Bu ayın en heyecanla beklediğim konserlerinden birisi, 27 Nisan akşamı Borusan Müzik Evi’nde gerçekleşecek. Uzun zamandır hayalini kurduğum Bohren & der Club of Gore, sonunda İstanbul’a adım atacak. Müzikleri için ambient caz denilse de onlar kendi müziklerini “doom ridden jazz music” diye niteliyorlar; yani aslında ruhuna felaketlerin etkisi sinmiş karanlık bir tür caz müziği yapıyorlar. Grup, 1992 yılında okul arkadaşı olan Thorsten Benning (davul), Robin Rodenberg (bas), Reiner Henseleit (gitar) ve Morten Gass (gitar/piyano) tarafından kuruldu. O dönemde ortak müzik zevkleri hardcore, death metal olan bu müzisyenlerden oluşan grubun ilk adı Almanca delme/sondaj anlamına gelen “Bohren” idi, 1993 yılında bu isim, gruba esin veren Hollandalı enstrümantal noise rock grubu Gore’a atıf yapmak için Bohren & der Club of Gore olarak uzatıldı. Kuruldukları günden bu yana toplam yedi stüdyo albümü yayınladılar. 1997’de kurucu üyelerden Reiner Henseleit’ın ayrıldı, Christoph Clöser (saksofon/piyano) gruba dahil oldu.
Bohren & der Club of Gore’u ne zaman dinlesem, müzikleri sanki bilmediğim bir yere adım attığımı ve aniden gizemli bir şey olacağını hissettiriyor bana. Karanlık ve son derece yavaş bir müzik bu. Garip bir şekilde o yavaşlık sayesinde sarsıp ürküten bir atmosfer yaratıyorlar. Bana düşündürdüklerini çok sevdiğim bu müziği canlı dinlemenin heyecanı içindeyim. Borusan Müzik Evi yetkilileri ile yaptığımız bir toplantıda Sevgili Necati Tüfenk’le grubun müziği ile ilgili en içten hislerimi paylaşınca, “Söz, senin için getireceğim o grubu!” demişti. Sonra aradan zaman geçti; bir konserde karşılaşınca müjdeyi verdi: “Bohren & der Club of Gore nisan sonunda geliyor. Senin için getiriyorum,” dedi. O günden beri takvime çentik atarak bekliyorum 27 Nisan’ı. Beklerken de boş durmadım; Christoph Clöser ile bir röportaj yaptım. (Bu arada ek bir bilgi: Clöser, grupta müzik eğitimi alan tek üye; diğerlerinin hepsi çaldıkları enstrümanları kendi kendilerine öğrenmişler.) Christopher Clöser ve grubun diğer üyeleri röportajlarda uzun yanıtlar vermiyorlar ama yine de ifadeleri ve kullandıkları kelimeler öyle kesin ki, röportajları da minimalist müzikleri gibi oldukça ilginç.
Yakında İstanbul’da konser vereceksiniz. Yanılmıyorsam bu kentteki ilk konseriniz olacak.
Gerçekten de grup olarak ilk konserimiz olacak. Ama en azından basçımız Robin Roidenberg daha önce turist olarak gelmiş oraya.
Karanlık, tamamen duyguları harekete geçiren, çok yavaş ritimli, enstrümantal bir müzik yapıyorsunuz. Şarkılarınızda çoğunlukla bir ürperme, korku hissi var. Bu müzisyenlerin ruhundan yansıyan bir özellik mi, yoksa daha teknik olarak şarkı yazma yönteminiz mi belirleyici oluyor? Aslında bu büyüleyici karanlık hissin nereden geldiğini anlamaya çalışıyorum.
Sanırım hayatın güneşli, aydınlık yönleri hakkında şarkı yapmakta zorlanan blues müzisyenleriyle karşılaştırılabiliriz. İlk başlarda filmler ve çizgi romanlar bize ilham veriyordu. Ama artık biraz daha yaşlıyız ve en büyük ilham kaynaklarımız hayatın gerçekleri ve her gün karşımıza çıkan dramalar.
Bu gerçek hayat içinde en çok hangi sınıf, kültürel yapı sizi etkiliyor?
Serserilik, ayak takımı.
“Constant Fear” adlı şarkınızın yeri benim için ayrı. Bir gün o şarkıyı konserde canlı dinleyip dışarı çıktığımda hayatın en azından benim için daha güzel olacağına dair bir inancım var. Üzerimde öyle büyük bir etkisi oldu. O şarkının hikayesini benimle paylaşır mısınız?
