kokusunu soluyanlara sor," diyenleri duyar gibi oluyorum. Onu da yaşadım ve rahatsız edici olduğunu iyi bilirim.) Göz gözü görmeyen karanlık, sisli bir atmosferde müziğe ani bir giriş yaptı The Soft Moon. "Zeros" albümünden "Die Life" ile müthiş bir açılışla başladılar konsere. Şarkının albüm versiyonunda başlangıçta 10 saniye kadar devamlı yinelenen garip siren sesi, tam 40 saniye sürdü. Bir de üzerine strobe ışıklar yansıtılınca, gerçekten farklı bir konserin başladığına kuşku yoktu. Davul ve gitarların devreye girişiyle çok güçlü bir sound ile sarsılırken, sadece iki dakika sonra ekipmanda bir arıza olduğu ortaya çıktı. Bazı efektlerin, elektronik davul kayıtlarının yer aldığı iPad'in ses kartı bozulmuş. Birkaç dakika uğraştıktan sonra kısa sürede halledilmeyeceği anlaşılınca, özür dileyerek kısa bir ara verdiler. Beş dakika denilen ara oldu yarım saat... Duyduğuma göre, daha önce grubun başına hiç gelmemiş bu olay. Onlar açısından da dinleyici için de tam bir şanssızlık yaşandı. Salonda beklemekten sıkılanlar tekrar sokağa çıktı, tam müziğe odaklanmışken yine insan gürültüsüne boğulduk.
Yarım saat sonra tekrar sahnedeydi The Soft Moon. İçerde neler yaşandı bilmem ama herhalde moralleri biraz bozulmuştur. Olan güzelim "Die Life"a oldu, tümünü bir daha dinleyemedik. "Total Decay" kısaçalarından "Alive" ile devam etti konser. Daha önce The Soft Moon hakkında yazdığım yazılarda da belirttiğim gibi, son derece karanlık, klostrofobik ve sert bir müzik yapıyorlar; motorize bir şekilde akıp giden synthlerin sürüklediği tekrara dayalı bir altyapısı var. Dinlerken kendinizi verirseniz, sonu hiç gelmeyecek bir girdabın içine yuvarlanmış gibi hissediyorsunuz. Bu duygudan hoşlananlar için güzel bir deneyimdi dün akşamki konser. "Total Decay", "The Soft Moon" ve "Zeros" albümlerinden 13 şarkı dinledik. Bis için geri geldiklerinde "We Are We" ve "Want" ile noktayı koydular ama sonuçta sadece toplam bir saat çaldılar. Açıkçası bana az geldi. "Breathe the Fire" ve "Tiny Spiders"ı da duymak isterdim. Dün akşam Babylon'da olanlar fark etmiştir; şarkıları hiç ara vermeden çalsalar, neredeyse bir saatlik jam session gibi düşünebilirsiniz. Çünkü dramatik farklar yok şarkılarda. Arka arkaya çalındıklarında bir bütünün, bir puzzle'ın parçaları gibi hepsi. O bütünlüğün konserde yarattığı his, benim ruhuma iyi geliyor. Hiç kesmeden çalsalar, çok mutlu olabilirim. Bakarsınız belki bir gün yaparlar...
İlginç bir nokta da konserde görsel kullanmamalarıydı; yalnızda bol ışık ve sis vardı. Oysa konserlerinde görselin ayrı bir önemi olduğunu kendileri söylüyor. South by Southwest'teki performansları ile kıyaslayacak olursam, başta yaşanan aksiliğin dışında, müzik açısından belirgin bir fark yoktu. Orada açık hava bir mekanda dinlediğim için, dikkatimin çevresel faktörler nedeniyle dağılmasını önlemek için en önde durmuştum. Bence kapalı salona daha çok yakıştı bu klostrofobik sound.
The Soft Moon gibi sınırlı sayıda insana hitap edebilecek zor bir müzik yapan grubu dinlemek için Babylon'a gelenler az da değildi. Bu tür gruplar her zaman konser vermiyor İstanbul'da. O nedenle geldiklerinde de yeterli bir ilginin olması beni sevindiriyor. 4 Kasım 2012'de yazdığım yazıda şöyle demişim: "Bu yazıyı tesadüfen okuyacak organizatörlere diyorum ki, şöyle karanlık bir salonda The Soft Moon'u dinleyelim ve iyice sindirelim İstanbul'da." Belki okumamışlardır o yazıyı ama sonuçta benim dileğim oldu. Şimdi bir dileğim daha var. Bir krautrock gecesi yapılsa, Berlin'den Camera, Şili'den Föllakzoid gelse, ikisini arka arkaya dinlesek nasıl olur? Ben bu deneyimi yaşadım. Tek kelimeyle mükemmeldi.
(Fotoğraflar bana aittir. Dün konserde video çektim ama ses patlamış. Müzisyenlere haksızlık olmasın diye paylaşmayacağım. Onun yerine aşağıdaki videoyu izlemenizi öneririm.)
Setlist: Die Life - Alive - Zeros - Repetition - Into the Depths - Dead Love - Machines - Parallels - Insides - Circles - Total Decay // We Are We - Want
-