Yeni yılla birlikte yeni konserlerin heyecanı da başladı. İki yıl önce kurulduğundan beri izlediğim post-punk grubu PINS de, bu ay İstanbul'da konser verecek gruplar arasında. (2011'de grubu tanıtmak için yazdığım yazı) PINS'i 25 Ocak'ta Salon sahnesinde Londra kökenli saykedelik pop grubu Younghusband ile aynı gece dinleme olanağı bulacağız.
İki yıl önce Manchester'da kurulan PINS, ilk önce kentin yeraltı sahnesinde dikkat çekti, Warpaint ve Savages gibi grupların konserlerinde ön grup olarak yer aldı ve 2013'te de Londra merkezli bağımsız plak şirketi Bella Union'ın desteğiyle ilk albümü "Girls Like Us"ı geçen yıl yayınladı. Giderek artan bir başarı grafiği çizen grup, Faith Holgate (gitar/vokal), Lois McDonald (gitar), Anna Donigan (bas), Sophie Galpin (davul) adlı dört kadın müzisyenden kurulu.
Benim ilgimi, ilk olarak Ekim 2011'de kendi plak şirketleri Haus of Pins etiketiyle çıkan "LUVU4LYF" adlı kısaçalar çekmiş, özellikle "Little Sting" adlı şarkıdaki Manchester'ın ensdüstriyel atmosferine çok uyan drone ve klostrofobik hava etkilemişti. Ancak albümdeki bütün şarkıları o kısaçalardaki sound ile örtüşmüyor; zaten kendileri de pop yanı daha ağır basan şarkılar yapmak istediklerini söylüyorlar. Canlı performanslarındaki başarı, alternatif mecralarda epeyce yazılıp çizildi. Bazıları, nereden geldikleri bilinmese PINS'in bir Brooklyn grubu sanılabileceğini söylüyor ama ben tersine tam da Manchester karakterini yansıttıklarını düşünüyorum. Grubu konserde görmeden önce biraz daha yakından tanımak için röportaj yapınca bu düşüncemin isabetli olduğunu gördüm.
PINS nasıl kuruldu, nasıl bir araya geldiniz?
Faith: Grubu ben başlattım; diğer üyeleri de yaptığım posterleri şehirde etrafa asarak buldum.
Sophie: Ben gruba dalıverdim ve şimdi de benden kurtulamıyorlar.
Birlikte müzik yapma sürecinizden söz eder misiniz? Şarkı yazarken demokratik bir grup musunuz?
Faith: Çok sayıda şarkı yazıyoruz ama birçoğunu da bir kenara itiyoruz. Sorduğunuz soru açısından PINS’in demokratik bir grup olduğunu söyleyemem.
Lois: Çeşitli yöntemlerimiz var; bazen birisi provalara bir demo getiriyor, bazen prova sırasında birlikte yazıyoruz. Nelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmadığımız konusunda birbirimize karşı dürüstüz ve bir şarkıda işler yolunda gitmezse bunu kişisel tavır olarak algılamamamız gerektiğini biliyoruz. Hepimiz şarkıdan memnun oluncaya kadar üzerinde çalışmaya devam ediyoruz ama yine de memnunluk sağlanamazsa, onun yerine başka bir şey yazıyoruz.
Manchester, benim en sevdiğim kentlerden birisi. The Smiths, Morrissey, The Durutti Column, Vini Reilly, Joy Division gibi müzikal kahramanlarımın önemli bir kısmı oradan çıktı. Çok canlı bir yeraltı müzik sahnesi ve zengin bir müzikal birikim var o kentte. Manchesterlı olmak, müziğinizin soundunu bir şekilde etkiledi mi?
Lois: Başlangıçta adlarını bile hiç duymadığım bazı Manchester grupları vardı ama gittikçe daha çok dinleyip yenilerini buluyorum. Bana göre Manchester’da şu anda var olan gruplar da çok heyecan verici ve Liverpool, Leeds ve Sheffield gibi harika gruplar üreten diğer kentlerle çevrili olmak da bize elbette yardımcı oluyor.
Sophie: Bence Manchester’ın zengin ve canlı bir müzik sahnesinin olması bizi etkiliyor. Daima esinlenecek bir şeyler buluyoruz ve bu bizi daha ileriye götürüyor.
Faith: Hayatta en sevdiğim anlar, aklınızda netliğin belirdiği, doğru zamanda doğru yerde olduğunuzu hissettiğiniz anlar. Bu büyülü hissi, daima Manchester’da olduğum zaman duyumsuyorum. Soğuk, karanlık, yağmurlu, kirli ama aynı zamanda romantik, çekici ve heyecan verici; bir tür aşk/nefret ilişkisi duyduğunuz bir yer. Şarkı yazarken beni ne kadar etkilediğini bilmiyorum ama Bahamalar’da yaşasaydım ve günlerimi plajda kavun yiyerek geçirseydim, PINS çok farklı bir grup olurdu. (Faith’in söyledikleri, Manchester’a duyduğum hislere bire bir uyuyor.)
Müziğe karşı ilk ilginiz nasıl doğdu? Hem dinleyici olma açısından hem de canlı performans bakımından soruyorum.
Lois: Ben çocukken piyano çalarak başladım. Klasik müzik ve Nina Simone dinlerdim, sonra Nirvana’yı duydum ve gitar çalmayı öğrendim.
Faith: Çocukluğumda pop yıldızı olmak isterdim. Ergenlik dönemimde ben de çoğu genç gibi aynı Nirvana coşkusuna kapıldım. Daha sonra da Pete Doherty ve Julian Casablancas’a aşık oldum.
Sophie: Ben 4 yaşımdayken piyano çalarak başladım, 6 yaşımda kemanlara tutkuyla bağlandım ve o enstrümana yöneldim. Sonra televizyonda Elvis’i görünce gitar çalmaya başladım. Davul çalmam PINS’e katılmamla oldu.
Anna: İlk gençliğimde piyano ve keman çalmayı öğrendim, elime geçen her şeyi çalıyordum aslında. Annemin müzik enstrümanları kutusundan bulduğum aletleri alıp, arkadaşlarımdan ve aile üyelerimden oluşan gruplar kurmayı severdim. Eskiden walkman’imde Buddy Holly dinleyip kendimi dünyadan soyutlardım. Babam ergenlik dönemimde bana Meatloaf’u sevdirmeye çalıştığında, artık bu konuda üzerime düşeni yapmam gerekenler olduğunun farkındaydım.
Şarkılarınızın çoğu aşk ve tepkiler hakkında; hepsi de doğal olarak kadın bakış açısını yansıtıyor. Ben böyle görüyorum ama yine de şarkı sözlerine bakışınızı sizden duymak isterim.
Faith: Bu zor bir soru. Bana göre, şarkı sözü yazmak, müziği bestelemek kadar zorlu ve katartik bir süreç.
İlk albümünüze “Girls Like Us” adını verdiniz. Daha önce bu isimle ne demek istediğiniz yönündeki sorulara kısaca “Girl Gang Makes Loud Rock And Roll Album In One Week” diyerek yanıt verdiğinizi biliyorum ama bu, grubu tam olarak anlatmıyor. Benim merak ettiğim, grubun estetiğini, vizyonunu oluşturan unsurlar.
Sophie: Biz güçlü bir dörtlüyüz ama bunun kadın olmamızla bir ilgisi yok.
Lois: 'Girls like us', bir insanın kendisi olmasıyla ilgili. Biz, insanın kendi kimliğine güven duymasının, bu konuda cesaretli davranmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Biz de olduğumuz gibi davranarak çok iyi vakit geçiriyoruz.
Faith: Grup ilk kurulduğundan beri, kendimizi birçok cinsiyetçi ve cahil insana karşı savunmak durumunda kaldık. Eğer birisi bizi “kadınlardan oluşan grup” ya da “kızlar grubu” diye açıklıyorsa, bu o kişinin bizim hakkımızda tek bir şey bilmesinden kaynaklanıyor demektir ve bunda büyük bir sorun yok. Fakat bu uygunsuz, aşağılayıcı bir şekilde söyleniyorsa, bizim güzel ya da çirkin, zayıf ya da şişman olduğumuz belirtilerek, kıyafetlerimiz, saç tarzlarımız öne çıkarılarak yapılıyorsa, o zaman öfkeleniyorum. “Girls Like Us”, bizim bütün bu ayrımcılığa karşı kişisel marşımızdır.
Medyada, sizi çoğunlukla "Manchesterlı kız grubu" diye tanımlıyorlar. Faith’in bir keresinde, “Erkekler, estetik görüntü için kadın üye istiyor,” dediğini okumuştum. Müzik endüstrisinde cinsiyetçi yaklaşım yeni bir şey değil. Bu yıl bazı kadın müzisyenler de müzik endüstrisindeki erkek şovenizmi hakkında seslerini yükselttiler.
Lois: Biz bu konuda sorun yaratmayacak kadar açık görüşlü insanlarla çalışmaya gayret ediyoruz. Tabii bu her zaman olanaklı değil ama birbirimizi koruyoruz. Eğer birisi bize karşı kötü bir tavır içinde olursa, ona bu konuda ne hissettiğimiz bildiririz.
Faith: Az önceki soruda da söylediğim gibi, evet, bu beni kızdırıyor! Hakkımızda çıkan ilk yazı, bizi kendi aramızda en seksiler sıralamasına tabi tutmuştu. Gerçekten bu uygun mu? Bu tür moronca tavırlar hakkında pek konuşmuyoruz ve onlara nadiren tepki veriyoruz. Onları aşıp, etrafımıza bizim gibi düşünen insanları toplamak daha iyi bir yol. Cinsiyetçi tavırlara ne kadar çok maruz kalırsam, bu konuda o kadar çok konuşmak istiyorum!
