30 Temmuz 2013 Salı

VEGAN LOGIC XXXI - TEMMUZ 2013 EN İYİLER


29.07.2013 tarihinde Dinamo FM'de canlı yayınlanan Vegan Logic'in kaydı. (Aşağıdaki bağlantılardan Mixcloud ve Archive.org üzerinden dinleyebilirsiniz.)

1- Moderat - This Time
2- Forest Swords - The Weight of Gold
3- Teho Teardo & Blixa Bargeld - Still Smiling
4- Grant Hart - Is the Sky the Limit? 
5- David Lynch - Wishin' Well
6- Moby Feat. Cold Specks - A Case for Shame
7- Rauelsson - Fluvial
8- Goldfrapp - Drew
9- Edward Sharpe and the Magnetic Zeros - This Life
10- Mazzy Star - California
11- Kriget - Sleeping with Buddha


Archive.org üzerinden dinlemek için:




Mixcloud üzerinden dinlemek için:






26 Temmuz 2013 Cuma

RAUELSSON - VORA



Rauelsson ismini, ilk kez 2011’de Peter Broderick ile birlikte kaydedip, prodüktörlüğünü de birlikte üstlendikleri “Replica” adlı albümle duydum. Heather Woods Broderick’in flüt çalıp vokalde yer aldığı albüm, geleceğe dair büyük umut veriyordu. Asıl adı Raul Pastor Medall olan İspanyol müzisyen, aslında kendi solo çalışmalarını Hush Records etiketi altında 2008’den bu yana yayınlıyor. Daha sonra Sonic Pieces çatısı altında yine Heather Woods Broderick ile işbirliği yapıp Portland Stories serisine de katkıda bulundu. Müzisyen olarak kökeni gitar ve vokal ağırlıklı modern folk müziğe dayansa da, yeni albümü “Vora”, modern klasik müziğin çok iyi bir örneği. Aslında bunun işaretlerini “Replica”da da vermiş, sadece folk çerçevesi içinde kalacak bir müzisyen olmadığını belli etmişti. 2012’de Peter Himmelman ile “From River to Sea” adlı bağımsız bir belgesel yapım için besteledikleri soundtrack ise, yöneldiği yeni rotayı belirlemişti. 

Albümün bir bölümünü eskiden yaşadığı Portland’da, kalanını da geri döndüğü memleketi İspanya’da kaydetmiş Rauelsson. Piyano ve synth seslerine, mükemmel bir orkestrasyonla eşlik eden çello, keman, santur, orkestra çanı, org, arp ile marimbanın yanı sıra, yağmur, deniz sesleri ve saha kayıtları da katılınca, sanki yarı uyanık bir halde görülen hayaller ile gerçek hayat birbirine karışıyor. Akustik ile elektronik arasında kurulan hassas uyum da, o hissi sürdürmeye önemli katkıda bulunuyor. Albümün mastering’i ise, aynı zamanda marimba da çalan Nils Frahm tarafından yapılmış. 


“Vora”, Rauelsson’ın Portland’dan İspanya’ya taşınmasının öncesi ve sonrasına yayılan bir zaman diliminde kaydedildiği için farklı hisleri içinde barındırıyor. Albümde umutlu, hüzünlü, sakin ve bazen hafif de olsa gerilimli anlar bir arada çalkantılı bir ruh halinin portresini çiziyor. Genel atmosferde bir belirsizlik, tedirginlik, bilinmezlik seziliyor. Ancak albümün başında Rauelsson'ın henüz Portland'da olduğu dönemde ilk başlarda bir gerginlik yok. "Wave In" ve "Fluvial"da piyano ve yaylıların diyaloğu naif bir kırılganlığın işaretlerini veriyor. Karar anının geldiğini "Split"teki atmosferik soundu bölen bas soundu ile anlıyoruz.

Hayatının uzun bir dönemini geçirdiği yerden ayrılan herkes bilir bu hissi. Bir tür yabancılaşma hissidir; kimseye belli etmek istemezsiniz ama geride bırakacaklarınız aklınıza gelince boğazınız düğümlenir, ondan kurtulmak için yeni yerde olabilecek iyi şeyleri düşünmeye çalışırsınız. “Almadrava” adlı şarkı tam da bunları anlatıyor bana kalırsa. Piyano tınıları arasında boşluklar var; çok yavaş ilerliyor her şey. Çünkü “Terk eden insan bir yerde terk de ediliyordur ama şimdi kalk ayağa, önüne bak,” diyor piyano. Bunlar bana çağrıştırdıkları tabii, Rauelsson da tam olarak bunları mı anlatmak istiyordu bilmiyorum ama kendisinin söylediğine göre, “Vora”, ülke, hatta kıta değiştirirken hissettiği son derece kişisel duyguların yansıması.

Hourglass I” adlı şarkıda bir kadın, “Defalarca dolanıp yine kıyıya döndüm, altüst olduğunda burada olmak istemiyorum,” diyor. Albüm notlarından o sesin Oregonlu müzisyen Laurel Simmons’a ait olduğunu öğreniyoruz. Arkasından gelen “Hourglass II”da yine aynı ses, bu kez “Suya yazı yazabilirim ama sadece donduğunda,” dizesini tekrarlıyor. “Dusk, Gravel, Dawn” Akşam karanlığından şafak sökene kadar sahilde geçen süreci anlatıyor; gerçekte bir kıyıdan diğerine geçişin sancıları hala devam ediyor. Zaman geçerken Rauelsson’ın içindeki sessiz fırtına, yerini şafakla birlikte umutlu bir güne bırakıyor. 

43 dakikalık albümün 30. dakikasında “Parasol” başladığında, Nils Frahm’ın marimbasıya birlikte arka planda çocuk sesleri duyuluyor. Anlıyoruz ki artık İspanya’da Rauelsson. Albümün kapanışında “Wave Out”, albümün sonunu yarattığı ses manzaraları ile bir film gibi bağlıyor. Baştan sona insanı düşünceden düşünceye sürükleyen, çok güçlü ve duyarlı bir albüm “Vora”. Duygu geçişlerini yansıtmadaki başarısının altını özellikle çizmek gerekiyor. 

