Mevsimlerden kıştı, aralık ayıydı ve kar yağmıştı. İstanbul halkı bir kez daha karla karşı karşıya kalınca, isyan başlamış; "Neden kar yağıyor? Yağmasın! Hep yaz olsun! İşte kış gelsin deyip durdunuz, sonunda geldi…" diyerek mutsuzluğunu haykıranlarla dolmuştu ortalık. İçimden "Keşke mevsimler bizim isteğimizle değişiyor olsa," diyerek sokağa çıktım. Geçen yıl olan tekrarlanıyordu; yollarda kar yoktu, sadece su vardı ve hayat normal seyrinde devam ediyordu. Evet, hava daha soğuktu ama atkı, şapka ve eldiven varsa, o da sorun değildi. Sonunda çoğu kişi evde kalmayı tercih edince, her zamankinden daha kısa bir sürede Taksim'e vardım. Norveçli trompetçi, besteci ve prodüktör Nils Petter Molvaer ile elektronik müziğin nadide yeteneklerinden, Alman multienstrümantalist Moritz von Oswald'ın konseri vardı Babylon'da. Ancak Babylon, pek dolu değildi dün akşam. Belli ki hava durumu etkili olmuştu. Kar yağdı ya, "Ne yapacağız şimdi?!!!" diye korkuyla tweet atanlara "Burada mekan sıcak, müzik güzel!" desek fayda eder miydi?
Moritz von Oswald Trio'yu geçen yıl mayıs ayında Nova Muzak konserleri kapsamında Borusan Müzik Evi'nde dinlemiştik. Mükemmel bir performanstı. Bu defa 2013'ün en iyi albümlerinden birini kaydeden Molvaer ile Oswald'ı canlı dinlemek için sabırsızlanıyordum. Caz ile elektronik müziğin buluşması apayrı bir heyecan yaratıyor bende; çünkü her ikisi de yaratıcılığa en açık türler. "1/1" adlı albümlerinde karşılıklı beslenen, birbirine dokunan ve iç içe geçen seslerin oluşturduğu kusursuz bir yapı var. Trompetin melodik tınıları, Oswald'ın dub tekno ritimleriyle yarattığı loop'larla buluşunca ortaya minimalist ve çok zarif bir sound çıkıyor.
Dün gece müziği dinlerken aklımda beliren imaj şuydu: Sınırlarını göremediğim kadar geniş ve derin bir kabın içine cıva doldurulmuş, Oswald'ın tekno vuruşları elementi aşağıdan yukarı doğru yer yer yükseltirken, trompet sağa sola doğru itiyor. Sonuçta çok geniş bir alanda her yöne doğru ilerleme oluyor; ancak hiçbiri baskın olmadığından, yerinde kalan ama devinimi gözle görülebilen 1/1 ölçeğinde bir hareket yaratılıyor. Söz konusu sıvı su olsaydı etrafa sıçrayabilecekken, cıva olunca o da gerçekleşmiyor.
Karakter olarak soğuk, karanlık gecelerin müziği "1/1". Nils Petter Molvaer'in trompetinin öne çıktığı anlar, bana bir anımı hatırlattı. New York'ta geceleri Madison Avenue'de görkemli bir binanın köşesinde durup trompet çalan siyahi bir sokak müzisyeni vardı. Eve dönerken oradan geçmeye özen gösterir, onu dinlerdim. Bazen her zamanki köşesinde onu bulamadığım da olurdu; merak ederdim nerede diye… Elbette Nils Petter Molvaer'in ustalığı çok özel ama o sokak müzisyeninin çalış tarzı ona benziyordu. Bir gün trompet çalmayı dedesinden öğrendiğini, doğaçlama yaptığını söylemişti bana. Nils Petter Molvaer de doğaçlamaya meraklı bir trompetçi. Hatta canlı performanslarda "1/1"i her konserde farklı çaldığını söylüyor; başlangıç noktası için çıkışı aynı olsa da, cıva kütlesinin devinimine bırakıyor kendini.
Moritz von Oswald, elektronik aletleri, synthesizer'ları ve bilgisayarlarının başında neredeyse sadece parmaklarını ve göz kapaklarını oynatırken, karşısındaki masada yeğeni Laurens von Oswald da albümdeki gibi ses mühendisliği hünerlerini sergiliyor. Oswald ile Molvaer'in işbirliğinde dikkat çeken en önemli unsur, birbirlerine bıraktıkları alanlar ve karşılıklı yarattıkları reaksiyon özgürlüğü. Bunları ilke olarak benimsediklerinden, konser boyunca bazen "Step By Step" ya da "Transition"da olduğu gibi trompete kapılıp hayallere dalabiliyor, bazen de "Development"taki gibi minimal tekno ile kendinizi dans ederken bulabiliyorsunuz. İkili, konserde albümden epey farklı çalıyor; dün akşam da toplam 70 dakika süren performans boyunca, doğaçlamaların da katkısıyla, daha hareketli ve vurgulu bir sound duyduk.
Mekanda çok fazla insan yoktu ama konuşma fısıltıları hiç bitmedi. Babylon ekibi, bu tür konserlerde oturmalı düzeni tercih etmeyi gözden geçirse iyi olabilir diye düşünüyorum. Oturunca susan bir dinleyici var Türkiye'de; ayakta durunca doğrudan bar muhabbeti akla geliyor sanıyorum ve "Hşşşt!" sesleri arasında konser dinleniyor. Yine de kısa ama özel bir konsere tanık olduk dün akşam. Eve doğru yola koyulurken kar hızlanmıştı; "Tokyo'daki gibi bir tayfun çıksaydı bile kaçırılmayacak bir konsermiş," dedim kendime. RTE'nin sesiyle inleyen bir dolmuşa bininceye kadar hayat daha güzeldi.
(Fotoğraflar ve videolar bana aittir.)
-