Bu hafta New York’ta izlediğim konserler içinde özellikle ikisi beni çok etkiledi. Birisi daha önceden adını duyduğum ama müzikleriyle fazla haşır neşir olmadığım The Psychic Paramount, diğeri de ilk albümlerinden bu yana yakından izlediğim ve çok beğendiğim Future Islands.
The Psychic Paramount’u izlemem tamamen güzel bir tesadüf oldu. The Jesus and Mary Chain konseri için bilet almıştım ama ön grup hakkında bilgim yoktu. Irving Plaza’daki gecenin açılışını The Vandelles yaptı. Onların arkasından sahneyi ve tüm salonu sis makinesinden çıkan dumanlar doldurdu. Birçok konserde yapılan bir uygulama bu, fakat bugüne kadar o derece yoğun kullanıldığına tanık olmamıştım. Yanımdaki insanın yüzünü göremez haldeydim dersem belki bir fikir verir. Sanırım en önde olduğumdan bütün dumanı da yuttum. Herkes ne oluyor, neden böyle göz gözü göremez bir ortam yaratıldı diye düşünürken birden müzik başladı. Sahneye iki gitarist ve bir bateristin çıkışını silüetlerinden anladık. Hiçbir şey demeden daha ilk dakikada farklı bir konser olacağının işaretini verdiler. Hiç vokal yoktu. Alışılmış şekilde bir süre sonra şarkının bitmesini bekleyen dinleyiciler tam anlamıyla afallamıştı; şarkı bitmiyor, uzadıkça uzuyordu. 45 dakika boyunca aralıksız süren bir set şeklinde çalıp sonunda hiçbir şey demeden ayrıldıklarında herkes birbirine “Bu neydi?” diye soruyordu.
Tanık olduğumuz New York’un noise rock üçlüsü The Psychic Paramount’un efsane performanslarından biriydi. Müziği bir tutku olarak gören, Amerika’da yaşamanın tek yolunun müzik tutkusunu bir aydınlanma aracı olarak kullanmaktan geçtiğine inananan bir grup bu. Bugünün indie rock dünyasını sürekli yakınmaları dile getiren içi boş bir dünya olarak görüyor ve orada yer almak istemiyorlar. Onların yapmak istediği, hissettiklerini doğrudan enstrümana söyletmek ve bunu da çok iyi başarıyorlar.
Konserin başlangıcından bitimine kadar yüzlerini görmesem de, sadece arada bir ışık değişirken gölge şeklinde silüetlerini seçebilsem de, bir dinleyici olarak hisleri tamamen bana da geçti. Bugünün steril müzik dünyasının çok dışında, başka bir yere sürükledi beni The Psychic Paramount.
Onların açısından konserin nasıl olduğunu da biliyorum. Çünkü bunun özel olarak belli bir kişiyle değil ama genel olarak biriyle düşünsel anlamda seks yapmak gibi olduğunu söylemişti gitarist Drew St. Ivany. Kendileri o müziği icra ederek bu duyguyu yaşarken aynısını da dinleyiciye aktarıyorlar. Günümüzde az sayıda grupta var olan bir meydan okuma var tavırlarında. Sahneyi dumana boğup hiç gözükmemek de belli ki bu amaç doğrultusunda tercih edilen bir yol. Dinleyicinin bütünüyle kendi düşüncelerine odaklanması açısından çok etkili olduğunu söyleyebilirim. Ancak birçok kişinin de ne olup bittiğini tam idrak edemediğini, sahnede izleyecek bir şey olmayınca nereye bakıp nasıl duracağını da tam kestiremediğini gözlemledim. Müzikle alışılagelmiş görselliğin bağını koparınca dinleyicinin sadece müziğe odaklanması kolaylaştırılıyordu aslında. O gece müziğin içine girebilen herkes bunu çok yoğun yaşadı ama garipseyenler de oldu.
The Psychic Paramount’u canlı dinlemek, sahnedeki görsellik ile müziğin algılanışı arasındaki ilişki hakkında epey kafa yoran biri olarak benim açımdan sıradışı bir deneyimdi. Bu konuda düşüncelerime yeni bir boyut katmış oldu konser. (Aşağıda paylaştığım videoda benim anlattığım ortam yok; görülebiliyor müzisyenler ama müzikleri hakkında fikir vermesi için yer verdim.)
FUTURE ISLANDS: EN TUTKULU VOKALİST
Yazının başında sözünü ettiğim ikinci konser Future Islands’a gelince, o da bugüne kadar gördüğüm çok sayıda performans içinde unutulmazlar arasına girdi. Uzun zamandır konserini yakalamak için çaba sarfettiğim bu Baltimorelu grubu, Webster Hall konserinde izleme olanağı buldum. Bağlı oldukları plak şirketi Thrill Jockey’in 20. kuruluş yıldönümünü kutlamak için düzenlenen gecede Matmos, Tortoise, Liturgy’nin yanı sıra Future Islands da sahneye çıktı.
Hani bütün başarısını vokaliste borçlu olan gruplar vardır; o olmasa grubun biteceğini bilirsiniz. Future Islands da onlardan birisi. Vokalist Sam Herring gitse yerine yine sesi güzel bir vokalist bulsalar o iş yürümez. Çünkü Sam Herring’deki tutku çok az sayıda müzisyende var. Bedeniyle, aklıyla, ruhuyla, tüm benliğiyle kendini müziğe adamış ve konserlerde neyi varsa onu ortaya koyan bir vokalist. O sadece şarkı söylemiyor, her yerinden terler boşalırken çılgınca dans ediyor, şarkı sözlerinin yarattığı duyguyu boyun damarları fırlarcasına hissedip onu aynı güçle ses tonuna yansıtıyor, dinleyicilerin tek tek gözlerinin içine bakıp onlarla şarkı sözleri aracılığıyla direkt diyalog kuruyor, göğsüne vura vura söylüyor şarkıları. Bunları yapan başka müzisyenler de var elbette ama ben bu kadar etkili olanını görmedim.
Grubun diğer iki üyesi sakin sakin enstrümanlarını çalarken Sam Herring’in kendini yıpratırcasına dağıtması da ayrı bir tezat. The Psyhic Paramount’un aksine Future Islands’ın müziği sunuşu, sahnede gördüklerimizle çok ilgili. Ama şu ayrıntıyı gözden kaçırmamak gerek: Etrafta video ekranlar, yanan, patlayan birtakım dekorlar ya da dansçılar yok. Sam Herring, şarkının yansıttığı duygunun vücut bulduğu bir yansıtıcı ekran gibi. Onu şarkı söylerken görüp peşine takılmamak olanaklı değil; daha ilk şarkıdan yakalıyor yakanızdan, çekiyor sizi sahneye. Fiziksel olarak sahnede olup olmamanız önemli değil, ruhunuz sahnede onunla “Bir aşkı unutmak pişmanlıktır” diye bağırıyor.
Future Islands ve The Psychic Paramount konserlerini klasik konser değerlendirmesinin dışında müziğin sunuluşu açısından ele almak istedim. Aralarındaki farklar ve o farklardan yola çıkarak varılan ortak yer ilginçti. O yer, bazen sancılı, bazen zevkin doruklarında dolaşarak ama daima engelenemeyen bir tutkuyla ulaşılan bir nokta. Bunu yaşattıkları için bu grupların değeri büyük. İster fiziksel olarak görünsünler ister sisler arasında kaybolsunlar, müziğin içinizde kavurucu bir ateş yakmasını sağlayan gruplara selam olsun.
-