© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 14 Ekim 2012
Salı akşamı çok yetenekli bir ismi, George Michael’ı ilk kez canlı dinleme olanağı buldum. 80’li yıllarda pop müzik ikilisi Wham! ile hayatımıza giren bu ünlü müzisyen, çalkantılı özel hayatına karşın, sadece ayakta kalmayı başarmakla yetinmedi, aldığı ödüller ve gördüğü ilgiyle de hâlâ müzik dünyasının en büyüklerinden biri olduğunu kanıtladı.
Geçen yıldan bu yana 41 kişilik orkestra eşliğinde sürdürdüğü “Symphonica” adlı turnesi kapsamında Manchester’a da uğradı George Michael. Bir süre önce ağır bir akciğer enfeksiyonuna yakalanan sanatçı, tedavi gördükten sonra yeniden turnesine devam etme kararı almıştı. Ancak tedavi sürecinin ardından bu defa psikolojik travma sorunu baş gösterince, Avustralya turnesini iptal etti. Görünen o ki, İngiltere’deki konserlerinin ardından tekrar tedaviye dönecek. Manchester’daki konser bu nedenle ayrıca önemliydi.
Bu bilgilere önceden sahip olmasaydım ve bunlar bana MEN Arena’daki konserden sonra anlatılsaydı şaşırırdım. Çünkü benim sahnede izlediğim müzisyen, son derece rahat ve neşeliydi. Konser başlamadan 5 dakika öncesinde sahne arkasında neler oldu bilemem elbette ama dinleyici açısından çok keyifli bir konserdi. Her şeyden önce George Michael’ın sesini 80‘lerin en ünlü hitlerinden Wham!’in “Careless Whisper” adlı şarkısında nasıl hatırlıyorsanız, aradan geçen yaklaşık 30 yıl sonra o ses aynı güzellikte.
İKİ GEORGE MICHAEL
Konser boyunca sahnede iki ayrı George Michael vardı. Birisi bir bar sandalyesinin üzerine oturup loş bir ışıkta 1940‘larda, 50‘lerde Bing Crosby ya da Billie Holiday’in meşhur ettiği şarkıları bir caz yorumcusu havasında söyleyen George Michael; diğeri Rufus Wainwright ve Rihanna gibi bugünün ünlü isimlerinin şarkılarını kendine özgü yorumla dans eşliğinde sunan George Michael. Kanımca o, ikisini de üzerinde büyük bir ustalıkla taşıyor; dinleyicisini hem dans ettiriyor, hem de yoğun duygular yaşatıyor.
Bu özelliğinin en bariz şekilde ortaya çıktığı şarkı, ilk kez 1957’de Johnny Mathis’in sesinden duyulan “Wild Is the Wind” cover’ı oldu. David Bowie ve Nina Simone tarafından da mükemmel yorumlanan bu şarkıya kendi kişiliğini çok çarpıcı bir şekilde yansıttı George Michael. Bu şarkıyı getirdiği yorumu, 1999 albümü "Songs from the Last Century"de de dinlemiştik ama ben konserde orkestra eşliğinde nasıl seslendireceğini merak ediyordum. Merakım da boşuna çıkmadı; şarkının ilk yarısını alışılagelen hafif melankolik bir tonda söylerken, ikinci yarısında birden tamamen farklı bir havaya bürünüp çok enerjik bir pop/disko versiyonuna geçti. Böylece hayatımda ilk kez bu iç burkup gözledi dolduran şarkıda insanların dans ettiğine tanık oldum.
The Police’den “Roxanne”, Terence Trent D’Arby’den “Let Her Down Easy”, New Order’dan “True Faith”, Ian Brown’dan “F.E.A.R.” gecenin diğer ilginç cover şarkılarıydı. Kendi solo albümlerinden “John and Elvis Are Dead”, “Through”, “Kissing a Fool”, “Praying for Time” ve “Feeling Good”u söylerken, eşcinsellik, din baskısı, bağımlılık, aşk gibi konularda kısa yorumlarda bulundu, eşitlik ve özgürlük mesajları verdi.
İki saatlik konserde kanımca sound açısından tek uyumsuz kalan şarkı Rihanna’nın “Russian Roulette”i oldu. Salondaki çoğu dinleyicinin dans ettiğini görünce “George Michael’ın insanları dans ettirmek için Rihanna’ya ihtiyacı yok” dedim. Neyse ki kapanışı kendi şarkısı “Freedom”la yaptı. Onbinlerce insanın ayağa kalkıp “Özgürlük!” diye bağırarak dans etmesi görülecek sahneydi.
Müziğini çok sevmeyenlerin bile sahnedeki profesyonelliğine tanık olup mükemmel yorumlarını dinlemek için George Michael'ı konserde izlemelerini tavsiye ederim. Umarım en kısa zamanda tamamen iyileşip turnesine devam eder. Çok açık ki onun yeri sahne.
-