Çok teşekkürler. Onu İstanbul’da çalacağımız konusunda emin değilim. Bu yılki konserlerimizde çalmıyoruz onu. İsmi, California’da kurulan hardcore punk grubu Final Conflict’in bir şarkısından esinlendi. Grubun 1987’de yayımlanan “Ashes to Ashes” adlı albümünde aynı isimde bir şarkısı var. Bu noktada punk rock’tan söz edersek şunu söylemek isterim; Morten Gass yıllar içinde “Constant Fear”deki piyano kısmını, Rhodes piyano üzerinde tek eliyle çalarken diğer eliyle bira açmayı becerir hale geldi!
Müziğinizi dinlediğimde karanlık bir kentte, yağmur yağan bir akşamda sokakları arşınlayan bir detektif olma hissi uyanıyor içimde. Eminim şarkılarınız, birçok kişide aynı türden duygular uyandırıyordur. Enstrümantal müziğin içine bir kez ruhunuzla nüfuz etmeyi başardığınızda, önünüzde kocaman bir dünyanın kapısı açılıyor. Şarkı sözleri olmadığına göre, anlattığım hissi yaratabilmek için müziğinize belli duyguları aktarmayı önceden tasarlıyor musunuz?
Biz çok belirleyici olmak istemiyoruz, dinleyicinin kendi yorumları için yeterince alan kalmalı. Kimseyi belli bir yöne çekmekten, üzerlerinde baskı kurmaktan hoşlanmayız. O nedenle önceden öyle bir tasarım yapmıyoruz.
Albümlerinizi dinlediğimde her birinin arka planında belli bir öykü olduğunu seziyorum. Doğru bir izlenim mi?
Evet, genellikle her albümde müziğin uyduğu bir tema ya da kavram söz konusu oluyor. Doğru bir izlenim.
ÖFKE VE NEFRET İTİCİ GÜÇ
Öykü ya da temayı belirledikten sonra albüm yazma süreci nasıl gelişiyor? Bu konuda size yol gösteren bir çalışma yönteminiz var mı, yoksa her defasında farklı mı gelişiyor süreç?
Klişe gibi gözüktüğünün farkındayız ama öfke ve nefret, her zaman iyi birer itici güç. Bunlar çoğunlukla “Sunset Mission”da olduğu gibi iyi sonuçlar ortaya çıkmasına neden oluyor. Ama elbette başlangıç noktası, belli bir enstrüman ya da efekt gibi zararsız, iyi bir yerden de çıkabilir. Son dönemlerde eskilerden kalma ekipmanları kullanmak, bize bu konuda yardımcı oldu. Örneğin yeni albümün birçok bölümü eski bir Hammond org üzerinde yazıldı. Yabancılaştırma duygularını içinde barındıran “Geisterfaust”un ilk ortaya çıkışı, 8 telli bir bas gitarda neredeyse Manowar tarzında oldu. Bohren müziğini yazmak için gereken ruh haline girmek fazla sorun değil, bize gerçekten gereken şey zaman. Epeyce çok zaman ve dinlenme...
1997’de Reiner Henseleit’in ayrılmasından sonra gruba siz katıldınız. Aynı zamanda gitarın yerine saksofon devreye girmiş oldu. Bu değişikliklere gerek duyulmasının nedeni tam olarak neydi?
Hep söylendiği gibi ben Henseleit’ın yerine gelmedim. Reiner, eski hardcore dönemlerinde Bohren’in içinde yer alan bir şarkıcıydı ve herhangi bir Bohren albümünde enstrüman çalmamıştı. Bazı canlı performanslarda eşlik etti ama sonrasında müziğimize karşı ilgisini kaybetti. 1995 tarihli “Midnight Radio”, eski heavy metal ekipmanlarımız ve bir Fender Rhodes piyanoyla kaydedilen bir albümdü. O dönemde elimizde olan aletler olanlardı. 1997’de ben katıldım; çünkü grup bir saksofoncu arıyordu. Morten Gass, “Midnight Radio”dan sonra gitar çalmaktan sıkılmıştı; o nedenle bir süre piyano çalmaya odaklandı.
Müziğinizde dikkatimi çeken en önemli özelliklerden birisi, belki de bugüne kadar duyduğum en yavaş, en sakin perküsyon soundu ile yaratılması. Bu grup üyeleri arasında konuşulup, belli bir hedef doğrultusunda uygulanan bir karar mı?
Evet, en başından beri karamsar bir his veren yavaş baladlar çalacağımız belliydi. Müziğimizin hedef kitlesi, çok ufak dinleyici gruplarıydı, aslında doğrusunu söylemek gerekirse sadece kendimiz içindi.
Bir yerde Morten Gass’in yaptığınız müziği, “Size arsenik karıştırılmış cin tonik uzatan çok hoş bir kızla tanışmak gibi” diye tanımladığını okumuştum. Tehlikeli emelleri olan o hoş kızla tanışan siz olsaydınız nasıl hissederdiniz?
