Akademik müzik eğitimi alıp, SAE Enstitüsü'nden tonmaister derecesiyle mezun olmuş İzlandalı bir müzisyen Valgeir Sigurðsson. Björk, Nico Muhly, Kronos Quartet, Feist, mum, CocoRosie, Ben Frost'un da aralarında olduğu birçok isimle çalışmalar yaptı. Bu işbirliklerinin dışında 2007'den bu yana da solo albümlerini yayınlıyor. Nadia Sirota ise, adını yeni duyduysanız bile, viyolanın sesini farkında olmadan daha önce mutlaka dinlediğiniz bir sanatçı. O da eğitimli bir müzisyen; ünlü Juilliard müzik okulundan mezun. Max Richter, Nico Muhly, The Meredith Monk Ensemble, Johann Johannsson gibi modern klasikçilerle yaptığı işbirliklerinin yanı sıra, Grizzly Bear, Jonsi, The National, Ratatat, My Brightest Diamond ile de çalıştı. Arcade Fire'ın The Suburbs albümünde de katkısı var.
Altyapıları ve birikimleri böylesine güçlü iki müzisyeni hiç tanımasanız da konserlerine giderken beklentiniz daha yüksek olur. Her ne kadar ikisini de daha önceden tanısam da, ilk kez canlı dinleyeceğim için bende de böyle bir beklenti vardı ve o beklenti boşa çıkmadı.
Sigurðsson, hiç yerinden kalkmadan her şeyi yerinden yürüten bir organizatör konumundaydı sahnede. Ama bunu hiçbir kompleks belirtisi göstermeden yapması da dikkat çekici; çoğunlukla Nadia Sirota'nın bir adım öne geçmesine izin verdi. Hem kendisinin eski ve yeni albümünlerinden hem de Sirota'nın yeni albümünden parçaları çaldılar. İki müzisyenin birbirleriyle diyaloğu piyano-viyola etkileşimiyle devam ederken, Valgeir Sigurðsson'un ses mühendisi titizliğiyle bilgisayar ve klavye aracılığıyla yaptığı katkılar, soundun elektro-akustik bir nitelik kazanmasını sağladı.
Valgeir'in elleri, piyano, çeşitli ses ve efektlerin önceden kaydedildiği bilgisayar ile klavye arasında gidip gelirken, Nadia Sirota'nın elleri viyolasından çıkan agresif soundu yaratıyordu. Agresif dedim; çünkü onun viyolasının alışılagelmiş romantik, yumuşak bir dili yoktu. Zaman zaman iyice gerildi, bazen de iç burkan bir isyanı duyumsattı. Bu tür müzikler çok daha esaslı geliyor bana; dinleyeni peşine takmak için numara yapmıyor, eğlendirici olmaya çalışmıyor müzisyen. Gerilim varsa vardır, içinden ne geliyorsa dürüstçe onu çalıyor.
Dün gece dinlediğimiz müzik, çoğu zaman karanlıktı, arada bir gri renk aldığı da oldu. İzlanda'yı görenler bu müzikle o ülke arasında daha rahat bağ kurabilir. Katıksız bir dürüstlük, yalınlık ve yoğunluk içeriyor şarkılar bunlar. Beni etkileyen de bu özelliklerin karışımı. Müzisyen, birtakım hesaplarla rol yapmasın istiyorum; aklından ve kalbinden geçenler, rahatsız edici ya da yıkıcı bile olsa, ben o saf duygunun peşindeyim. Valgeir Sigurðsson ve Nadia Sirota, aradığımı bulduğum konserlerdendi.
Kapanışta Sigurðsson'un adını henüz bilmediğimiz yeni albümünden bir parça çaldılar. 50 dakikalık kısa konserin bitişi çok sarsıcı oldu. Yıkıcıydı ve çok güzeldi. Yazıya "Müzikte katıksız dürüstlük" başlığını uygun gördüm. Ben "Katıksız dürüstlük ütopyadır," diyenlerden değilim.