© Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet / 30 Aralık 2012
1960’lardan bu yana müzik dünyasının esin kaynaklarından birisi oldu Scott Walker. The Walker Brothers ile yaptıkları albümler, pop müziğin en esin verici çalışmalarındandı. Duyar duymaz ayırt edilen kendine özgü bariton sesiyle yorumladığı şarkıların gücü, solo kariyerinde de en güçlü yanı oldu ama asıl belirleyici olan avangart, deneysel alana duyduğu ilgiydi. Scott Walker’ın doğup büyüdüğü Amerika’yı terk edip İngiliz vatandaşlığına geçişiyle, solo çalışmalarında da bu rotaya yöneliş net bir şekilde ortaya çıktı. Scott, Scott 2 ve Scott 3 adıyla yayımlanan albümlerinde Broadway hitleriyle birlikte, Jacques Brel şarkılarını ve kendi bestelerini de yorumladı.
Ünden, yüzüne patlayan flaşlardan hiç hoşlanmadı Scott Walker; sık sık kimsenin bilmediği yerlere gidip izini kaybettirdi. O kayboluşlar sırasında çağdaş ve klasik müzik üzerine yoğun çalışmalar yaptı. Sadece bir vokalist olarak değil, şarkı yazarı ve prodüktör olarak da yetkinliğini kanıtladı.
1969’da yayımladığı Scott 4’un başarısızlığından sonra plak şirketinin ticari albümler yapması için uyguladığı baskıya boyun eğdi. 1970’lerde arka arkaya çıkardığı bir dizi albüm, işleri daha da kötüye götürdü. O sırada çareyi alkolde aradığı günler oldu. 75-78 arasında yeniden bir araya gelen The Walker Brothers ile 75, 76 ve 78 yıllarında üç albüm yayınladılar. O yıllarda canlı performansa ilgisini de yitirmeye başlamıştı. Grubun plak şirketi ile anlaşması sona erince de, Scott Walker yeniden sessizliğe gömüldü.
1974’te çıkan “We Had It All” adlı solo albümünden 10 yıl sonra 1984’te “Climate of Hunter” ile yeni bir solo çalışmasını yayımladı. Albümün kaydı yapılırken, hiçbir müzisyen daha önceden melodiyi bilmeden sadece kendi bölümünü çalmıştı. Önceden hiçbir demo kayıt yapılmamıştı. Çünkü Scott Walker her müzisyenin birbirinden bağımsız olarak kendi yoluna odaklanmasını istiyordu. Bu albüm de fazla ilgi görmeyince Virgin plak şirketi, onunla sözleşmesini iptal etti. 80’lerde başka albüm çıkarmadı Scott Walker.
11 yıl sonra, rock ile klasik müziğin özgün bir bileşiminden oluşan, minimalist ve karanlık karakteriyle dikkat çeken bir art-rock şahaseri “Tilt” geldi. Bu aynı zamanda 2006’da “The Drift” ve 2012’de “Bish Bosch” ile devam eden üçlemenin de ilki oldu.
Walker’ın 2006’da 4 AD’den çıkan “The Drift”ten itibaren bu etiketle işbirliği devam ediyor. The Drift’te işkence, hastalık, Elvis Presley ve 11 Eylül gibi konulara odaklanıp deneysel çizgisini karışık ve anlaşılması daha zor bir aşamaya getirmişti. Üçlemenin sonuncusu “Bish Bosch”, ondan bir adım bile geri atmadığı gibi bana kalırsa daha da ileri gitmiş.
Benim Scott Walker’ı uzun yıllardır takdirle izlememin ana nedenlerinden birisi olağanüstü sesiyse, bir diğeri de müziğe olan deneysel yaklaşımı; 50 yıldan fazladır müzik yapıyor ve artık öyle bir noktada ki, hiç kimse umurunda değil; sadece kendi kafasındaki neyse onu yapıyor. Yaratıcılığını tamamen özgür bırakan ender sanatçılardan birisi o.
“Bish Bosch” çıkalı neredeyse bir ay oldu aslında ama yazı yazmadan önce haftalarca dinleyip iyice sindirmem gerekiyordu. Albümün tanıtım videosu kasım ayında yayınlanmıştı. 27 Kasım’da Twitter’a bir not düşüp şöyle demişim: “Scott Walker’ın yeni albümüne ait videoyu izleyince, sadece seslerle tiyatro oyunu yazdığını, oyunu zihnimizde canlandırdığını düşünüyorum.” Ben bunu yazdıktan üç gün sonra Pitchfork’ta bir Scott Walker röportajı yayınlandı. Orada röportajı yapanla Walker arasında aynen şu konuşma geçiyor:
“Pitchfork: Then there's all the other material-- this exotic and unusual instrumentation-- which I think of as a theatrical response to the lyrics.