Kendimizi dünyanın kralı gibi hissederdik. Aptallığımız yüzünden, öylesine hoş bir kızın kötü emelleri olabileceğini düşünmezdik. Ama yine de bizim başımıza böyle şeyler gelmediğinden bir yandan da şüphelenirdik.
Canlı performanslarınız müziğinizdeki dramayı en uygun şekilde tamamen karanlık bir atmosferde gerçekleşiyor. Bu bir tür karşıtlık içermiyor mu? Çünkü karanlık atmosferde çalınca, bir yandan kendinize ve dinleyicilerinize özgürlük tanımış oluyorsunuz ama diğer yandan da o ortam dinleyicilerin kendisini adeta kapalı bir yerde, mezarda gibi hissetmesine neden olabilir. Bu duygudan hoşlanıyor olmalısınız.
Her zaman ufak bavullarla seyahat etsek de kendi yaptığımız küçük ışıkları da beraberimizde taşıyabiliyoruz. Dünyadaki herkes aynı minimalist Bohren konserini izlesin istiyoruz; karanlığın nedenlerinden birisi bu. Ama aynı zamanda bence bir karşıtlık yok; çünkü biz de dinleyicilerle aynı mezarda dönüp duruyoruz.
Bohren & der Club of Gore müziğini örtüştürebileceğiniz başka bir yer var mı?
Uzay derinliği, cehennem ya da dünyanın sonunda bir bar.
Sizin performanslarınızla ilgili en sevdiğim şeylerden birisi, müziğinizi sunmak için hiçbir görsel katkıya ihtiyaç duymamanız. Zaten müziğiniz o kadar güçlü ki, kendi hikayesini kendisi yazıyor. Ancak ilginçtir, birçok kişi sizin müziğinizin filmlere uygun olabileceğini, mesela David Lynch filmlerine çok yakışacağını söylüyor. Bu konuda düşünceniz ne?
Görsellik bizim için her zaman çok zorlayıcı bir alan oldu. Birincisi, enstrümantal müzikte bunu yapmak çok kolay, nereye koysanız uyabilir. Ne yazık ki bizim müziğimiz de bunun dışında değil. Ama biz müziğimizin şu ya da bu filme nasıl uyacağını düşünmemeye çalışırız. Çünkü bu üzerinde hiçbir kontrolümüzün olmadığı tam bir fantezi olarak sonuçlanabilir.
Müziğinizi sunma yönteminizle ilgili aklıma takılan bir soru daha var. Şarkı isimlerini ve albüm tasarımlarını, dinleyiciyi belli bir yöne yönlendirecek şekilde mi belirliyorsunuz? “Black Earth”ün simsiyah kapağı ve üzerindeki kurukafa geliyor aklıma...
Belli bir izlenim versin istiyoruz. Her zaman albüm kapakları ve şarkı adları konusunda uzun uzun düşünürüz. Birçok kapak tasarımını Morten Gass yaptı, ben de bizzat doğru iş çıksın diye tişörtler üzerinde çalıştım.
2011’de çıkan “Beileid” albümünde Mike Patton ile işbirliği yaptınız. Alman heavy metal grubu Warlock’un “Catch My Heart” adlı şarkısına yaptığınız cover’da vokali Patton üstlenmişti. Bugüne kadar vokal içeren tek kaydınız da o oldu. Bunun gibi işbirlikleriniz olacak mı?
Biz, başkalarının yardımını talep etmekten pek hoşlanan insanlar değiliz. Fakat Mike Patton ile yaptığımız çalışma, bizim için kesinlikle büyük bir zevk ve onurdu.
Bohren & der Club of Gore’un bu ayrıksı duruşunun ve yaptığı müziğin ardındaki ortak tutku ne?
Yabancılaşma, nefret ve direniş.
Yeni albümü ne zaman duyacağız?
Son üç yılda yeni albümümüz için şarkılar yazdık; çok rahatlıkla dinlenebilir bir soundu var. Kayıt sürecine yeni başladık, yaz sonunda bitirmeyi umuyoruz.
Yeni albümde size esin kaynağı olan müzikleri sorsam, bana hangi isimleri sayarsınız?
Bu isimler sadece yeni kaydettiğimiz albüm için:
Sade - Is It a Crime
Siamese Twins
Bert Kaempfert- Blue Midnight (Live in London ´74)
Martin Böttcher- Winnetou Melodie
Christian Anders- Einsamkeit
Vanilla Fudge- You Keep Me Hangin' On
Wayne Shorter- Infant Eyes
Çok teşekkür ederim. Konseri sabırsızlıkla bekliyorum.
Teşekkür ederiz Zülal. İstanbul’da görüşürüz.
-