Geçen hafta sonunu bu yıl 10. yaşını dolduran Rock'n Coke festivalinde geçirdim. Bu yaz birçok müzik etkinliğinin iptal olması nedeniyle festival ortamını özlemiştim ama açıkçası, festivale katılan müzisyen/gruplar arasında beni heyecanlandıran iki isim vardı: Birisi Editors, diğeri Primal Scream. Her ikisini de daha önce birçok kez canlı dinledim ama bir grubun müziğini sevince heyecan bitmiyor. Festivalin programı açıklandığında bu iki grubu bir kez daha göreceğime sevindim ama aynı zamanda da hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü iki grubun da saat 17.30'da sahneye çıkacağı duyuruldu. Bu yıl Avrupa'nın önemli festivallerinde hıeadliner olarak çalan ve çok iyi müzik yapan grupların Türkiye'de neden daha iyi bir saate alınmadığını merak etmiştim. Bunu da çeşitli platformlarda ifade ettim ama nedenini açıklayan olmadı. Bu durumda bize de tahminlerde bulunmak kalıyor. 17.30'dan sonraki performanslara baktığımızda 7 Eylül Cumartesi günü ana sahne olan Rock'n Coke Sahnesi'nde 19.00'da Duman, 20.45'te Hurts ve 22.30'da Arctic Monkeys var. Coca-Cola Zero Sahnesi'nde sıralama şöyleydi: 19.30 Palma Violets, 21.00 Maximo Park, 22.30 Can Bonomo ve 00.30 La Roux. 8 Eylül Pazar günü ise durum şuydu: Rock'n Coke Sahnesi 19.00 Within Temptation, 20.45 Teoman, 22.00 Jamiroquai, 00.45 The Prodigy; Coca- Cola Zero Sahnesi 19.30 Yasemin Mori, 21.00 Melis Danişmend, 22.30 Selah Sue, 00.15 Ellie Goulding. Yani pekala Editors ve Primal Scream, 19.00'a ya da 20.45'e alınabilirdi. Bu sıralamaların Duman ve Teoman'a iyi saat vermek için alınan bir karar olduğu belli. Türkiye'de çok tanınan, dinlenen isimlere iyi saatler verme isteği anlaşılabilir ama ülkemize ilk kez gelen Primal Scream gibi bir gruba warm-up muamelesi yapılması da bana göre yanlış bir karar. Bunun yanı sıra, bu grupların müziklerinin karakteri de geceye daha uygun. Benim açımdan festival takvimi ile ilgili en önemli sorun buydu. Within Temptation'ı Primal Scream'in arkasına geçirip ona daha fazla süre veren neden nedir hala anlayabilmiş değilim.
Bu yıl sahne sayısının artırılarak beşe çıkarılmış olması bir artı puan ancak o sahnelerde yer alan performansların çeşitliliği daha doyurucu olabilirdi diye düşünüyorum. Line-up konusunda Sziget ile işbirliği yapıldığı için böyle bir beklentim vardı.
Festival bu yıl ayrıca organizasyon bakımından da bazı sıkıntılara sahne oldu. Elbette her büyük festivalde aksamalar olabilir ama bunlar katılımcıların genel bir şikayeti olarak yoğun bir şekilde dile getiriliyorsa, o zaman üzerinde dikkatle durulması gerekir. İlk gün pos makinelerinin GPRS üzerinden kurulan bağlantısının çok yavaş çalışması nedeniyle festivalde alışveriş için kullanılacak kartı almak büyük bir sorun haline geldi. Ben bir konseri sırada bekleyerek feda etmek istemediğim için ilk gün kart alamadım. Alabilenler, en az 40-45 dakika sırada beklediklerini söylediler. İkinci günde kart sırası, doğal olarak çoğunluk ilk gün almış olduğundan rahatlamıştı. Peki biz Rock'n Coke'ta alışveriş yapmak için neden kart almak zorundayız? Ben yurtdışında birçok büyük festivale gittim, böyle bir uygulama ile karşılaşmadım. Herkes parasını nakit verip ya da kredi kartını kullanarak ne isterse alıyor. Rock'n Coke'ta ise, bize zorunlu olarak aldırılan Mastercard logolu kartlara istediğimiz kadar para yüklüyoruz ama içinde harcamadığımız para kalırsa onu da nakit olarak geri alamıyoruz, mutlaka kartın geçerli olduğu bir yerde harcamamız gerekiyor. Açık ki, Mastercard ile anlaşma yapılıyor ve onların katkısı karşılığında da bu uygulama festivalcilere dayatılıyor. Ayrıca böyle bir uygulamayı şart koşuyorsanız, o zaman teknik altyapıyı da sorunsuz işler hale getirmeniz lazım. Cumartesi gecesi bir ara bağlantı tümüyle çöktüğünden insanlar bedava bira almışlar ama bu defa da "madem bedava, öyleyse üçer beşer alayım" diyenler yüzünden kuyruğun arkasındakiler yine alamamış... Gelecek yıllar için bu konu üzerinde özellikle çalışılmasını, kart uygulamasından vazgeçilmesini ve pos makinesi bağlantılarındaki sorunun tekrarlanmaması için çözüm bulunmasını tavsiye ederim. Çünkü bir festivalde katılımcıyı yıpratan en kötü şey, müzik dinlenip eğlenmek için geldiği bir etkinlikte zamanını kuyrukta harcamaktır.
Festivalde genel şikayete konu olan bir diğer sorun, son grubun performansından sonra gece otopark çıkışında oluşan uzun kuyruktu. Ben o sıkıntıyı bizzat yaşamadım ama anlatanlar 1.5 saat beklemek zorunda kaldıklarını ve çileden çıktıklarını söylediler. Burası İstanbul ve trafiğin ne durumda olduğunu biliyorum ama yine de bu sorun için de çözüm bulunması gerektiği açık. 1.5 saat otopark çıkışında beklemek kabul edilebilecek bir durum değil.
Benim organizasyonla ilgili kişisel bir sıkıntım ise, medya ilişkilerini yürüten ajansla oldu. Sadece Editors ve Primal Scream ile röportaj yapmak istemiştim. Birkaç kez bu konuda ilgili kişiye hatırlatmada bulundum ama ne olumlu ne de olumsuz geri dönüldü. Son gün tekrar ben sorunca, bu kez Sarp Dakni'nin medya ilişkilerini koordine ettiğini öğrendim. Oysa bu bilgi bana daha önce verilmiş olsa, talebimi ona da iletirdim. Primal Scream hiç röportaj vermemiş ama Editors ile röportaj yapmak olanaklıydı. Festival günü ben alana doğru yola çıktığımda, "Şu anda röportaj veriyorlar" diye haber geldi ama yapacak bir şey yoktu, yetişmem olanaklı değildi. Medya ilişkileri konusunda ya bir zaaf söz konusuydu belli ki. Sonuçta yapılabilecek bir röportaj gerçekleşmedi. Belki artık o aşamada reklam ihtiyacı duyulmadığından ajans için önemli değildir; ama bir müzik yazarı için röportajın reklamla hiç ilgisi yoktur, ondan çok öte bir anlam taşır.
FESTİVALİN EN BÜYÜK EKSİĞİ: GEZİ RUHU
Rock'n Coke ile ilgili olarak hafta sonunda medyaya yansıyan haberlerde Gezi Ruhu'nun festivale damgasını vurduğu yazıldı. Oysa durum çok farklıydı. Festivale gelmeyenleri tamamen yanlış bilgilendiren bu izlenimi düzeltmek gerekir. Büyük Ev Ablukada, Duman, maNga gibi bazı grupların performansı sırasında "Her Yer Taksim Her Yer Direniş" sloganları atıldı ve müzisyenler Gezi'ye atıfta bulundular ama o bu festivale damga vurmaktan çok uzaktı. O kadar zayıf ve kısa süreliydi ki, üç günlük festival, bu açıdan futbol maçlarından ve diğer konserlerden daha etkisiz kaldı. Kamp kuranların çadırlarına Gezi olaylarında ölenlerin adlarının yazılı olduğu pankartlar astıklarını da duydum ama bu da "festivale damga vuran bir protesto" değildi.
Acaba nedeni Rock'n Coke'un çokuluslu büyük holdinglerin sponsorluğunda gerçekleştirilen bir festival olması mı? Festival alanında bir Gezi Sahnesi kurulup politik söylemi olan grupların orada konser vermesi sağlanamaz mıydı? Yoksa "politikadan uzak durulsun, başımız belaya girer" endişesi mi vardı? Oysa Türkiye'nin baskıya direnen gençleri bu yaz sokaklardaydı, hepsi otoriteye karşı gelip özgürlüğü ve kimliğini savundu. Rock'n Coke ülkenin en büyük açık hava müzik etkinliğiyse, büyük kısmı Gezi protestolarına katılan ya da destek veren gençlerin oluşturduğu festival kalabalığı neden Gezi'den bu kadar uzak kaldı? 90 dakikalık bir maçı bile fırsat bilip sesini duyurmaya çalışan gençlik, üç günde yaklaşık 60 bin kişinin katıldığı festivalde neden bu kadar suskundu? Beni düşündüren bir noktaydı bu. Her tarafı markaların logolarıyla donatılmış festival alanında Gezi'ye yer mi yoktu? Sakın "Bu bir müzik festivali, müzikle politikanın ne ilgisi var?" demeyin. Diyenler varsa, bu ay Babylon dergiye müzik ve politika ilişkisini anlatan bir yazı yazdım, onu okusunlar...
Bu boyutta bir festivali düzenlemek için çok para gerektiğini, bilet satışlarıyla mesela Arctic Monkeys gibi bir grubu ülkeye getirmenin olanaksız olduğunu biliyorum. Ya getirmeyeceksiniz ya da sponsor bulacaksınız; bunun da farkındayım. Ancak tüm dünyada müzik endüstrisi ve festivaller, çokuluslu şirketlerin reklam pazarı haline geldi. Bu yıl SXSW ile ilgili yazımda da aynı konuya değinmiştim. (http://zulalmuzik.blogspot.com/2013/04/sxsw-2013-izlenimleri.html) Austin'de adım attığınız her yerde firmaların reklamları gözünüze sokuluyordu; sadece festivalin değil. özel konserlerin de sponsoru olmuşlar, büyük isimleri reklam aracı olarak kullanıyorlardı. O yazımda şöyle demiştim: "SXSW, eksikleri ve hataları olsa da önemli bir sanat etkinliği. Düzenleme komitesindekiler, müzisyenlerin şikayetlerini dinleyip, konserleri onlar açısından daha kabul edilebilir bir hale sokarsa, South by Southwest'in şirketlerin ürünlerini tanıttığı bir reklam platformu değil, bir sanat festivali olma niteliğini öne çıkarır ve çekiciliği artar. Unutulmamalı ki, bir kültür etkinliğinde sanatın önüne ticari amaç geçtiği anda, prestij de yok olur."
FESTİVALİN EN İYİLERİ: PRIMAL SCREAM VE EDITORS
Şu ana kadar olumsuz eleştirilerde bulundum. Olumlu yanlar neydi diye sorarsanız, festival alanındaki aktiviteler daha çeşitliydi, yemek alanları iyi düzenlenmiş, vejetaryen ve veganlar için de yiyecek alternatiflerine yer verilmişti. 10 bin kişinin kamp yaptığı alandaki durumu bilmiyorum. Oradaki durumu çadır kuranlardan dinlemek lazım.
Üç günlük süreçte 60 bin kişinin katıldığı bir festivalde sorunlar elbette olur; festival düzenleme komitesi eleştirileri etkinliğin daha iyi olması için bir katkı gibi görüp değerlendirirse, olumlu bir sonuç alınmış olur. Çünkü 5000 kişinin çalıştığı bir organizasyonu iyi koordine edebilmek için önce sorunları bilmek lazım.
Gelelim festivaldeki en olumlu yöne yani müziğe...
Benim için ilk gün Editors grubu ile başladı. Trafik yoğunluğundan yaklaşık iki saatte varabildik alana ve ben doğrudan sahne önüne gittim. Editors, 2005 tarihli ilk albümlerinden bu yana severek dinlediğim bir grup. Bu yıl yayımladıkları "The Weight of Your Love" için çıktıkları turnede verdikleri bazı konserleri internette izledim. Sahne performansları hep iyiydi; Efes One Love'a geldiklerinde benim için festivalin en başarılı konserini onlar vermişti. Rock'n Coke'a da Editors sahnedeyken ne göreceğimi ve duyacağımı bilerek gittim. Grup, her zamanki gibi beklentimi boşa çıkarmadı, çok dinamik ve sağlam bir performans sergiledi. Tek üzüntüm, yeni albüm "The Weight of Your Love"dan "The Phone Book"un setlistte yer almaması oldu. Grup, ilk albümden bir, 2. albümden dört, 3. albümden iki ve yeni albümden dört şarkıyı çalarak karma bir setlist hazırlamış. 17.30 gibi garip bir saatte çalmalarına karşın, dinleyicinin de ilgisi sayesinde iyi bir konser oldu. Tom Smith'in sesi bana epey dokunuyor. Bence günümüzde en içten şarkı söyleyen erkek vokalistlerden birisi. Rock'n Coke sahnesinde de güneşe karşı söylerken, kan ter içinde kalsa da enerjisinden hiçbir şey yitirmedi. (Konser sırasında çektiğim iki şarkının videosunu paylaşıyorum.)
Editors'dan sonra Coca Cola Zero Sahnesi'ne gidip Palma Violets'a baktım. Rock'n Coke Sahnesi'ne göre daha ufak boyutlu bir sahneydi orası ama dinleyicileri kategorilere ayırmayan yapısı nedeniyle benim daha hoşuma gitti orası. Hem ana sahneyi bırakıp oraya gelenler hep daha azdı; bu nedenle de konseri rahatça izlemek olanaklıydı. Palma Violets'ı SXSW'da iki kere izlemiş ve performanslarından etkilenmemiştim. Rock'n Coke'da bir kez daha şans vermek istedim ama psychedelic etkilerle bezenmiş garage-rock beni yine sarmadı. Neden bazıları onları "fenomen" olarak tanımlıyor bilmiyorum. İşin içinde yine bir NME gazı var sanıyorum. Performansları kötü olduğundan değil, yaptıkları müzik bana heyecan vermediğinden artık bu grubu en azından tarz değiştirmedikleri sürece es geçebilirim. Bence abartılan İngiliz gruplara eklenen son halkalardan birisi Palma Violets.
Daha sonra Hurts'ü dinlemek üzere yeniden ana sahneye döndüm. Ülkemizde ne çok seveni varmış grubun... Benim Hurts ile ilk tanışmam, 2010'da "Wonderful Life" adlı single ile olmuştu. O zaman Depeche Mode hayranı bir arkadaşıma, "Bak sen bunu sevebilirsin," diye siyah beyaz çekilmiş bir videolarını göndermiştim. Vokalist Theo Hutchcraft'ın sesi, yorumu ve synth pop tarzındaki müzik, DM'u çok andırıyordu. Açıkçası o zaman grubun geleceği için umutlanmıştım. Ancak aradan geçen üç yılda Depeche Mode'un büyüleyici karanlık çizgisini yakalayamadı grup, müzikleri biraz daha yumuşayıp, daha çok pop'a kaydı ve o anda ben ilgimi kaybettim. Ama ben ilgimi kaybetsem de çok sayıda dinleyicinin, özellikle kadınların kalbini kazandı grup. Rock'n Coke konserleri ışığıyla, tasarımıyla görkemliydi. Vokalist Hutchcraft, sahnede duruşuyla, bakışıyla sanki her an kameralara poz veriyor gibi hazır. Ama öyle olunca müzik içtenliğini yitiriyor ve bana hiç dokunmadan akıp gidiyor. Tribünlere oynayan bir grup Hurts; aniden hiphop tarzına geçişi, insanların sanki sahnede bir hiphop grubu varmış gibi hiç yadırgamadan eşlik edişi, sonra birden ajite edilmiş bir melankoli, benim için fazla yapaydı. Hurts'e de bu haliyle kaldığı sürece elveda dedim içimden...
Hurts sona ermeden yolumu yine Zero Sahnesi'ne çevirip, bir diğer İngiliz gruba, Maximo Park'a baktım. Aslında tam bir İngiliz istilası vardı Rock'n Coke sahnelerinde. Tamam, İngilizler iyi müzik yapıyor ama keşke arada bir biraz ada dışına çıksak diyorum, mesela Bad Religion'ı getirsek? Hem festivalde eksik olan punk rock ruhunu da taşırlardı festivale. Bu yaz turnedeydi Bad Religion ve Sziget'te yer aldı. Rock'n Coke'un yurtdışı bookingleri Sziget ile işbirliği ile yapıldığına göre, Bad Religion da getirilemez miydi? Merak ediyorum, herhangi bir organizatör onları İstanbul'a getirme girişiminde bulundu mu acaba?..
Maximo Park, o kadar enerjik bir performans sergiledi ki, Zero Sahnesi açık hava dans pistine dönmüştü. Paul Smith, kafasında her zamanki gibi şapkasıyla sahnede dört döndü, havaya yumruklar salladı, bağırdı, güldü, dans etti. Sahnede herkesten daha çok kendi eğlenen müzisyenlerden birisi o da. Müziğini seversiniz ya da sevmezsiniz o ayrı, ama Maximo Park'ın performansına tam puan vermek gerekir. Ben de verdim.
Gecenin son performansını izlemek üzere ana sahneye döndüğümde artık ayakta durup fotoğraf çekmeye çalışmaktan epey yorulmuştum. Arctic Monkeys için oluşan izdiham da üzerine binince, durum daha da zorlaştı. Bu arada Rock'n Coke'da Hurts, Arctic Monkeys, Teoman, Jamiroquai ve The Prodigy konserleri için sahne önü bileti satıldı. Festivallerde sahne önü uygulaması konusunda çeşitli şikayetler oldu. Düzenleme komitesinin bunları dikkate alıp uygulamadan vazgeçmesi isabetli olur kanımca. Glastonbury'deki gibi sevdiğiniz grubu önden izlemek için sahne önünde yer kapmayı ve bunun için beklemeyi göze almanız gerekir. Yemek ya da tuvalet kuyruğunda beklemek insanı sinirlendirebilir ama sevdiğiniz grup için beklerken geçen zamana yazık olmaz, bağlılığın bir göstergesidir o.
Arctic Monkeys'i daha önce The Black Keys'in ön grubu olarak Amerika'da izlemiştim. Oldukça sıkıcı bir performanstı; özellikle The Black Keys'in müthiş performansıyla kıyaslayınca grup gözümde sıradanlaşmıştı. Arctic Monkeys'in başarılı bir gitar grubu olduğu açık, Alex Turner da karizmatik, iyi bir vokalist ama gelin görün ki müzikleri beni tam olarak yakalamıyor. Sevdiğim şarkıları var ama o kadar. Yine de grubu bir kez daha görmek ve Amerika'daki konserle bir karşılaştırma yapmak istiyordum. Grup, ışıklarla bir renk deryasını andıran sahneye adım attığı anda kalabalıktan müthiş çığlıklar yükseldi. "Do I Wanna Know?" ile başlayan konserde, şarkılara hep birlikte eşlik eden insan sayısı epey fazlaydı.
Alex Turner'a gösterilen ilgi, Theo Hutchcraft'ı anında geride bıraktı. Bir ara kızın teki tişörtü çıkarıp sutyeniyle omuzlara çıktı. Alex Turner ile o kadını aynı karede fotoğraflamayı başardım. Sarp Dakni'nin dediğine göre, yılın en rock'n roll fotoğrafını çektim böylece. Konser sırasında düşündüğüm şeyi daha sonra EMI Pazarlama Müdürü Arzu Güldiken'den duydum: "Sanki Grease filminden fırlamış gibiler" diyordu. Alex Turner'ın parlak ceketi, saç kesimi tam olarak o yıllardan kalma ama 2013'te yine moda olmayı başarıyor. Arctic Monkeys'in kendini The Beatles sanan bir ukala havası var, sahnedeki duruşlarına da yansıyor bu. Sahne performansları, New York'taki konserden daha iyiydi; orada dinleyicilerden fazla tepki alamamışlardı; oysa İstanbul'daki coşkulu bir konserdi. Sevenlerini mest etti Arctic Monkeys, benim gibi onlar hakkında fazla heyecan duymayanlar üzerinde de daha olumlu bir etki bıraktı. Sonuçta iyi konserdi.
Pazar günü benim için Primal Scream günüydü. 17.30'da güneşin altında grubu beklerken grubun hayranlarıyla şikayetimiz ortaktı: O konser gece ve daha uzun olmalıydı. Bobby Gillespie, renkli aynalı gözlükleriyle sahnede görününce, tüm olumsuz düşünceleri bir yana bıraktık. Bu yıl çıkan "More Light" adlı albümden "2013" ile açtılar konseri. Herkes dans edip zıplamaya başlamışken hızı artırıp, "Swastika Eyes"la devam ettiler. Rock'n Coke boyunca en çok dans ettiğim konserdi. En önde yerimi de kapmıştım, Primal Scream "Movin' On Up", "Loaded", "Goodbye Johnny", "It's Alright, It's OK", "Come Together" ile arka arkaya sıralıyordu şarkıları. Bobby Gillespie, ilk kez geldiği bir ülkede gördüğü ilgiye herhalde bunca yıllık kariyerden sonra şaşırmamıştır ama daha önce neden gelmedim diye düşünmüş olabilir. Zira kendisi de grup üyeleri de oldukça keyifliydi. Ne yazık ki onlara festivalde toplam bir saat ayrılmıştı... Konser bir anda bitince ilk baştaki gibi söylenmeye başladık yine ama nafileydi.
Festivalin en iyi performansları birinci gün Editors, ikinci gün Primal Scream olarak benim için tamamlanmıştı ama biraz keşif yapayım diye festival alanını dolaştım. Party Arena'da Juveniles'ı dinlemeye gittim. Festival kitapçığı grubu, "New Order ve The Smiths tam ortasında bir sınır düşünün. Juveniles, işte tam da böyle bir çizginin üzerinde durmak istiyor" diye anlatmış. Bunu okuyunca ister istemez yolum o sahneye düştü.
Juveniles, bana broşürde anlatıldığı gibi gelmedi; bence Yazoo ile Hot Chip arasında bir yerde duruyorlar. Sahne performansları da Hot Chip'i hatırlatıyor; çok hareketli ve tutkulu, enerjik bir soundları var. Dinleyenleri müziğin içine çekip dans ettirmeyi başardılar. Festivalde öne çıkan gruplardan biriydi bana göre.
Juveniles sonrası kendimi On Your Horizon'ı dinlemek üzere Şehir Sahnesi'ne attım. Üzeri kapalı, fazla büyük olmayan bir çadır gibiydi o sahne; müziğe odaklanmayı kolaylaştırdığı için benim en sevdiğim mekan da bu oldu. On Your Horizon'ı bir süredir izliyorum ve yaptıkları post-rock temelli deneysel müzik beni cezbediyor. İkinci günün akşamına girerken biraz ruhumu dinlendirecek müzik iyi gelir diyerek gittim onları dinlemeye. Yanılmamışım; grubu dinlerken düşüncelere dalınca dinlenmiş hissettim kendimi. Çelloda Yasemin Özler, Gitarda Rammy Roo, bas gitarda Tuğrul Gültepe ve davulda Ender Akgün'den kurulu dörtlü, iyi müzik yapıyor. Türkiye'den yetişen alternatif gruplar arasında takip etmenizi önerebileceğim başarılı bir grup On Your Horizon. Konserlerine gidin, albümlerini alın ki destek olsun.
On Your Horizon'ın performansından sonra basın için ayrılan alanda oturup biraz Teoman'a kulak verdim. Ancak bir süre sonra gırtlağını yırtarcasına zorladığı sesi dinlemek bana zor geldi. Teoman, kendisini neden bu kadar zorluyor bilmiyorum; çünkü artık bu kadarı kulak tırmalıyor... En azından bana göre öyle.
Jamiroquai, festivalin son konseri oldu benim için. O, büyük bir enerjiyle sahnede bir an durmadan oradan oraya koşuşurken, ben ertesi sabah erken kalkmam gerektiğini hatırlıyordum. Jamiroquai funk, disco, fusion, dans müziğini karıştırarak yarattığı müziğini aynı ölçüde karışık bir sahne şovuyla sunuyor. Geri vokalde yer alan siyahi kadın müzisyenlerin yanı sıra, onlar kadar iyi olan müzisyenler eşlik ediyor ünlü müzisyene. Bir konserden daha çok, arkadaki ekranda görünen görsellerin renk cümbüşüyle süslenen dolu dolu bir şov sahneleniyor. Hem göze hem kulağa hitap eden, çok renkli, çok sesli bir şov bu. Jamiroquai'ın enerjisine şapka çıkardıktan sonra bendeki pilin yavaş yavaş tükendiğini hissedip dönüş yoluna yöneldim.
Bir Rock'n Coke daha böyle bitti. Sahnedeki performans sıralamasında anlamadığım bir husus da, Keşif Sahnesi'nde Mabel Matiz ve Shantel gibi artık çok iyi tanınan iki ismin yer alması oldu. Keşif denilince insan, pek bilinmeyen isimler olur diye düşünüyor. Bu konuda bir yanlış değerlendirme yapılmış sanırım. Bir de La Roux'nun gece 00.30'da çıkması iyi olmadı. Daha erken bir saatte olsa görmek isterdim.
(Fotoğraflar ve videolar bana aittir.)
_