SW: I think 'theater' is a very good word for it, because the lyrics call for that. The way we approach musicians calls for that as well, because we use the same guys, more or less. They're very good at receiving description and then being able to do it. They're great actor players in that sense. I think of the string section that way too. When we're in there, I always say, ‘Look, you're a character and you have to be individual.’ So even the strings have that kind of role, they're just not anonymous things.”
“Climate of Hunter”ı kaydederken amaçladığını bu albümde de sürdürüyor Walker. Müzisyenleri “büyük oyuncular” olarak görüyor ve her birinin kendisine ait bir karakter taşımasını amaçlıyor. Yaylıların içinde yer alan bir kemancının bile diğer kemancılardan farklı olmasını arzuluyor. Bu bakış açısı, başlı başına bir devrimdir.
Albümün çıkış noktasında yine şarkı sözleri var. Eğer bir kağıda yazdığı sözler, ona yeterince canlı görünüyorsa, ancak o aşamadan sonra bir sonraki adımını planlıyor Scott Walker. Sesleri, yazdığı sözleri anlatmada birer araç olarak gördüğünden düzenlemeleri bir kenara bırakmış. Stüdyoda kendiliğinden kazalar yaşanmasını istiyor. Alışılmadık enstrümantasyonun ardındaki neden de bu. Mesela tubax denilen bir alet kullanılmış albümde. Bu arada tuba ile saksofonun bir tür karışımı olan bu aletten İngiltere’de sadece iki adet olduğunu öğrendim.
“Bish Bosch”u anlamak için öncelikle şarkı sözlerinde anlatılanlara bakmak gerekiyor. Albümün adı yani “Bish Bosch”u oluşturan iki kelimenin bir araya geliş öyküsü de ilginç. İngilizlerin bir işin yerine getirildiğini anlatmak için kullandıkları “Bish bosh bash” şeklinde bir deyim var. Oradan esinlenilmiş ama “bosh” kelimesinin “Bosch”a dönüşmesinin nedeni, 1450-1516 arasında yaşayan Hollandalı ressam Hieronymus Bosch. Albümde onun resimlerine referans yapılmadığını söylüyor Scott Walker ancak Bish ile Bosch’u yan yana getirip, dev bir evrensel kadın sanatçı hayal etmiş. Dil ile oynama çabası, en çok bu albümde bariz bir nitelik kazanıyor. Bunun işaretini daha baştan albüm adında veriyor.
Şarkılara ilham verenler arasında, Scott Walker’ın sıklıkla üzerinde durduğu hastalık, diktatörler, elini kana bulayan politik figürler ve ‘brown dwarf’ adıyla bilinen gök cisimleri var. Videosu yayınlanan teş şarkı "Epizootics!", 1940'larda hipster'ların bir şeyden hoşlandıklarında söyledikleri yaygın bir ifadeden alıyor ismini. İnsana özgü halleri bazen esprilerle, bazen de ürkütücü gerçeklerle anlatıyor şarkılar. “Bish Bosch”, Scott Walker’ın her zaman yaptığı gibi dinleyicinin yüzüne çarpıyor. Bu açıdan albümü Kafka’ya benzetiyor Walker. Okunan her satır, anlatılan her olay gerçekleri bir denge gözetmeden yüzünüze vuruyor. Bish Bosch, müziğin dinleyiciyi alışık olmadığı yerlere çekmesi amacını taşıyan bir müzisyen için oldukça tatmin edici bir kayıt.
Scott Walker, sesini her zamanki gibi insanda istediği duyguları uyandırabilecek kadar büyük bir ustalıkla kullanıyor. Albümün karanlık yapısına uygun olarak bende en çok panik, korku, dehşet hislerini uyandırdı. Bu belki herkese hitap etmeyebilir ama ben dinlerken büyük haz aldım; aklımın içinde de ilk kez gördüğüm bir oyun sahnelendi. Kafam bazen karıştı ama merak ettim, ona 21 dakikalık şarkı yaptıran nedenlerin peşine düştüm. Olmadı bir daha dinledim. Bunları yaparken çok şeye şaşırdım ama tek bir şey tanıdıktı: Hiçbir zaman kolay yolu seçmeyen Scott Walker değişmemişti. Albümün arkasındaki entelektüel birikime, müzik endüstrisinin kurallarına karşı duran cesarete ve özgüvene saygı duydum. Her yönüyle yılın en yaratıcı albümü Bish Bosch.
-