Geçen yıl Mono Festival'da The Horrors'a yapılan bu yıl Toy'a yapıldı. Hadi o zaman The Horrors 'ın gece sahneye çıkması, eve erken dönmeyi isteyen festivalcileri kaçırdı diyelim. Ama o da pek akla uygun gelmemişti o zaman bana; çünkü festivale gelen müziksever, ertesi gün de pazarsa, en iyi performanslardan birisini kaçırmaz diye düşünüyor insan. Ancak öyle olmamıştı; sahne önünde biriken ufak bir kitle The Horrors ile coşmuştuk.
Dün akşam da Salon'da İstanbul'a ilk kez gelen, son birkaç yılın en gözde gruplarından biri vardı. Yazıya başlarken The Horros ile aralarında paralellik kurdum; çünkü İngiliz indie rock grubu Toy'un soundu onları çok andırıyor. Toy'un ülkemize bu kadar gündemdeyken gelmesi, heyecan verici bir durum ama ne yazık ki şehir ortasında bir cuma gecesi normal saatlerde bile dinlemeye gelen sayısı pek fazla değildi. Demek ki bazıları ağzından sürekli NME'yi düşürmese de, önemsedikleri o dergiyi de fazla dinlemiyor. NME'nin 2012'de mutlaka izlenmesi gereken gruplar listesindeydi Toy; grupla aynı adı taşıyan albümleri de, geçen yıl birçok en iyi albümler listelesinde yer aldı. İstanbul'un müzik sahnesinde dünyayı yakalamasına olanak veren bu tür konserlere gösterilen ilginin yeterli olmaması, hem üzücü hem de düşündürücü...
Ben NME söylediği ya da listelerde yer aldığı için değil (NME'ye yakın olmadığımı hep söylerim); öncelikle grubun müziğini beğendiğim için konserdeydim. Ayrıca daha önce canlı dinlemediğim her grup için her zaman ayrı bir merak duyuyorum. Beş müzisyenden oluşan Toy'un shoegaze, krautrock, saykedelik rock, post-punk etkisinde, bas ve synth'leri öne çıkaran bir soundu var. Vokalist Tom Dougall'ın sesi, sahnede duruşu ve hatta saçları The Horrors'tan Faris Badwan'ı andırıyor. Kalabalığa doğrudan bakışlarını yöneltip sakince gitarını çalıyor Tom Dougall; eyeliner kullandığı yazılıp söyleniyor ama ortamda bunu görmeye yetecek kadar ışık yoktu. Arada bir şarkı isimlerini söyleyip teşekkür etmekten başka bir diyalog da kurmuyor dinleyici kitlesiyle. Grubun geri kalanı da konser boyunca shoegaze gruplara uygun tavırlar içindeydi; her biri kendini enstrümanına adamış ve adeta sahneden kopmuş gibilerdi. Ancak müziğin karakterine uygun olarak bence bu yerinde bir tavır. Mekanda tercih edilen karanlık atmosfer, süzülen ışıklar ve sanki motora takılmış gibi akıp giden gitarlar, hepsi elbirliği etmişcesine dinleyiciyi müziğin içine çekiyordu.
Ben bir ara fotoğraf çekmek için alt kata indiysem de, konserin büyük kısmında asma katta bana My Bloody Valentine ve The Cure'dan da izleri bulduran o gitar sounduna takılıp sürüklendim, epey de dans ettim.
Toy, davul, bas ve synth üçlüsü arasında çok iyi bir denge kurmuş. Dinlerken biri diğerini ötelemiyor; her birinin ayrı ayrı karakteri kendini gösteriyor. Belirtilmesi gereken bir nokta da, iyi bir konser grubu olmaları. Albümdeki sounda çok yakındı performansları.
12 şarkı çaldıkları konser, yaklaşık 70 dakika sürdü. Tek bir albümü olan yeni bir grup için normal bir durum elbette. Albümdeki 12 şarkıdan 9 tanesini canlı dinledik; diğerleri yayınladıkları single'larda yer alan şarkılardı. Konser bittiğinde bis için tekrar gelmediler ama umarım İstanbul'a yeniden gelirler.
Setlist: Colours Running Out - Left Myself Behind - Lose My Way - She's Over My Head- Bright White Shimmering Sun - The Reasons Why - Dead & Gone - Make It Mine - Drifting Deeper - Motoring - My Heart Skips a Beat - Kopter
(Fotoğraflar bana aittir. Konserde çektiğim bir videoyu paylaşıyorum.)
-