21 Ekim 2012 Pazar

Ruhuma Diz Çöktüren Konser


By on 11:45:00

19 Ekim gecesi saat 01.00’da Salon’dan çıkıp eve dönmek üzere arabaya bindiğimde şu tweeti atmıştım: “Türkiye konser tarihinde @saloniksv'de bu akşam verilen konser için özel sayfa ayrıldı. Nils Frahm'ın müziği karşısında ruhum diz çöktü.

Abartılı bir ifade gibi görünebilir ama değil; tam olarak hissetmesem bunu yazmazdım. Nitekim arabada giderken arkadaşlara daha açıklıkla hislerimi anlattım ama Twitter’da bu olanaklı değil. O nedenle bu yazıda klasik bir konser değerlendirmesinin dışına çıkıp, ruhun diz çöküşünü tasvir etmeye çalışacağım.

 “Diz çökmek”, aslında günlük Türkçe kullanımında üzerine daha çok olumsuz anlam yüklenen bir deyim. Birisinin önünde diz çöktüğünüzde, savunmasız bir durumda koşulsuz teslimiyet içine girdiğiniz anlamı çıkıyor. Esir alınan insanın (isteyerek ya da zorunlu olarak) acizliğini ve tabii onu esir alanın (haklı ya da haksız) içinde bulunduğu durumdaki gücünü yansıtıyor.

Ama acaba “diz çökmek” denilince algımız, bununla sınırlı mı? O gece tweet atarken rastgele seçmedim bu ifadeyi. 3 saat boyunca A Winged Victory for the Sullen, Olafur Arnalds ve Nils Frahm’ı dinledikten sonra ruhum gönüllü olarak diz çöktü o müziğin önünde. Bir saygı ifadesiydi bu.

Kavram alışılmış anlamının dışına çıkmıştı fakat zaten o akşam Salon’da sıradışı bir gece yaşandı. Çıt çıkarmadan müziğe odaklanan seyirci kitlesi, karanlık atmosfer ve her bir dinleyicinin kalbinin derinliklerine inen, vokalsiz, çok içten bir müzik vardı. O gece müzik aletleri konuştu, konserin anahtar sözcüğü diyalogdu. Piyano çello ile söyleşirken, aslında piyanist dinleyiciye derdini anlatıyordu. Dustin O’Halloran, Olafur Arnalds ve Nils Frahm sırt sırta verip aynı oturağı paylaşıp aynı piyanoyu çalarken, insani birliğin sanata en güzel yansımasının örneğini veriyordu. Birisinin dokunduğu tuştan çıkan ses, diğerinin dokunuşuna yön veriyor, birbirlerini tamamlıyorlardı.

Olafur Arnalds’ın mükemmeliyetçi tarzı, bu defa daha çok dikkatimi çekti. Geçen yıl yine Salon’da verdiği konserde daha uzun çalmıştı ve müziği beni daha çok sürüklemişti. Bu kez sahneyi dokuz müzisyenin paylaştığı bir konserde ister istemez diğerleriyle kıyasladım.

Nils Frahm’ın piyanoyu çalışı bana çok duygusal geliyor; bu yıl onu üçüncü defa canlı dinledim ve yine beni ağlatmayı başardı. Dustin O’Halloran ile Adam Wiltzie’nin kurduğu A Winged Victory for the Sullen, klasik müzik, ambient ve enstrümantal rock’ın buluşmasıyla oluşan kusursuz müziğiyle, daha konserin açılışında dinleyiciyi belli bir yöne doğru çekerek rotayı belirledi. Anne Müller’in çellosuyla piyano ile girdiği çarpıcı diyaloglar, ancak rüyalarımıza eşlik edebilecek bir soundtrack gibiydi. 

İletişimin giderek daha zor kurulduğu, insanın daha çok yalnızlaştığı bir dünyada, 400 kişinin bir salona girip çıt çıkarmadan müzik dinlemesi ve benzer duyguları paylaşabilmesi, bu dünyayı hala yaşanılır kılan en kutsal değerlerden birisi. Böyle bir konseri İstanbul’da gerçekleştiren Salon ekibi ve Londra/Berlin merkezli Erased Tapes Records başta olmak üzere, bu değeri yaşatan ve katkıda bulunan herkese teşekkür borçluyuz. Erased Tapes Records’a nice 5 yıllar dilerim.

Yumuşak esen, kimi zaman hafif bir ürperti yaşatsa da sonunda ruhumun sessiz ve güvenli, kuytu bir yer bulmasını sağlayan, gücü karşısında diz çöktüğüm müziklerden örnekler aşağıdaki videolarda. Onlar sözden daha iyi anlatır ne demek istediğimi...

 

(Fotoğraflar ve videolar bana aittir.)
_

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate