Dün akşam uzun bir aradan sonra Babylon'a Cold Cave'i dinlemeye gittim. En son 11 Aralık'ta Nils Petter Molvaer ile Moritz von Oswald'ı dinlemiştim aynı mekanda ama bir ayı aşkın bir süre geçmişse, o benim için uzun bir aralık demektir.
Cold Cave adıyla tanıdığımız Wesley Eisold, darkwave, noise, synthpop, gotik rock, art rock ile ilişkilendirilen bir müzik yapıyor. Geçmişinde hardcore punk ve noise rock kökenli gruplar var; bir süre de Prurient projesinde Dominick Fernow ile çalışmıştı. Benim dikkatimi, Matador Records'tan 2009'da çıkan ilk albümü "Love Comes Close" ile çekti. Eisold'un bariton sesini yurtdışında bir mağazada alışveriş yaparken duymuştum; görevliye gidip çalanın ne olduğunu sorunca, CD'yi göstermişti. Sonra hakkında araştırma yaparken The Guardian'daki şu satırlara rastladım: "Wesley Eisold, Nihilizm ve umutsuzluğun yeni ve genç tanrısı; Cold Cave'in estetiğini muhteşem bir şekilde sunuyor: "How Soon Is Now?'ın Morrissey'i Nitzer Ebb vuruşları ve New Order melodileri üzerine inliyor." Ben her ne kadar onda New Order'dan daha çok ilk dönem Depeche Mode izleri bulsam da, aynı cümlede Morrissey, Nitzer Ebb ve New Order'ı buluşturabilen bir müzisyen, radarımdan kaçmamıştı.
Neredeyse her zaman olduğu gibi, dün akşam da mekanın kapısı açıldığında içeri giren ilk ben oldum yine. Bazıları bunu "cool" bulmuyormuş. Kimin umurunda ki? Hem düşünsenize, "cool görünmek", birileri tarafından onaylanmak anlamına gelir. Hayatım boyunca hiç onaylanma hedefim olmadı. Ben, konser için sırada ya da kapıda bekleme heyecanını seviyorum. Üstelik dün erken gitmenin faydası da oldu. Bomboş mekanda Seda Ondin'in yani The Great Moon Hoax'ın setine kulak verdim. Cold Cave'e yakışan dikkat çekici bir dark sound hakimdi seçtiği şarkılarda; çok keyifle dinledim.
Cold Cave, son birkaç yılda canlı performanslarına bir ekip halinde, 2 klavye ve bir bateri eşliğinde sahneye çıkarken, sonuçta Eisold'un tek başına kalmasıyla dönüşüm geçirdi. Dün akşam da Wesley Eisold'un yanında sadece synth, efekt pedallarını kullanan ve bazı şarkılarda geri vokal yapan tek bir kişi vardı. Daha önce okuduğum yazılardan o kişinin kız arkadaşı Amy Lee olduğunu biliyorum. Sahneye yerleştirilen bir video ekrandan görüntüler müziğe eşlik ederken, Eisold'un yüzü dahi görülemeyecek kadar loş bir ortam vardı. Ekranda yıkılan binalar, öpüşen bir çift, ayçiçeği tarlaları, grafik desenler akıp dururken, dinleyenlerin bir kısmı görüntüleri izliyor, bir kısmı da dans ediyordu ama eksik olan bir şey vardı; o da konser ruhuydu. Sanki bir kulüpte DJ set dinliyor gibiydik dün akşam. Oysa bence, Cold Cave'in müziği farklı sunulsa, dinleyiciyi daha çok içine çekebilecek bir karaktere sahip. Yine de bu açığı kapamak için sözlerin gördüğü işlevi de unutmamak lazım. "The Great Pan Is Dead", "Confetti", "People Are Poison" gibi şarkılarda dile getirilen sevgisizlik ve insanın içindeki kötülük, glitch ve noise ile buluştuğunda, darkwave'in derin atmosferinde yalpalarken buluyorsunuz kendinizi. Tam o sırada ekranda "Hunting Heart / Crushing Fear" yazıyor. Yazmasa da o hissi sözlerle hissettirmeyi başarıyor Cold Cave. Böyle ezip geçen, yakıp yıkan sözleri haykırarak dans etmek, müziğe özgü çok ilginç bir manik depresif hal ve ben bunu çok seviyorum.
Wesley Eisold, sahnedeyken "İstanbul'da olmak çok güzel. Geldiğiniz için teşekkürler," diyerek dinleyicilere kısaca hitap etse de aslında sahnede kimse umurunda değil belli ki. Kendi halinde çoğunlukla mikrofonun önünde, arada bir dans ederek tamamladı yaklaşık 50-55 dakikalık performansını. Bis için geri geldiklerinde ekranda Amerikan bayrağı eşliğinde Amerika'ya ince ince dokunduran "Underworld USA" adlı şarkı çalarken, 1980'lerden bir synthpop grubunun konserindeymiş gibi hissettim bir an. Işınlanma olanağı olsaydı, gözlerimi kapayıp pekala The Sisters of Mercy ya da The Cure konserine gidebilirdim mesela... Işınlanma mucizesi bir gün olacak mı bilmiyorum ama emin olduğum bir şey var ki, o da, yıllar geçse de hiç eskimeyen bu karanlık sound, dünyanın her yerinde insanları dans ettirmeye devam edecek.
(Fotoğraflar bana aitttir.)
-