Sizi henüz canlı dinleme olanağım olmadı, ama performanslarınızın çok etkileyici olduğundan söz eden eleştiri yazıları okudum. Sizce konserlerinizdeki o etkiyi yaratan ne?
Lois: Çaldığımız her notayı hissederek çalıyoruz.
Bağımsız müziğin öncülerinden Bella Union plak şirketine bağlısınız. Bugün bazı gruplar, bu tür bağımsız şirketleri büyük bir ticari plak şirketine geçmek için bir adım olarak görüyor. Sizin için durum nasıl? Mutlu musunuz Bella Union’da?
Lois: Bu çalıştığınız insanlara bağlı bir şey. Biz, anlaşabildiğimiz ve güvenebileceğimiz bir ekiple çalıştığımız için şanslıyız. Grup olarak birbirimize sıkı sıkıya bağlıyız, bu güveni daha fazla insanla yaratmak zor olabilir.
Faith: Her şeyden önce, büyük bir ticari şirketin neden iyi bir fikir olduğu konusunda ikna edilmem gerek.
Anna: Bella Union’la çalışmanın en iyi yanı, güven duyduğumuz bir ekiple ve özellikle Simon Raymonde gibi bizi daima kendi istediğimiz yönde gelişmemiz konusunda cesaretlendiren bir patronla muhatap olmamız. Bizim dışımızda belirlenmiş ya da inanmadığımız bir şeyi yapmamız konusunda üzerimizde herhangi bir baskı yok.
Grup olarak ayrıca kendi plak şirketiniz Haus of Pins’i kurdunuz; sadece el yapımı paketler içinde kaset formatında sevdiğiniz grupların müziklerini yayınlıyorsunuz ve indirme kodunu da veriyorsunuz. Belli ilkeleriniz var mı? Yayınladığınız müzikler için kriterleriniz neler?
Lois: Bağımsız şirket sevdası bunu iyi özetliyor. Tek kriterimiz şu: Dinlemeyi ve birlikte içmeyi sevdiğimiz grupların müziklerini yayınlıyoruz.
Bu yıl, Warpaint ve Savages gibi grupların konserlerinde ön grup olarak yer aldınız. Bu deneyimler size ne kazandırdı? Favoriniz hangi konserdi?
Faith: Warpaint deneyimi, bize çok büyük sahnelerde, binlerce insanın önünde çalma fırsatı verdi, heyecan vericiydi. Ön grup olmanın hem iyi hem de zor yanları var. Çünkü sadece 5 dakikalık bir soundcheck olanağı oluyor, bazen sanki ikinci sınıf bir grupmuşsunuz gibi düşünülüyor; ama diğer yandan da muhteşem grupları izliyor ve sizin grubunuzu daha önce duymamış olan yeni insanlarla tanışıyorsunuz.
Anna: Warpaint ile büyük sahnelerde çalmayı çok sevdim. Onlarla Brixton Academy sahnesini paylaşmak, önemli bir olaydı. O gece büyük bir heyecan vardı, sahneden koca bir insan seline bakıyorduk.
25 Ocak’ta da ilk İstanbul konserinizi vereceksiniz.
Lois: Yeni yerler görmeyi seviyorum. İstanbul’u daha önce hiç görmedim. O nedenle heyecanla bekliyorum konseri. Eğer bize görülecek yerler konusunda öneride bulunmak isteyen olursa seviniriz!
Faith: Ben de konser için sabırsızlanıyorum.
Anna: Heyecanlıyım! İstanbul’u bir kere ziyaret emiştim ama yıllar önceydi, yolu tek başıma geçemeyecek kadar küçüktüm.
Sophie: Ben hem konser hem de yemekler için heyecanlanıyorum!
Kısa bir süre önce 2014’e girdik ama hala 2013’ün albümlerini dinliyoruz. 2013’te sizin için en iyi albüm ve şarkı hangisiydi?
Lois: Ben bugünlerde Hookworms’a takıldım. Aslında sanırım hepimiz öyleyiz!
Faith: Thee Oh Sees - Floating Coffin, Crocodiles - Crimes of Passion, Bass Drum of Death’in kendi adını taşıyan albümü ve evet, ben de Hookworms’u seviyorum.
Anna: Unknown Mortal Orchestra. Benim için bu yıl uzun sayılabilecek İngiliz yazının soundtrack’i oydu.
Sophie: Kesinlikle Bass Drum of Death ve Savages’ın “Silence Yourself” adlı albümü.
PINS - GET WITH ME from PINS on Vimeo.
-
PINS - GET WITH ME from PINS on Vimeo.