10 Mart 2013 Pazar

Salon'da Ütopik Bir Gece


By on 07:49:00

Bu yazıyı sabaha karşı 03.00 civarında yazıyorum. Sabah erkenden havaalanına gitmek zorundayım ama şu anda bilgisayar başındayım. Çünkü bu gece (artık dün gece dense de ben yatıp kalkmadığımdan benim için hâlâ bu gece) gittiğim konserde hissettiklerimi yazıya dökmezsem, içim rahat etmeyecek. Öyle ruh yüceltici bir konser dinledim ki, o müziğin ortaya çıkabilmesi için ciddi bir duygusal savrulma gerekir. Müzisyenler kendilerini bu yoğunlukta ortaya koyuyorsa, ben uykusuz kalmışım nedir ki?

Japon enstrümantal rock grubu Mono'nun konseri vardı Salon'da. Akşam mavi saat sırasında yola biraz erken çıkıp sokaklarda insanları gözlemledim; onca insan gözümün önünden akıp giderken her birine sorulsa ideal hayat hakkındaki hayallerinin nasıl farklılaşabileceğini düşündüm. Sonra kendi kendime sordum: "Nasıl olurdu ideal hayat?" Formül hazırmış kafamda: Gündüzleri kütüphanede, geceleri konserlerde geçmeliydi günler. Böylece sessiz gündüzler ile sesli geceler arasında bir denge sağlanır, çok güzel olurdu. Ayrıca hem kütüphanenin hem de konser salonlarının bir özelliği daha var: İkisinde de kalabalık içinde olsanız da sessiz kalmanız gerekiyor, sosyalleşmeniz beklenmiyor. Konserlerde konuşanlar da var ama biliyorsunuz susmak makbul. Dolayısıyla bence mükemmel bir uyum var aralarında. Aslında bir yerde hayatlarını hiç sevmedikleri işleri yaparak geçirenlerin durumuna içten içe isyandı bu düşünce silsilesi...

Konsere gittiğimde kafam bu düşüncelerle meşguldü. Saat 21.30 olduğunda Mono üyeleri sahnedeydi. Girişte onlar henüz sahneye adımlarını atmamışken birkaç dakikalık bir intro duyuldu ama dinleyiciler o bölümün de konserin bir parçası olduğunu fark edememiş olacak ki, yüksek sesle konuşmalar uğultu şeklinde devam etti. Neyse ki bu durum dört müzisyen sahnede belirince uzamadı.

Mono gibi enstrümantal müzik yapan grupları dinlemek, son derece kişisel bir deneyim. Ne şarkı sözleri var ne de dinleyeni yönlendiren herhangi bir manipülasyon. Duyduğunuzu içinde bulunduğunuz ruh haline göre yorumlayıp içselleştiriyorsunuz. Bu bakımdan Robin Guthrie'nin dediği gibi, dinleyeni işin içine katarak özgürleştiren bir müzik. Mono'nun temel olarak elektro gitar, bas gitar, klavye, davul ve pedallar aracılığıyla icra edilen müziğini de konserde eminim herkes kendi duygusal süzgeçlerinden geçirerek yorumladı. Grup, enstrümantal rock, çağdaş klasik müzik, noise ve minimalizmin iç içe geçtiği şarkılarını, pedallar aracılığıyla yarattığı bol ses efektleriyle donattığından, ortaya çıkan çok katmanlı ses dokusu da buna olanak sağlıyor.

Setlist, ağırlıklı olarak 2009 tarihli beşinci stüdyo albümlerinden seçilmişti. Çoğunluğu 10 dakikayı aştığından toplam 9 şarkı çalındı aslında. Bunların beş tanesi, "Hymn to the Immortal Wind"den, 3'ü geçen yıl çıkan "For My Parents"dan, biri de 2004 albümü "Walking Cloud and Deep Red Sky, Flag Fluttered and the Sun Shined"dan seçilmişti. Ben 2012 albümlerinden daha çok şarkıya yer verirler diye bekliyordum ama tercihleri ne olursa olsun fark etmezdi; Mono ne çalsa hiç söylenmeden dinlenir.

Konser boyunca sandalyede oturarak elektro gitar çalan Goto (Takaakira Goto)  ve Yoda'ya (Hideki Suematsu) karşılık, kadın basçı Tamaki Kunishi (klavye çalarken otursa da) gitarını ayakta çaldı. Saçları kapadığı için Goto ve Yoda'nın yüzlerini hiç göremedim ama beden dillerinden ne halde olduklarını anlamak mümkündü. Zaman zaman sandalyeden yere düşecek kadar müzikle sürükleniyorlardı, koca bir nehir gibi gürül gürül akan gitarlar salondaki kitleyi de önüne katıp ruhları ayaklandırdı.

Müziğin çok gürültülü ya da sessiz olması da fark etmiyor bu hissin ortaya çıkması için. Şarkıları yavaş başlayıp giderek yükseliyor ve ilerledikçe kreşendonun etkisiyle salonda adeta duvarlar iniyor, tuğlalar yerinden fırlıyor. İtiraf edeyim bu büyük güç karşısında gözyaşlarımı tutamadığım anlar oldu. Biletler tamamen satıldığı için çok kalabalıktı Salon ama oldukça karanlıktı; sanırım gören olmadı teslimiyetimi.

Tek kelime etmeden dinleyicisini bu kadar sarsabilen gruplara saygım çok büyük. Enstrüman o kadar tutkuyla çalınırsa söze de gerek kalmıyor. Ne ironik ki ben gece gece (ya da bir diğer deyişle sabah sabah) yazdım durdum; ne desem yeterli olmayacağını, o müziğin kişisel olarak deneyimlenmesi gerektiğini bildiğim halde yazdım durdum. Son olarak konser sırasında şu karara vardım: Eğer cennet diye bir yer varsa, bu geceki konser gibi bir atmosfer olabilir orada. Başlangıçtaki ideal hayat hayalimi destekleyen bir düşünce bu. Sonuçta ütopik bir gece sona erdi.

Setlist: Legend - Burial at Sea - Dream Odyssey - Pure as Snow (Trails of the Winter Storm) - Follow the Map - Unseen Harbor - Ashes in the Snow - Halycon (Beautiful Days) - Everlasting Light

(Not: Dalgınlıkla fotoğraf makinemi evde unutup çıkmışım sokağa. İmdadıma Salon için çalışan fotoğrafçı Ali Güler yetişti ve sabah erken saatlerde fotoğrafları bana ulaştırdı. Bu yazıdaki görsel materyal ona aittir. Kendisine müteşekkirim.)













Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate