31 Ocak 2014 Cuma

BOHREN & DER CLUB OF GORE - PIANO NIGHTS


By on 11:16:00


2013, hem üzücü hem heyecanlı bir yıldı. Mayıs ayının sonuna doğru başlayan toplumsal hareketlilik, kaotik bir siyasi ortama evrilirken, yılın ikinci yarısında hayatımda daha önce hiç olmadığı kadar az müzikli günler geçirdim. Oysa daha nisan ayında, benim için her şey, hep olduğu gibi müzik odaklıydı. Bohren & der Club of Gore'u kuruluşundan 20 yıl sonra ilk kez İstanbul'da canlı dinlemenin yarattığı mutluluğun etkisi geçmemişti. O konser hakkında yazdığım yazıya şöyle başlamışım: "27 Nisan 2013, şahsi konser tarihimde önemli bir gün ve artık bu tarihten itibaren dünya benim için daha güzel." Borusan Müzik Evi'ndeki konserden çıkıp İstiklal Caddesi'nde yürürken hissettiğim gerçekten buydu. Ancak yaklaşık bir ay sonra, aynı caddede polis saldırılarına maruz kalırken, dünya çok nefret dolu görünüyordu. Konser salonları ve kütüphaneler, en mutlu olduğum yerler derken haksız değildim. Kalabalık olsa da kimseyle bire bir ilişki kurmanız gerekmiyor, yalnızlığın getirdiği bir dinginlik hakim ortama; ruhunuza dokunan notalar ve satırlarla farklı bir gerçekliği yaşıyorsunuz o mekanlarda. 2013 denilince, benim aklıma daima toplumsal alanda Gezi Direnişi, müzik alanında ise Bohren & der Club of Gore konseri gelecek. Roger Waters konseri elbette çok önemliydi ama onu da konserin özelliği dolayısıyla direniş kapsamında görüyorum. (2013'ün en iyi konserlerine dair yaptığım liste)


Bohren & der Club of Gore'un sekizinci albümü "Piano Nights"ı ocak ayı başında yayınlayacağını duyunca, tek tek günleri saydım. Paylaştıkları tanıtım videosunu izleyince iyice sabırsızlandım. Albümün Christoph Clöser'in Moskova'da grubun eski şarkılarını piyanoda çaldığı bir performanstan esinlendiğini öğrenince merakım daha da arttı. Yeni şarkıları dinlemek için acaba bir yerde stream bulabilir miyim diye internette dört döndüm ve bir gün grubun müziğini çok sevdiğimi bilen bir Twitter takipçim, Pitchfork'un ön dinleme olanağı veren bağlantısını iletti. O gün bir kez daha gördüm ki, beni müzikten başka hiçbir şey bu kadar heyecanlandırmıyor. Her şeyi bir yana bırakıp, defalarca "Piano Nights"ı dinledim. Birkaç gün sonra albümdeki "Ganz leise kommt die Nacht" adlı şarkıya çekilen video yayınlandı ve yine bir grubun müziği, estetiği ruhuma ancak bu kadar uyabilir dedirtti bana. Siyah ile beyazın, melankoli ile gizemli karanlığın, yalnızlık ile minimalist yaklaşımın buluşması, hem müziğe hem de görsele öyle belirgin bir şekilde imzasını atmıştı ki, Christopher Clöser'in saksofonuna eşlik eden ambient uğultuların içinde çok derinlere çekti beni. 



Bohren & der Club of Gore üyeleri, yaptıkları müziği kendi ifadeleriyle, yavaş ritimli caz baladları, Black Sabbath'a özgü doom ve death metal grubu Autospy'nin soundu ile yaratılan bir tür ambient karışımı olarak tanımlıyor. Grubun müziğini duymamış bir insana bunu söyleseniz, ilk anda zorlama gibi gelebilir. Oysa gerçek tam da bu; olanaksız gibi görünen bu kurgu, bir şekilde Bohren'in müziğinde tam anlamıyla vücuda geliyor. Aynısını bir başka grup uygulamaya kalksa, belki de başarılı olamayabilir. Çünkü bu müzikte, kendiliğinden ortaya çıkan çok hassas bir denge var. Bazı anlarda Thorsten Benning bateriye bir parça daha hızlı vursa her şeyin bozulabileceğini hissediyorsunuz. Bir baterist için o kadar ölçülü ve kontrollü çalmak, zor olsa gerek; bir ritim tutturup ona ayak uydurmaktan daha yoğun bir çaba gerektirir diye düşünüyorum.

"Piano Nights"ın grubun diskografisindeki diğer albümlerden his olarak bir farkı var kanımca. Tümünü dinledikten sonra, Bohren'e özgü karanlığın tonunda bir seyrelme hissettim; melankoli yine var ama daha iyimser, daha rahatlamış bir tonu var albümün. "Cehennem Yolu" anlamına gelen "Fahr zur Hölle" adlı şarkı, diğerlerine göre daha ağır bir tonda başlasa da, saksofonun devreye girişiyle onda da bir ışık izi görülüyor. "Black Earth" ve "Beileid" albümlerindeki gibi insanı dipsiz derinliğe doğru çeken atmosfere oldukça düşkün olduğumdan biraz şaşırdığımı söylemeliyim. "Piano Nights", Kuzey Avrupa'da bir kentte çetin kış koşullarında yapılan gece yürüyüşlerinden ziyade, yine kuzeyde bir yerlerde ama sonbahardaki sakin yürüyüşlere soundtrack olur diye geçiyor içimden. Garip bir şekilde karanlığın daha yoğun olduğunu düşündüğüm atmosfer karla kaplı; ortama hakim olan görüntüden daha çok, koşulların daha çetin olması mı, yoksa karın sihirli bir el değmişcesine sokakları boşaltması mı etkendir emin değilim. 

"Segen ohne Wind", rüzgar olmadan yelken açmanın hikayesini anlatırken de gerilim yok, umarsızca zamanın akışına kapılanları aklıma getiren "Unrasiert" (Traşsız) adlı şarkıda da... Christopher Clöser ile yaptığım röportajda, müziklerini, "uzay derinliği, cehennem ya da dünyanın sonunda bir bar ile örtüştürebileceğini" söylemişti. Uzay derinliği hissi, ambient tınılarında, açılış şarkısı "Im Rauch" (Dumanın İçinde) adlı şarkıda ve "Irwege"de öne çıkıyor. Ancak bu albümde cehennem hissi pek yok. Uzay derinliğindense dünyanın sonunda bir bar daha uygun geliyor; bir kayıtsızlık, boşvermişlik seziyorum tınılarda. Elbette yine dark ambient ile cazın çok özgün bir karışımı söz konusu; "Sunset Mission"daki gibi bas ve piyano, "Black Earth"teki gibi Rhodes piyano, "Dolores"teki gibi vibrafon ve synth odaklı değil sound, hepsi işin içinde ama albümün ruhunda açıklamaya çalıştığım farklar var. Sonuçta bu kez ben, Bohren ile o barda, bağımlılık yaratan cehenneme duyduğum özleme kadeh kaldırırırken buldum kendimi ve içki şişesi hiç boşalmasın istedim. 

-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate