Dün gece Salon'da 1970’lerden bu yana müzik yapan büyük bir değeri, Lubomyr Melnyk'i dinledik. Geçen yıllarda “dünyanın en hızlı piyanisti” rekoruna sahip olduğu yazılmıştı bazı yerlerde. Saniyede 19.5 nota (iki eliyle de ayrı ayrı), bir başka hesapla bir saatte 93.650 nota çalması haber olmuştu.
1979’da yayımladığı ilk albümü “KMH - Piano Music in the Continuous Mode”dan beri minimalizm akımı doğrultusunda farklı bir piyano tekniğiyle icra edilen “continuous music”in (sürekli müzik) öncüsü de o. Bu müstesna müzisyen, Münih doğumlu fakat çeşitli kaynaklarda Ukrayna asıllı Kanadalı diye geçiyor. Ama kendisi konserde Ukraynalı olduğunu söyledi.
Plak şirketi Erased Tapes, nisan ayında çıkacak “Corollaries” adlı albümünü yayımlamaya karar verdiğinde, onlara “30 yaşımdayken nerelerdeydiniz?” demiş Melnyk. Ben de benzer bir soruyu kendi kendime sordum; bugüne kadar neredeydim? Neden peşine düşüp onu daha önce canlı dinlemeye çalışmadım? Böylesine çarpıcı bir deneyimi olabildiğince erken yaşamalı insan.
Bu duygularla gittim dün akşam Salon’daki konsere. Öncelikle şunu belirteyim; büyük bir üzüntüyle gördüm ki, konsere gelen dinleyici sayısı azdı. Keşke böyle bir konserde kuyruklar sokağa taşsa, biletler haftalar öncesinden bitse. Ama Lubomyr Melnyk de az ilgi gören olağanüstü yetenekler sınıfına dahil. Piyanoyu yeniden yaratsa da, geliştirdiği teknikle bugün dünyadaki en büyüleyici piyanist olsa da, medyatik olmayınca konserlerde kuyruklar sokağa taşmıyor. Gerçi Avrupa’da konserlerinin biletleri hemen tükeniyor; ama sanırım Türkiye’yi Avrupa ile kıyaslamaktan da artık vazgeçmek gerek. Avrupa neresi, Türkiye neresi...
Bu uzunca girişten sonra konsere gelelim. Tam 21.30’da sahneye çıktı Lubomyr Melnyk. Alt kata akıllıca bir tercihle sandalyeler koyulmuştu. Ben de en öndeki sırada yerimi aldım. Heyecanlıydım. Konserin güzel olacağını tahmin ediyordum ama tahminimin de ötesinde çok etkilendim. Melnyk, bugün artık 65 yaşında, uzun saçları beyazlamış ama dinç görünüyor. Piyanosunun başına geçmeden önce konsere gelenlere teşekkür edip, müziğinin felsefesini anlattı. Gençliğinde Latin dili ve felsefe okumuş, klasik müzik eğitimi almış, Paris’te modern dans dersleri için müzik yaparken “continuous music”i yaratmaya başlamış.
Kendisinin konserde söylediğine göre, kendi bedeni piyanonun bir parçası oluyor, piyano soundun içine giriyor, notalarla oluşan o ses de tekrar onun bedenine dönüyor. Sese metafizik bir olgu olarak bakıyor, müziğe tasavvufi bir yaklaşımı var. Piyanosunu rekor sayıda notaya basarak çalarken asla bir şova dönüştürmüyor işi. Amacı, piyanoyla bütünleşmek ve girdiği o ruhani yolculuğa dinleyiciyi de çekmek.
Konser sırasında Ukrayna ile Türkiye arasındaki bağlantıya da değindi Melnyk. Geçmişte sorunlar yaşanmış olsa da, bugün artık eskinin bir tarafa bırakılıp geleceğe farklı bir boyutta bakılabildiğini, kendisinin de Doğu müziğinden etkilendiğini söyledi. “Belki fark etmeyebilirsiniz ama dervişler benim müziğimin içinde,” dedi.
Sonra yavaşça sandalyesine oturdu, çıt çıkmıyordu mekanda. Tam 40 dakika boyunca neredeyse nefesimi tutup dinledim müziğini. Ben dün gece şiiri gördüm. Daha önce çok piyanist dinledim, içlerinde çok beğendiklerim oldu ama şiiri görmek yaşamadığım bir histi. Melnyk’in parmaklarının hareket hızına ve konsantrasyonuna odaklandığım anlarda o şiirin içinde kayboldum.
Melnyk, Terry Riley’i anımsatan büyüleyici minimalizmi kendi dünyasında işleyip, insan ruhunu kıskıvrak yakalayan bir yoğunlukla yorumlamış. Konser sonrasında plak almak için fuayede kendisini görünce, ilk bölümde çaldığının adını sordum; karışık parçalardan oluştuğunu söyledi. Ben minimalizm diyorum ama Melnyk kendi müziğini “maksimalist” diye niteliyor. Çünkü büyük bir hızla çok kısa sürede çok fazla nota çalıyor. En sağdaki pedala (sustain pedal) devamlı basınca, ortaya çıkan titreşimler ve armonik seslerle hiç kopmadan akıp giden bir müzik dokusu çıkıyor ortaya.
Konserin ikinci kısmında çaldığı 20 dakikalık parçanın adı “The Fountain” (for 2 Pianos) idi. Onu anlatırken bir çeşmede akan suyun sesinden, suyun kenarında uçuşan kuşlardan söz etti. İki piyano için yazılan bu eserde bir piyanonun sesini hoparlörlerden önceden kaydedilmiş şekilde duyacağımızı, diğerini ise kendisinin onun üzerine çalacağını açıkladı. İlk kısımda hissedilen hüzün, ikinci parçanın başlarında belirgin değildi; iki piyanonun çarpıcı uyumu ritim odaklıydı ve melodisiyle dinleyeni adeta hipnotize ediyordu; ama müzik ilerledikçe birinci bölümdeki hüzün tekrar belirdi.
Yaşayan piyanistler arasında piyanoyu onun kadar içten, kusursuz ve yoğun bir duygusallıkla çalabilen başka birisi daha var mıdır bilemiyorum. Konserden önce arkadaşlarla Melnyk’in münzevi hayat tarzından konuşurken, “Eh, böyle müzik yapmak için de öyle yaşamak lazım,” demiştim. Konser sırasında bu defa kendi kendime dedim ki, bu kadar güzel müzik yapabiliyor olsam, hayatım boyunca yalnız kalmaya razıyım. İnsan o müzikle dertleşir, onunda beslenir, onunla sevişir... Beden, piyanonun parçası haline geliyor ve sonuçta ondan çıkan ses bedene geri dönüyorsa, insan başka ne ister?
Melnyk, bir kere kendisine ün, şan, şöhret, para konusunda soru sorulduğunda, “Bütün piyanolar arkadaşınızsa, para kimin umurunda?” demiş. Bence “Bütün piyanolar sevgilinizse, yalnızlık kimin umurunda?” demek de olanaklı.
(Fotoğraf ve videolar bana aittir.)
-