Dün akşam Barbican Center'da Aphex Twin'in "Remote Orchestra" adını verdiği konseri izledim ve sanırım ilk kez bir konseri anlatırken oldukça zorlanacağım. Gördüklerimi ve duyduklarımı ne kadar net açıklamaya çalışırsam çalışayım, yine de tatmin edici bir sonuç alabileceğimden emin değilim. Çünkü ancak yaşanarak deneyimlenebilecek türden bir işitsel-görsel performanstı.
Fikir, bir orkestranın Aphex Twin tarafından bir kumanda paneli aracılığıyla yönetilmesi esasına dayanıyor. Kısaca olanı hayalinizde canlandırmaya çalışacağım: Sırtlarını seyirciye dönerek sahnedeki ekrana bakan koro elemanlarının ve diğer müzisyenlerin önünde her zamanki gibi alışılagelmiş notalar ve melodiler yok, onların yerine sahnedeki ekrana kumanda panelinden yansıyan komutların görselleştirildiği ekran var. Her müzisyen, o ekrana ve önlerinde hangi sesi hangi tonda çalmaları gerektiğini belirten işaretlerin yazılı olduğu notlara bakarak müziğe iştirak ediyor. Aynı zamanda taktıkları kulaklıklar aracılığıyla Aphex Twin'den gelen sesli komutları da alıyorlar.
Sonuçta bir orkestra elektronik bir sistem aracılığıyla, makineler yardımıyla yönetiliyor. Ama çalınan aletler bildiğimiz orkestrada kullanılan aletler ve sesler de insan sesleri. Yaklaşık 1.5 saat süren performans boyunca üzerinde düşündüğüm noktalardan birisi, makine-insan birlikteliğinin müzikteki boyutları ve sınırlarıydı. O akşam duyduğumuz müziği yönlendiren makineler olsa da belirleyici olan insandı. Ayrıca verilen komutlar doğrultusunda her aletten, her insandan çıkan sesler de bire bir aynı olmayacağından en nihayetinde farkı yaratan da insan.
İlk bölümde bu şekilde uzun bir süre devam edince, oldukça karanlık soundu olan bir müzik ortaya çıktı; melodilerden öylesine uzak bir yapısı vardı ki, herkes için dinlenilebirliği olmadığı kesin. Ama zaten Aphex Twin'in hiçbir zaman böyle bir kaygısı olmadı; bu proje içinse tamamen müziğin doğasına dair çarpıcı bir deney yaptığını düşünüyorum.
İkinci bölümde tavandan asılarak yerden yarım metre yükseltilmiş ve böylece havada duruyor görünen bir piyanoya odaklanıldı. Bir kişinin bir yanındaki halattan tutup piyanoyu çektikçe tuşlarına tuşlardan çıkan sesler ve halatın yarattığı hışırtılar kapladı salonu. Çekip bırakma hızına bağlı olarak değişen sesleri ve havada gel-git yaşayan piyanoyu izlemek gerçekten çok enteresandı.
Son kısımda sahnenin çeşitli yerlerine asılan disko topları gördük. Bu arada duman makinesi ile ortalık göz gözü görmez hale getirildi. Karanlık bir ortamda sahneye birileri çıktı ve her biri topları çekip hızlıca bıraktı. Lazer ışınlarının toplarla buluşma anında çıkan seslerle tamamen rastlantısal bir müzik oluştu. Her bir topun çekilip bırakılma hızı ve onun lazerle buluşma frekansı farklı ve önceden kestirilebilir olmadığından ortaya çıkan müziğin de önceden bilinme olanağı yoktu. Işıkların ve seslerin dansıydı izlediğimiz. Işığın sesi, sesin ışığı temsili aklımda yeni ufuklar açtı.
Bütün bu gördüklerim, bana elbette Brian Eno'yu hatırlattı. Sınırsız olasılıklar ve rastlantısal gelişen müziğin ne kadar sıradışı ve heyecan verici olabileceğini bir kez daha duyumsadım. Aphex Twin : Remote Orchestra deneyimi bugüne kadar izlediğim en yaratıcı işlerden birisi. Ses-ışık, insan-makine, yapay-doğal arasındaki ilişkileri tekrar sorgulayıp düşündüren önemli bir performans. Bu, Remote Orchestra'nın Londra'daki ilk, dünyadaki ikinci konseriydi. Aphex Twin bunu bir yerlerde mutlaka tekrarlayacaktır ama şu kesin ki, bir daha bunun aynısını istese de yapamaz; ancak sınırsız olasılıklardan birini gerçekleştirir. Brian Eno görse gurur duyardı.
(Fotoğraflar ve Videolar bana aittir.)
-