. Vokalle ilgili bir sorun yok elbette ama melodideki Ortadoğu etkisi bana biraz fazla geldi; ben daha çok Kuzey Afrika kabile ritimlerini içeren şarkıları tercih ediyorum. Kapanıştaki All In Good Time, “Bana sabrın bir erdem olduğunu öğrettin. İşi doğaya bırakıp zamanın geçmesini bekledim. Her şey iyi bir anda oluverdi” diyor Perry. Yıllar geçip yaşlandıkça sabretmeyi ve her şeyin aynı anda olmasını beklememeyi öğrenmeyi tavsiye ediyor herkese. Sonunda istediklerinin olması, yeniden dirilişin olumlu sonuçlandığını anlatıyor muhtemelen.

Dead Can Dance’den yeni albüm gelsin diye 16 yıl bekledik ama buna fazlasıyla değdi. Albüm kapağında gözüken ayçiçekleri, 16 yıldır hüzünle boynunu büküp güneşte susuzluktan kurumuştu belki ama umut bitmemişti; çünkü kökler sağlamdı, bir umut doğdu, yağmur yağdı, kuraklık bitti. DCD yeniden doğdu!

(Not: Albümün tümü Dead Can Dance'in sitesinde stream yoluyla dinlenebiliyor.
http://deadcandance.com/presaleassets/anastasisplayer.html)

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate