1.10.2013
“
Bu dünyada bir şey değişecekse, bu ancak müzik aracılığıyla olur,” demişti
Jimi Hendrix. Bu görüşe katılanlar olduğu gibi,
Neil Young’ın beş yıl önce söylediği şu sözleri haklı bulanlar da var: “
Müziğin dünyayı değiştirdiği dönem artık geçmişte kaldı. Bu çağda bunu düşünmek çok safça. Dünya bugün farklı bir yer. Artık bilim ve fiziğin, manevi gelişimin fark yaratıp, gezegeni koruma zamanı geldi.”
Bu sözleri, Neil Young gibi onca protest şarkı yazmış bir müzisyenden duymak oldukça şaşırtıcıydı.
Reagan ve
George H. W. Bush Amerikası’na eleştiriyle dolu “
Freedom”dan sonra, “
Living with War” adlı bir albüm yayınlayıp, “
Let’s Impeach the President for lying” diyen oydu.
Bilmiyorum saf mıyım ama bir yanım Hendrix gibi düşünmeye meyilli. Çünkü müziğin içtenliğine inanıyorum. Hendrix’in düşüncesine yakınlık duymamın, başka bir istekle de ilgisi var. Daha iyi bir dünya yaratılabileceğine ve bunu yapma gücünün sanatta olduğuna inanmak istiyorum. Tarih boyunca yaşanan barbarlıkları, savaşları, politik travmaları, askeri darbeleri vs. düşünecek olursak, toplumsal değişimlerin merkezinde kültürel yapıların durduğunu görmek zor değil. Kültürel yapıların temel taşlarından birisi de müzik; insanları heyecanlandırıp bir araya getirmekte en etkili sanat dalı.
Ancak bir yanım da, Neil Young’ın tamamen haksız olmadığını söylüyor. Müziğin bireysel hayatlar üzerindeki etkisi çok daha yoğun; onun sözünü ettiği ise, yokuş aşağı son hızla yuvarlanan dünyanın durumu. Neil Young ile sohbet etme olanağı olsa ve bana “Ben, tek başına müziğin dünyayı değiştiremeyeceğini anlatmak istedim,” dese, o noktada hemfikir olabiliriz. Son tahlilde, barışa giden yol müziksiz olmaz ama barışa giden tek yol da müzik değildir. Bir politikacının yüzlerce miting yapıp vermeye çalıştığı mesajı, bir müzisyen tek bir şarkıyla çok daha çarpıcı bir şekilde anlatabilir. Woody Guthrie, Pete Seeger, Phil Ochs, John Lennon, Joan Baez, Ahmet Kaya, Grup Yorum, Selda Bağcan gibi isimler, protest müziğin sahip olduğu bu sarsıcı gücü kanıtladılar.
2 Mart 2013’te bütün Portekiz IMF talepleri ve hükümetin tasarruf politikalarını protesto ederken, insanlar tek bir ses halinde “Grândola, Vila Morena” adlı şarkıyı söylüyordu. 1970’lerde Portekiz’de gelişen protest müziğin sembolü olan şarkıda, “Ah şehrim, senin sınırlarının içinde öncü halktır,” diyordu müzisyen José “Zeca” Afonso. “A Trova do Vento Que Passa” adlı şarkısında ise, “Daima direnen, daima hayır diyen birisi vardır,” diyerek geleceğe umutla bakıyordu. Afonso’nun şarkıları, 50 yılı aşkın bir süredir Portekiz halkını toplumsal olaylarda bir arada tutan katalizör gibi.
Bunun en son örneğini Gezi Parkı olayları sırasında Türkiye’de yaşadık. Toplumun çok farklı kesimlerinden insanlar, Taksim Meydanı’nda bir piyanonun etrafında toplandı. Müzikle direnenlerin çizdiği barışçıl tablo karşısında herkes durup düşündü; gaz bombalarının, tazyikli suların yarattığı dehşetin yerini melodilerin dinginliği aldı. Haziran ayının en güzel anlarıydı onlar...
O dönemde yaşanan şiddet, vicdanlı müzisyenlerin ruhunda da sert fırtınalar estirdi ama sonuçta yarattıkları müziğin yıkıcı değil yapıcı bir etkisi oldu. Çünkü şiddetsiz bir fırtınadır müzik; halkın sesi, vicdanı olur, tarihe not düşer, kültürel hafızaya kazınır. Müzisyen, şarkı sözleri aracılığıyla ait olduğu kuşağın kolektif bilincinin simgesi haline gelir. Müziğin toplumsal rolünde en kritik noktadır bu. Kolektif bilinç canlı tutulup kuşaktan kuşağa aktarılırsa, dünyada bir şeyler değişebilir.
2002’de Patti Smith’i New York Borsası’nın önünde “People Have the Power”ı söylerken gördüğümde, müziğin kitleleri barış için bir araya getirmede üstlendiği role bir kez daha çok net bir şekilde tanık oldum. Irak’ın işgalinin sona erdirilmesi ve Bush hakkında soruşturma açılması için yürütülen kampanyaya destek veriyordu punk rock kraliçemiz. Polis yolları kesiyor, yağmur altında bekleyen insanları terörize ediyordu ama kalabalığı dağıtmayı başaramadılar. Çünkü Patti Smith’in mikrofondan Wall Street sokaklarına yayılan sesi, gücün halkta olduğunu inançla haykırıyordu. Bush yargılanmadı ama işgalin sona ermesinde müzisyenlerin önemli katkıları oldu. Mitinglerde sahneye çıktılar, halka gerçekleri sürekli müzikle anlattılar.
Bugün artık protest folk/rock şarkıcılarının sosyo-politik olaylara etkisi, 1968 devrimindeki gibi doğrudan ve belirleyici olmayabilir. Ama şu da yadsınamaz bir gerçek ki, protest müziğin mesajı vicdanlarda yankılanır ve toplumsal değişimi mutlaka etkiler. Bir yerde okumuştum, bir folk şarkıcısı, “İnsanlar bir araya gelip hep birlikte şarkı söylediğinde dağlar yerinden oynar,” demişti. O bir metafordu elbette ama ben asıl ne olduğunu söyleyeyim: Aynı anda hem şiddet hem de edilgenlik bertaraf olur. Her ikisinin de panzehiridir müzik. Gücü bundandır. Roger Waters, The Wall konserinde duvara Gezi olaylarında ölenlerin fotoğraflarını yansıtıp, onlar için dinleyicilerle birlikte “Mother”ı söylediğinde, yüreğinde fırtınalar esmeyen tek bir kişi yoktu.
(Bu yazı, Babylon Dergi'nin Eylül-Ekim 2013 sayısında yayınlandı.
-