Modern klasik müzik, seslerle yazılan görüntüsüz filmler izlettiriyor bana. Giderek bu türün tutkunu oldum iyice. “Vora”nın öyküsünde kendimden çok şey buldum ama albümü dinleyen herkesin bu müziğe farklı da olsa kendine özgü bir öykü yazacağını düşünüyorum. Raul Pastor Medall, folktan modern klasiğe uzanan yolunda keskin bir dönemeci ustalıkla aldı. “Vora”, şimdilik o yolun en yüksek noktası. 

(Albümün tümü Soundcloud üzerinden dinlenebiliyor.)


-

23 Temmuz 2013 Salı

VEGAN LOGIC XXX - YENİDEN YORUMLANAN ŞARKILAR - 22.07.2013



22.07.2013 tarihinde Dinamo FM'de canlı yayınlanan Vegan Logic'in kaydı.

1- Editors - Lullaby (The Cure cover)
2- Suede - Shipbuilding (Elvis Costello - Robert Wyatt cover)
3- My Bloody Valentine - We Have All the Time in the World (Louis Armstrong cover)
4- Nick Cave - Disco 2000 (Pulp cover)
5- Grace Potter and the Nocturnals - White Rabbit (Jefferson Airplane cover)
6- 801- Tomorrow Never Knows (The Beatles cover)
7- Beck - Sound and Vision (David Bowie cover)
8- David Bowie - Nite Flights (Scott Walker cover)
9- James Blake - A Case of You (Joni Mitchell cover)
10- Tindersticks - Here (Pavement cover)
11- Recoil Feat. Shara Worden - Dum Dum Girl (Talk Talk cover)
12- Morrissey - Interlude (Timi Yuro cover)

Archive.org üzerinden dinlemek için:



Mixcloud üzerinden dinlemek için:





21 Temmuz 2013 Pazar

DEAFHEAVEN - SUNBATHER


2012'de SXSW'da beni en çok etkileyen performans, 2010'da San Francisco'da kurulan black metal grubu Deafheaven'a aitti. Günün yorgunluğuyla ayakta zor dursam da, onları dinlemek için gece 01.30'da The Bat Bar'a gitmiştim. Performansları bittiğinde saat 03.00'e geliyordu. Bardan çıkıp otele giderken gözlerimden akan yaşları engelleyemedim. Yaşadığım deneyimin yoğunluğundan, güzelliğinden sarsılmıştım. Bazı konserler, insanın hayatında belirgin bir iz bırakır ya, öyleydi Deafheaven'ı canlı dinlemek. Sonra otel odasına girdiğimde mekan dar geldi bana. Uyuyamadım. Lobiye inip boş boş dolaştım ama baktım olmayacak, yine odaya dönüp açtım bir bira, pencereden gün doğumunu izledim. Uykusuz kaldığım o gece için Deafheaven'a hep müteşekkir kalacağım. Uğruna uykularımı yitirdiğim müziklerin yeri ayrıdır elbette.

İlk albümleri "Roads to Judah", 2011'de çıktığında black metal camiası içinde derhal dikkat çekmişti Deafheaven. O sırada beş kişilik bir ekiplerdi. Kerry McCoy'un müthiş gitar riff'leri ve vokalist George Clarke'ın gırtlağını yırtarcasına olağanüstü çığlıklara dönüştürdüğü vokali, iyi bir kulağı hemen yakalayacak türdendi. Adına uygun karanlık ama black metal denilince çizilen sınırların dışında kalan etkileyici bir karakteri vardı müziğin. Austin'deki konserde beni o kadar çok etkileyen şey de, ruhuma dokunan katıksız içtenlik ve büyük tutkuydu. Bunu hissettiğim anda diz çöküp, başımı öne eğmekten başka bir şey yapamıyorum. İkinci albümlerinde de aynı hissi yaşayacağım anı sabırsızlıkla bekledim.

Nihayet haziran ayında Deathwish, Inc. adlı bağımsız bir plak şirketi yayınladı "Sunbather"ı. İki albüm arasında beş kişilik gruptan ayrılanlar olmuş, Kerry McCoy ve George Clarke ikili olarak yola devam etmişlerdi. Benim konserde gördüğüm grup da beş kişilikti. Sound konusunda endişe duyanlar vardı ama ben kalan iki kişinin grubun temeli olduğunu bildiğimden umutluydum. McCoy ve Clarke, albümdeki şarkıları birlikte yazmışlar; stüdyoda birbirlerine karşılıklı ilham vererek yol almışlar. Şarkı sözleri Clarke'a, riff'lerin büyük kısmı ise McKoy'a ait. Kayıtların son aşamasında aralarına davulda Daniel Tracy de katılınca, taze kanı bulup eksikleri tamamlamışlar.

"Sunbather", gerek adı gerekse pembe renkli kapağıyla bir black metal albümü için epey sıradışı. İlk anda insana dikkat çekmek ve black metal camiasına "Sizin klişelerinizi reddediyoruz," demenin bir yolu olarak düşünülmüş gibi geliyor. Ancak garip bir tezat gibi dursa da, albüme ilham veren ana temayı öğrendiğinizde mantıklı geliyor. "Güneşlenen bir kız var, her türlü endişeden uzak görünüyor ama diğer yanda ben de 'hayatımı bu kadar zorlaştırmak için ne yaptım?' diye düşünüyorum. Bu his, bir insanın sahip olmadığı şeylerle ilgili," diyor Clarke. San Francisco Bay Area'da yoksul mahallelerde yaşamanın, insanların sahip olduğu servet farklarına tanık olmanın getirdiği bir his olduğunu söylüyor.

Birileri çok rahat hayatlar sürerken, birilerinin de ideale ulaşmak için sürekli çabalamasının verdiği öfke sinmiş açılış şarkısı "Dream House"a. Bu yıl duyduğum en güzel şarkılardan birisi kesinlikle. Yaklaşık 10 dakika sürüyor ve birden ortasında bir yerde bütün o öfke gidiyor, kısa bir süre tek bir gitarın tınıları eşliğinde sakinlik oluyor, sonra yine çığlıklar yükseliyor. Şarkı geçişlerine de yerleştirilen bu kısa parçalar dikkat çekici. Stüdyoda provalar sırasında ortaya çıkan melodik parçaları bir şekilde kullanmak istemişler. Dinleyici için albümü baştan sona dinlerken şarkılar arasında bağ kuran bu şarkılar, aynı zamanda albüm kayıt sürecinin gelişimini de ortaya koyuyor.

Black metal deyince çoğu kişinin aklında beliren soundun ötesinde, shoegaze, enstrümantal rock tadı da taşıyan deneysel bir albüm "Sunbather". Dört uzun şarkı arasına konulan "Irresistible", "Windows" ve "Please Remember", albümün başarısında önemli pay sahibi. "Windows"da San Francisco'da kalabalığa vaaz veren bir rahibin sesi ile Kerry McCoy'un bir uyuşturucu satıcısı ile yaptığı pazarlığın ses kayıtları sample olarak kullanılmış. Fonda gerilim filmini andıran gizemli bir müzik akıp giderken bu konuşmalar birbirine geçiyor.

İlginç bir sample kullanımı da "Please Remember"da yapılmış. Şarkının başında Fransız grup Alcest'in kurucusu Neige (Stephane Paut), Milan Kundera'nın "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği" adlı romanından bir bölümü okuyor. Giderek yükselen drone sonunda kulakları delen bir alarm haline gelinceye kadar sürüyor ve o noktada yine her şey duruyor, mikrofonu klasik gitar kapıyor. Şarkının geri kalan yarısı hüzünlü bir uysallıkla bitiyor.

"Sunbather", çok iyi bir çıkış albümüyle kariyerine başlayan Deafheaven'ın eleman kayıplarına karşın soundunu daha da zenginleştirip, sınırları çok üst seviyelere taşıdığı; hem karanlık hem sakin anları kusursuz bir uyumla sindiren, çok etkili, dev bir duygu yumağı. İlk dinleyişte diz çöktürdü bana, başımı da büyük bir mutlulukla eğdim.

(Birisi albümün tüm kaydını YouTube'a koymuş. Dinleyin ama hem müzik arşiviniz için hem de gruba destek olmak için albümü almanızı öneririm. Hak ediyorlar.)


-


17 Temmuz 2013 Çarşamba

TEHO TEARDO & BLIXA BARGELD: STILL SMILING


17.07.2013
 
Müzik yazılarımı takip edenlerden bazıları soruyor; "Neden bir süredir albüm eleştirisi yazmıyorsunuz?" diyorlar. Onlara bir açıklama borçluyum. Kişisel olarak biraz zor bir yıl geçiriyorum. O yüzden albüm yazılarına zaman ayıramaz oldum. Ben, bir albümü dinler dinlemez onun hakkında yazı yazamıyorum. Bazen bakıyorum yabancı dergilerin yazarları bir albüm internete düşer düşmez hemen yazı yayınlıyorlar. Rekabet ortamında ilk eleştiriyi yazma çabasını anlıyorum ama benim yapabileceğim bir şey değil bu. Bir albüm hakkında tam bir görüş oluşturabilmem için, onunla bir süre yoğun bir zaman geçirmem, gece gündüz, farklı ortamlarda onun bana hissettirdiklerini içime sindirmem gerekiyor. Elbette ilk izlenim olarak teknik bilgiler verilebilir ama ben daha çok bana hissettirdiği duygunun peşindeyim ve onu doğru yansıtmak istiyorum.

Bir süredir yaşadığım zorluklara mayıs ayı sonundan itibaren ülkenin içine girdiği kaos ortamında başka herhangi bir şeye odaklanamama sorunu de eklendi ve bugüne kadar geldik. Ancak bu arada çok güzel albümler çıktı ve hakkında eleştiri yazamadığım her albüm için kendime kızdım.  Bundan sonra eskisi gibi daha sık yazmaya çalışacağım; çünkü müzik benim yaşama sevincim, nefes alma yolum. O yol hep açık kalmalı. 

***

Bu açıklamadan sonra yeniden bir eleştiri kaleme almak için bana güçlü bir ilham veren albüme geçebilirim. O albüm, Teho Teardo ile Blixa Bargeld'ın işbirliği sonucunda ortaya çıkan "Still Smiling".  Aslında İtalyan plak şirketi Specula Records'tan nisan ayında çıktı ama geri kalan Avrupa ülkelerine dağıtımı haziran ayının sonunda oldu. 

Blixa Bargeld'ı tanımayan var mıdır bilemiyorum. Müzik tarihinde Einstürzende Neubaten ve Nick Cave and the Bad Seeds ile öyle bir iz bıraktı ki, ne unutulur ne de unuttturulur. Einstürzende Neubaten son birkaç yıldır aktif değil; en son 2007'de albüm kaydettiler, 2010'da 30. kuruluş yıldönümlerini kutlamak üzere Avrupa'da turneye çıktılar. Ondan sonrasında Blixa Bargeld, elektronik müziğin en yetenekli isimlerinden Alva Noto (Carsten Nicolai) ile 2007'de başladığı işbirliğini sürdürdü. İkili, 2010'da bir EP ve albüm yayınladı, konserler vermeye başladı. (Alva Noto ve Blixa Bargeld ile geçen yıl Borusan Müzük Evi'ndeki İstanbul konserleri sırasında yaptığım röportaj için link: http://zulalmuzik.blogspot.com/2012/12/sosyalizm-egoizm-ve-deneysellik.html)

Teho Teardo ise, rock grubu Meathead'in kurucularından İtalyan bir müzisyen ve besteci. 90'lı ve 2000'li yıllar boyunca birçok müzisyenle işbirliği yaptı, aralarında Il Divo'nun da olduğu filmler için müzik besteledi. Teardo, Blixa Bargeld ile ilk kez 2011'de "Ingiuria" adlı tiyatro oyununa yaptıkları katkı sırasında tanışmış; daha sonra da "A Quiet Life" adlı bir filmin müzikleri için bir araya gelmişler.  

Bu kez ikilinin işbirliğinden Berlin ve Roma'da 2012/13'te kaydedilen 13 şarkılık enfes bir albüm ortaya çıktı. Kayda, Teardo ve Bargeld'ın yanı sıra, ünlü yaylı dörtlüsü The Balanescu Quartet de katkıda bulunmuş. 


Albüme adını veren şarkı, "Still Smiling"i ilk duyduğum andan beri Haziran Direnişi'nin zor zamanlarında sığınağım oldu. Çünkü Blixa Bargeld, şarkıda bütün olumsuzluklara karşın hala güldüğünü anlatıyor. Geçmişe doğru bakıyor, karanlık günleri, bazı ilişkilerinin bitişini hatırlıyor. "En karanlık günü de hatırlıyorum ama o sonuncu değildi" diye itirafta bulunuyor. Yine de "biçimsiz ruhumum en derinliklerinde hala gülüyorum" diyor. Blixa Bargeld'ın konuşur gibi söylediği bu sözlere yaylılar eşlik ederken, sona doğru bir yerde sesinin tonu değişiyor, hırlarcasına "Still Smiling" diye defalarca söylüyor dizeyi. İçerdiği kara komedi üzerimde öyle bir etki bıraktı ki, ne zaman umuda ihtiyacım olsa dinleyeceğim şarkılardan birisi de artık bu.

"Still Smiling" beşinci sırada ama özel hislerim nedeniyle ilk ondan söz ettim. Aslında açılışı yapan şarkı "Mi Scusi". "Aaahhh!" diye bir inleme ve ardından çellonun devreye girişiyle başlıyor albüm. Albüm boyunca İtalyanca, Almanca ve İngilizce sözler şarkılarda iç içe geçmiş durumda. Blixa Bargeld, dil üzerindeki ustalığını ve merakını bir kez daha konuşturmuş albümde ama İtalyanca konuşurken ortaya çıkan aksanından dolayı da affını rica ediyor "özür dilerim" anlamına gelen şarkıda. "Başka bir dilde öpebilir miyim?" diye sorarken, basit bir anlatımla dilin zihnimizde kurduğu baskıya felsefi bir bakış da getirmiş oluyor.

Albümün en güzel şarkılarından bir diğeri "Come Up and See Me"de, Blixa Bargeld'ın usta vokaline yaylılar ve sürükleyici bir ritim destekliyor. Şarkının hüzünlü melodik yapısı içinde birden yaylılar duruyor; fonda klavsen çalarken Bargeld, İtalyan medya kuruluşlarının adlarını sayıyor ve arkasından da "the man who screwed a whole country" diyor. O adamın İtalya'nın başına bela kesilen Berlusconi olduğunu anlamak zor değil. Şarkıyı ilk duyduğum andan beri Türkiye için uyarlansa, medya kuruluşları olarak da NTV, CNN Türk, Habertürk, Sabah, Yeni Şafak, TRT Star, Bugün ve türevleri sayılsa ne iyi olur diyorum.


Üçüncü şarkı "Axolotl", albümdeki en garip soundu olan şarkı. Benim gibi garip seslere meraklı olan herkes için "Axolotl"u dinlemek ilginç bir deneyim olacaktır. Şiddetli bir çelloyla başlıyor şarkı, 35 saniye sonra birtakım elektronik sesler devreye giriyor ve ona Blixa Bargeld'ın diliyle çıkardığı acayip sesler de ekleniyor. Blixa Bargeld'ın Almanca vokalini ancak 2. dakikadan sonra duyuyoruz, 3. dakikada ise o meşhur çığlığı başlıyor. Bir yerde "Ben küçük bir Axolotl'um" diyor. Axolotl, bir tür meksika semenderinin adı. Bütün o tuhaf seslerin arkasındaki düşünce buradan geliyor. Bir semenderi Blixa Bargeld'dan daha iyi kimsenin sesle canlandıramayacağından artık eminim. 

"Alone with the Moon", İngiliz üçlü The Tiger Lillies grubunun kurucusu Martyn Jacques'ın yazdığı aynı adlı şarkının cover'ı. Blixa Bargeld, cover'ın hakkını tam anlamıyla vermiş; diğerlerine göre konuşma havasından uzaklaşıp gerçek anlamda şarkı söylemiş burada. Şarkının romantik atmosferinden sonra "What If...?" ile girilen gerilimli hava albümün içerdiği tezatlara iyi bir örnek. Önce kontrabas, ardından keman sesleri duyuluyor, yaratılan dramatik sound ile birlikte "Ya cennette huriler beklemiyorsa, ya hepsi bir tercüme hatasıysa?" diye soruyor Bargeld. "Ne güzel bir gün! Ne güzel hava ama benim bütün duyduğum bir yazıcı" dediğini duyuyoruz ama şarkının tam olarak ne hakkında olduğunu bulmak için İtalyanca kısmı iyice anlamak gerekiyor. "Nur Zug Erinnerung" adlı Almanca şarkı için de aynısı söz konusu. (Bu konuda birisi bana yardım ederse çok sevinirim.)

Albümün kapanışını Blixa Bargeld'in bugüne kadar yazdığı en kişisel şarkılarından birisi yapıyor. Turnedeyken taksi, otel odası ve sahne arasında yaşadığı rutin hayattan söz ediyor. "Taksi, oda servisi ya da mastürbasyon..." diyor bir yerde. Sonra yaptığı röportajlardan duyduğu sıkıntıyı açığa vuruyor. "Nick Cave ile yeniden çalacak mısınız?" diye soruyor İngilizce aksanı bozuk bir kadın. İlginçtir; ben röportaj yaparken Nick Cave hakkında hiç soru sormamıştım ama kendisi konuyu oraya getirmişti. 

"Still Smiling", "Defenestrazioni" adlı şarkının atmosferik soundu ile sona ererken Blixa Bargeld, "Hepimiz uçabileceğiz, şarap içeceğiz, bulutlarda kahvaltı edeceğiz" diyor. Şarkının ismi Türkçe'de pencereden fırlatma ya da işten kovulma/siyasi partiden atılma anlamlarına geliyor. Belki de bireyin bağlı bulunduğu gruplardan kurtulup kendi benliğini bulunca özgürleşeceğini anlatmak istiyor Bargeld. Öyleyse doğru söylüyor...

Albüm boyunca şarkı sözleri, hayata dair birbirinden ilginç kavramları farklı dil yapıları içinde birbirine perçinlemiş. Hem düşündürüyor, hem merak ettiriyor hem de güldürüyor. Teho Teardo ve The Balanescu Quartet'in enstrümanlardaki ve ses kurgusundaki üstünlüğü de buna eklenince, çok çarpıcı, olağanüstü güzel bir albüm kaydedilmiş. Blixa Bargeld'ı canlı dinlemiş olanların da mutlaka albümü dinlerken aklına konserdeki dik duruşu, sert bakışları ve ilginç yüz mimikleri gelecektir. Ama bu deneyimi yaşamamış olanların da Bargeld'ın sesiyle yarattığı tiyatrodan müthiş bir keyif alacaklarını düşünüyorum. İnsana dair birçok farklı duyguyu vokaline bu yetkinlikte yansıtabilen fazla müzisyen yok. Benim için yılın olumlu anlamda en sarsıcı albümleri arasında "Still Smiling". Klasik, elektronik, avangart ve deneysel müzik türlerinin sıradışı bir buluşması. Baştan sona dinlenmesi, zaman ayırılıp yaşanması gereken, ciddi ama espriyle dolu, sofistike bir albüm bu; geçiştirmeye gelmez. 


15 Temmuz 2013 Pazartesi

VEGAN LOGIC XXIX - KOSMISCHE MUSIK / KRAUTROCK , 15.7.2013 -


15.7.2013 tarihinde Dinamo FM'de yayınlanan Kosmische Musik / Krautrock özel programının kaydı ve şarkı listesi. (Programı aşağıdaki bağlantılarla hem Archive.org üzerinden hem de Mixcloud üzerinden dinleyebilirsiniz. Canlı yayın sırasında bir aksaklık oldu, Conrad Schnitzler'i anons etmiştim ama onu yayına giremedik. Özür dilerim.)


1- Neu! - Hallogallo 
2- Tangerine Dream - Ultima Thule Part 1
3- Klaus Schulze - Opheylissem 
4- Cluster - Caramel
5- Harmonia - Vamos Companeros
6- Can - Moonshake
7- Kraftwerk - Ruckzuck
8- Camera - E-Go
9- Föllakzoid - Trees (Moon Duo Remix)


Archive.org üzerinden dinlemek için:



Mixcloud üzerinden dinlemek için:




12 Temmuz 2013 Cuma

Roger Waters "The Wall" konserine ilişkin detaylar



Dünyanın en büyük rock grubu kabul edilen Pink Floyd'un başyapıtlarından "The Wall", sosyal, politik ve bireysel anlamda kitleleri etki altında bırakması açısından müzik tarihinin en önemli albümlerinden biri. Roger Waters, uzun zamandır sürdürdüğü "The Wall" turnesini 4 Ağustos'ta  İstanbul'a da taşıyacak ve albümdeki şarkılar görkemli bir şov eşliğinde baştan sona çalınacak. (Ben bu turnenin New York ayağını 3 yıl önce izleyip yazmıştım. Okumak isteyenler için link: http://zulalmuzik.blogspot.com/2010/10/yikilsin-butun-duvarlar.html)

The Wall turnesi, şimdiye kadar gerçekleştirdiği 192 konserle, 380 milyon dolar bilet satış elde etti ve 28 ülkede 3,3 milyon kişiye ulaştı ve aynı zamanda 2012 yılının en çok hasılat yapan turnesi oldu.  Waters kendi deyimiyle hala şu sorunun cevabının peşinde: “Kültürümüzün iletişim teknolojileri, birbirimizi daha iyi anlamamıza yardımcı mı oluyor yoksa bizi birbirimizden koparak ayırıyor mu?"

Aşağıda turnenin prodüksiyonu ve şovla ilgili bazı rakamsal veriler var. İlgilenenler için paylaşıyorum.

-The Wall için kurulan sahne ülkemizde gerçekleşen Madonna ve Red Hot Chili Peppers konserlerinde kurulan 2 sahnenin toplamı büyüklüğünde. Dünyada bugüne kadar kurulmuş en büyük sahne olarak kayıtlara geçti.

-The Wall şovunda kullanılan projeksiyon, dünyanın en büyük yıldızlarının kullandığı projeksiyonun tam olarak 6 katı büyüklüğünde. 120 metre olarak dünyada bir konserde görülen en büyük projeksiyon duvarı olarak rekor kitabına girdi.

-The Wall için kurulacak sahnenin prodüksiyonunda toplam 270 kişi çalışıyor.

-The Wall için kurulan sahne ve prodüksiyon malzemesini yurtdışından ülkemize getirecek tırlar arka arkaya dizildiğinde uzunlukları Boğaz Köprüsü’nü 2 kez dönebiliyor.

-The Wall sahnesinin kurulumunda 8 vinç, 12 fork lift ve 4 kamyon kullanılıyor.
Daha önce yine Roger Waters’ın kullandığı ve dünyada ilk kez uygulanan surround sistemi bu konserde de kullanılacak. Konsere katılacak seyirciler stadın hangi noktasında olursa olsun, sanki evlerinin salonunda bulunun 5+1 sinema sistemi gibi ses kalitesiyle konseri izleyebilecekler. Konserin tamamında kullanılan  hoparlör sayısı dünya yıldızlarının statlarda kullandığı hoparlör sayısının neredeyse 3 katı.

-Sahnenin toplam ağırlığı 140 ton.

-The Wall konserinde kurulacak duvarda kullanılan büyük tuğlalar, yaklaşık olarak iki binanın yapımında kullanılan tuğlalarının sayısıyla eşit durumda.

-Turne boyunca kullanılan tuğlalar geri dönüşümlü. Bunlar turne sonunda farklı şeyler için kullanılacak.

-Duvar, yurtdışından gelen 14 ve yurtiçinden 10 olmak üzere toplam 24 mühendis tarafından kurulacak.

-Sahnede toplam 65 elektrikli motor kullanılıyor. Normal konserlerde bu sayı 20 civarında.

-The Wall konserinde kullanılacak kabloları birbirine bağladığınızda uzunlukları Taksim meydanından Tuzla’ya ulaşabiliyor.

-Sahnede toplam 140 ışık robotu kullanılıyor.

-Surround sistemini kontrol eden ses masalarında toplam 12 ses mühendisi çalışıyor.

-Sahne ışıkları toplam 8 ışık mühendisi tarafından kontrol ediliyor.

-The Wall konseri esnasında ateşli gösteriler / havai fişek toplam 6 kişi tarafından gerçekleştiriliyor.

-Şovun çeşitli bölümlerinde ortaya çıkacak kuklaların boyutu 12 ile 20 metre arasında değişiyor.

-Kullanılacak elektrik gücü, bir mahallenin  gün boyunca kullandığı elektrik enerjisine denk geliyor.

-2,5 senedir yapılan dünya turnesinde, tüm dünyadan haksız yere hayatını kaybeden insanların fotoğrafları dönmektedir. Aralarında Türkiye’den de 3 isim yer alıyor: Adnan Menderes, Hrant Dink ve Uğur Mumcu.

-Konser için yurtdışından İran, Belarus, Kanada, Mısır, Gürcistan, İngiltere, Kuveyt, Lübnan, Hollanda, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri, Amerika gibi ülkelerden çok sayıda bilet satışı oldu.

-The Wall konserinde, Madonna konserinin neredeyse 2 katı kadar tır kullanılıyor.



__

9 Temmuz 2013 Salı

VEGAN LOGIC XXVIII - 8.7.2013


8.7.2013 tarihinde Dinamo FM'de canlı yayınlanan Vegan Logic'in kaydı ve şarkı listesi:

1- Astrid Monroe - I Kill You
2- Genesis Breyer P- Orridge & Astrid Monroe - The Mind is the Key
3- Algebra Suicide - An Explanation for That Flock of Crows
4-Fauna - Tomorrow
5- Coil - All the Pretty Horses
6- Current 93 Feat. Antony Hegarty - The Beautiful Dancing Dust (Matmos Remix)
7- Roedelius / Schneider - Frankly 
8- Blondes - Clasp
9- SONOIO - Minutes (Alan Wilder Remix)
10- Alessandro Cortini - Gloria
11- David Lynch - Are You Sure
12- Cabaret Voltaire - Automotivation

***Arvhive.org üzerinden dinlemek için:




***Mixcloud üzerinden dinlemek için:



___



6 Temmuz 2013 Cumartesi

Melody Gardot'dan Dört Dörtlük Performans


6.7.2013

Melody Gardot'ya İstanbul'un en güzel mekanlarında konser vermek nasip oluyor. Dört yıl önce yine İstanbul Caz Festivali'ne geldiğinde Esma Sultan Yalısı'nda çalmıştı. (O konserle ilgili yazım için link: http://zulalmuzik.blogspot.com/2009/07/cazn-yukselen-melodysi.html) Bu kez Almanya Sefareti Tarabya Yazlık Rezidansı'nda ağırladık onu. Ağaçlıklı çok güzel bir bahçe içinde, önünde Boğaz manzarasıyla muhteşem bir atmosferi vardı mekanın. Melody Gardot da gece boyunca orada konser yapılmasına izin verdiği için Almanya Başkonsolosu'na birkaç kere teşekkür etti.


Bir temmuz gecesiydi ama rüzgar şanlı hükmünü sürüyordu, herkes dağıtılan kırmızı polar şalları alıp sarındı. Ön kısımda sandalyelere oturanların dışında çimenlere atılan büyük yastıkların üzerine yayılanlar da çoktu. Konsoloslukların bahçesinde konser düzenlenmesinin bir yararı da, içki satılması sorununun ortadan kalkması. Caz Festivali'nin bu yılki mekanları arasında İstanbul Modern yok. Geçen yıllarda oradaki konserlerde müze olduğu gerekçesiyle içki satılması yasaklanınca işin tadı kaçmıştı; konsolosluklarda böyle bir sıkıntı olmuyor, dileyen hem müzik dinliyor hem de içkisini içiyor.

Melody Gardot, 2009'da İstanbul'a geldiğinde ikinci albümü "My One and Only Thrill"in turnesindeydi. Bu defa geçen yıl çıkardığı "The Absence" için turnede. Esma Sultan'daki konserde geçirdiği ağır trafik kazasının üzerinden altı yıl geçmişti ve geride kalan fiziksel zorlukları henüz tam olarak atamamıştı. Çok rahat yürüyemediği için sahneye bastonu ile gelip, çoğunlukla ya piyanosunun başında kalmış ya da yüksek bir tabureye oturup gitar çalmıştı. Aradan geçen zaman ona her anlamda iyi gelmiş. Artık ayağında yüksek topuklu ayakkabılarla rahat yürüyor, sahnede desteksiz duruyor; bir tek dans ederken bastonunu eline aldığını gördüm.

Fiziksel olarak hareket olanağının artması, sahne performansını etkilediği için bunu belirtmek istedim. Çünkü dün gece, piyanosunun başında çok az kaldı. Konserin açılışında birkaç şarkı çaldıktan sonra ayağa kalkıp mikrofonun önüne geçti; daha hareketli şarkılar söyleyip dans etti. Bir ara, 2011'in sonunda kaybettiğimiz Cesaria Evora'yı andı. Şarkılar hangi dilde olursa olsun, içten söylendiğinde yüreğe dokunacağını, Cesaria Evora gibi bir gün öldüğünde kendi şarkılarının da onunki gibi hatırlanmasını arzuladığını söyledi ve unutulmaz "Sodade"ı seslendirdi. "Bana mektup yazarsan ben de sana yazarım. Beni unutursan ben de seni unuturum... Geri geldiğin güne kadar" diyordu "Sodade" adlı şarkısında Evora. Meldoy Gardot, onun unutulmayacağını İstanbul'da bir kez daha hatırlattı.

Pürüzsüz sesiyle hem yeni hem de eski albümlerinden şarkılar söyledi Gardot. "Les Etoiles", "Baby, I Am a Fool", "Who Will Comfort Me" gibi daha çok bilinen şarkılarında dinleyicilerin eşlik ettiğini görünce yüzüne kocaman bir gülümseme yayılıyor. Konserin en ufak bir aksama olmadan baştan sonra akıp gitmesinin nedenlerinden biri de elbette kendisine eşlik eden ekibinin de müthiş olması. Özellikle saksofoncu Irwin Hall olağanüstü bir performans gösterdi. Bir ara aynı anda iki saksofonu birden çaldı. (Çektiğim videoda o sahneyi yakaladım. Görüntü ilk başta biraz sallantılı ama izlemeye değer. )



Melody Gardot, şarkı aralarında anlattığı hikayeler, yaptığı esprilerle dinleyicisiyle çok sıcak bir iletişim kuran müzisyenlerden. Paris'te bir sabah sokak müzisyenlerinin şarkılarıyla uyanıp, heyecanla çırıkçıplak bir halde pencereden "Sizinle şarkı söylemek istiyorum!" diye altıncı kattan bağrışını anlatırken adeta yeniden yaşıyordu duyduğu mutluluğu. Konserin sonuna doğru baktı ki yine dinleyiciyle sahne arasına kırmızı bantlarla mesafe konmuş. "Sayın Konsolos, çimenleriniz için üzgünüm ama bunu yapmak zorundayız. Birisi yardımcı olursa şu bantları atalım, herkes sahne önüne gelsin" dedi.

Dinleyiciyle arasındaki fiziksel mesafeyi kaldırdığında daha çok coştu. Irwin Hall saksofon çalarken ona danslarıyla karşılık verdi. Çok güzel bir son oldu. Alkışlarla yeniden geldi sahneye. İstanbul'dan çok güzel anılarla ayrıldı Melody Gardot ve ekibi. Blues, bossa nova, Latin ve caz müziği kaynaşıp evrensel bir dil kurdu. Bir öncekinden daha dinamik, dört dörtlük bir konserdi. Melody Gardot, yoluna sağlam adımlarla devam ediyor.

(Photo credit: Zülal Kalkandelen. Fotoğraflar ve video bana aittir.)

-







3 Temmuz 2013 Çarşamba

12 Yıl Sonra Sahnede 2 Alicia Keys



2001 yılıydı onu ilk kez sahnede canlı dinlediğimde. New York’ta bir radyonun kuruluş yıldönümünü kutlama dolayısıyla düzenlediği geceye katılan sanatçılardan biriydi Alicia Keys. İlk albümünü henüz yayınlamış, 20 yaşında, çok yetenekli bir genç müzisyendi. R&B türüne çok yakınlık duymasam da, sahnenin ortasında siyah piyanosunu çalarken güçlü sesiyle söylediği şarkılar çok içtendi. Kıvırcık uzun saçlarının arasından görünen kocaman gülümsemesi de artı olarak hanesine eklenince, kısa sürede gördüğü ilgi çok büyüdü. Artık konser biletleri hemen tükeniyor, radyolar sürekli onun şarkılarını çalıyor, her yerde röportajları çıkıyordu. 2002’de bir gecede beş Grammy kazanınca artık onu kimse tutamazdı. Onu kariyerinin başında izleyerek bir yıldızın doğuşuna tanık olmuştum.

Yıllar geçtikçe yaptıklarını izlemeye devam ettim. İlk albümü “Songs in A Minor” ile gelen başarıyı katlayarak sürdürdü. Bugüne kadar beş albüm yayınladı, birçok ünlü isimle işbirliği yaptı, aynı sahneyi paylaştı. Artık dünya yıldızıydı. R&B’nin sınırlarını aşıp müziğinde farklı türlere eğilim de göstermişti. Bir müzisyenin kendini keşif sürecinde yapması gereken de oydu ama kitlelere daha çok hitap edebilmek için pop’laşan bir sounda doğru kaymasıydı endişem.

Dün akşam Maslak Parkorman’daki konsere giderken, asıl amacım, 12 yıl sonra sahnedeki duruşunun olumlu ya da olumsuz ne yönde değiştiğini görmekti. Müzisyenlerin kariyerlerini bu şekilde gözlemlemek gerçekten ilgimi çekiyor. 

Önce konser alanı ile ilgili bilgi vereyim. Mekan bu kez bazı farklılıklar içeriyordu. Sahne önü diye bilinen kısım, ilk kez “Sahne Önü 1” ve “Sahne Önü 2” diye ayrılmıştı. “Sahne Önü 1”, bildiğimiz anlamda sahnenin ön kısmıydı ama “Sahne Önü 2”, onun arkasında kalan bölümdü ki sahne önüyle ilgisi yoktu. İlk bölüme yeşil bilekliler, arkasındakine sarı bilekliler giriyordu. İkinci kısmın arkasındakiler de normal biletlilerdi. Yan kısımlarda ise ayrı özel bölümler vardı. Onlar da VIP olabilir ama emin değilim. Mekan bu şekilde düzenlenince, Parkorman’ın o geniş atmosferi bir şekilde çerçevelenmiş. Orada yapılan eski konserleri düşününce, bana her zamankinden daha daraltıcı geldi.

Konsere gelen kalabalık 21.30’da Alicia Keys’in sahneye çıkmasını bekledi ama baktı ki gecikiyor, bir süre sonra “Her yer Taksim, her yer direniş!” diye sloaganlar atılmaya başlandı. Bir aydır meydanlarda protestolara katılan insanlar, uzun zaman sonra konserde buluşunca yine o psikolojiye girmişti. Hem güldüren hem de düşündüren bir manzaraydı. Sonra espriler de yapıldı. Konserin başlaması geciktikçe, “Alicia direniyor!” diyorduk. Herhalde o da sahne arkasından sloganları duyunca, kendisi için atılıyor sanmıştır.

Yarım saat sonra kafasında siyah, kocaman bir şapka, daracık siyah bir tayt ve belini açıkta bırakan parlak bir büstiyer ile sahnedeydi Alicia Keys. Michael Jackson’ı andıran bir hava yansıtmak istemişti duruşuna ama danslar o kadar acemiceydi ki hiç yapmasa keşke dedirtti bana. Kendisine eşlik eden bir erkek dansçı ile yaptığı erotik danslar ise, bana göre epey sakildi. Bir şey iyi yapılmayınca olmuyor. Sonra eline cep telefonunu alıp erkek dansçı ile flörtöz konuşma taklidi yapması, daha da sırıttı. Belki biraz performansına kabare havası katmak istemişti, ancak olmadı.

Dört erkek dansçı ile basit koreografi içinde hareket etti bir süre. Sonra konserin bir yerinde sordu: “Can you feel me?” “No!” diye bağırdım ama “Yes!” sesleri arasında benimki kaynadı tabii. Neyse ki hemen ardından piyanosunun başına oturdu ve sesine çok yakışan baladları seslendirmeye başladı. Benim yıllar önce gördüğüm Alicia Keys, sadece söyleyeceği şarkıya odaklanan, çok içten söyleyen bir müzisyendi. Sahnede Rihanna özentisi halini görmek, ruhsuz pop şarkılarını dinlemek, hayal kırıklığı yarattı. Ama belli ki aslını koruyor içinde. Piyanonun başında yalnız kaldığında 20 yaşındaki Alicia Keys çıkıyor ortaya.

Konserde dikkatimi çeken bir diğer unsur, sahnedeki ekibin vasatlığı oldu. Bir iki yerde gitar, klavye solosu oldu ama o kadar zayıftı ki, dinleyici kitlesinde hiçbir coşku yaratmadı. Parkorman’da ses sınırı kısıtlaması mı söz konusuydu yoksa ekibin kendi teknik sorunu mu vardı emin değilim ama ses Sahne Önü 2 denilen kısımdan da fazla duyulmuyordu.

Canlı performanslarda sololar genellikle coşku yaratmak için iyi bir yoldur. Alicia Keys konserinde gereken coşku zayıf sololarla ya da kötü danslarla gelmedi; ne zaman ki 2001 hiti “Fallin”i söyledi o zaman herkes eşlik etti. Kalabalığı hareketlendiren, piyano eşliğindeki ritmi yavaş bir şarkıydı. Çünkü onunla tanıyıp sevmişlerdi Alicia Keys’i, çünkü en içten söylediği şarkılardan biriydi. Oysa o, konserde ağırlığı geçen yıl çıkan “Girl on Fire” albümüne verip, diğerlerine sadece bir iki şarkıyla dokundu. Bazı şarkıları birbirine bağlamak için geçiş olarak kullanıp tümüyle seslendirmedi.

12 yıl sonra sahnede iki farklı Alicia Keys gördüm. R&B, caz ve soul müziği buluşturan piyano başındaki 20 yaşındaki Alicia Keys’i yine alkışladım. Amatörce danslar eşliğinde R&B ile pop’u buluşturup sıradan şarkılar söyleyen 32 yaşındaki Alicia Keys’e sadece baktım. Bunlar müzik eleştirmeni olarak hislerim ama şunu da belirtmeliyim ki, insan olarak uzun bir aradan sonra yeniden canlı müzik dinlemekten dolayı mutluluk duydum. Caz Festivali’nin 20. yılı kutlu olsun!


Setlist: Streets of New York - (geçiş) Empire State of Mind / Karma / You Don’t Know My Name / Tears Always Win / Listen to Your Heart / Like You’ll Never See Me Again / A Woman’s Worth / Diary /Un-Thinkable / Try Sleeping with a Broken Heart / Fallin /  Geçiş: You’re All I Need to Get By (Marvin Gaye cover) / When It’s All Over / Limitedless/ Unbreakable / Doesn’t Mean Anything / Brand New Me / Not Even the King / If I Ain’t Got You / No one // New Day / Girl on Fire / Learning the Blues (duet with Sinatra) / Empire State of Mind 

(Photo credit: Fotoğraflar, Mahmut Ceylan/ Emre Mollaoğlu'na aittir.)

2 Temmuz 2013 Salı

VEGAN LOGIC XXVII - EN İYİ KADIN VOKALİSTLER SEÇKİSİ


1.7.2013 tarihinde Dinamo FM'de canlı yayınlanan ve en sevdiğim kadın vokalistlere ayırdığım Vegan Logic'in kaydı ve şarkı listesi. (Kaydı, hem Mixcloud hem de Archive.org'a yüklüyorum. Mixcloud'a ulaşamayanlar Archive.org'dan rahatlıkla dinleyebilir.)


1- Siouxie and the Banshees - Forever
2- Tracey Thorn - A-Z
3- Portishead - Requiem for Anna
4- Cocteau Twins - Those Eyes, That Mouth
5- Björk - All Is Full of Love
6- Laurie Anderson - Freefall
7- Alison Moyet -Remind Yourself
8- Fiona Apple - To Your Love
9- Lise Gerrard & Pieter Bourke - Sacrifice
10- Lisa Gerrard - The Wind That Shakes the Barley
11- Piano Magic Feat. Vashti Bunyan - Dark Ages
12- Hope Sandoval & The Warm Inventions - Sets the Blaze
13- Pauline Murray & The Invisible Girls - Dream Sequence 1 
14- Savages - Waiting for a Sign
15- Patti Smith - Spell (Live in Portland, Oregon, 2001)

Mixcloud üzerinden dinlemek için:



Archive.org üzerinden dinlemek için:








Translate