17 Şubat 2014 Pazartesi

BRIAN BATZ: "ARTIK İÇİMDE ÇOK FAZLA ROBOT YOK"


By on 15:20:00

17.2.2014

Danimarkalı müzisyen Brian Batz'ın projesi Sleep Party People (SPP), Türkiye'de ilk konserini 22 Şubat'ta verecek. Elektropop ile ambient'ı buluşturan, çok kendine özgü, tuhaf seslerle dolu, dinleyeni gerçekle hayal arasında bir yere sürükleyen ve dreampop diye tanımlanan bir müzik yapıyor SPP. 2012'de ikinci albümü hakkında yazdığım yazıda da belirttiğim gibi çoğu kişinin dinleyince ilk aklına gelen "Donnie Darko" adlı ünlü film oluyor. Ben de onlardan biriyim. Tavşan simgesinin etkisi var elbette ama duyduğum sesler de his olarak o filmle birebir örtüşüyor.

14 yaşından beri çeşitli gruplarda çalmış Batz. 2008'de kendi müziklerini kaydetmek için evine çeşitli aletler alıp çalışmaya başlamış. Bakmış ki ortaya çıkan kayıtlar, o sırada çaldığı grubun soundundan çok farklı, kendi grubunu kurmayı o zaman düşünmüş. Canlı performanslarında taktığı tavşan maskesinin ardında yarattığı vokal soundu var. "Eğer tavşanlar konuşabilseydi böyle olurdu," düşüncesi, onu internette "tavşan maskesi takan insanlar" şeklinde bir arama yapmaya yöneltmiş ve sonunda bulduğu bir fotoğraf ona ilham kaynağı olmuş. Bir koridorda yüzünde tavşan maskesi ile duran çocuk, ona hem ilginç hem de ürkütücü gelmiş. SPP'ın 2010 tarihli ilk albümünün kapağında da yayınlanan o fotoğraftan sonra, kendisi de sahnede aynı maskeyi kullanmaya karar vermiş; o günden beri de kendisine eşlik eden müzisyenlerle birlikte konserlerinde o maskeyi takıyorlar.

Üçüncü albümü gelecek mayıs ayında yayınlanmadan önce SPP'ı İstanbul'da izlemek heyecan verici olacak. Sonunda çok sevdiğim "I Am Not Human At All"u canlı dinleyeceğim. (Aşağıdaki performans kaydı Youtube'da yaklaşık 3.5 yılda 1.232.842 kere tıklanmış. Ana akım dışında bir grup için çok büyük bir rakam.) Konserden önce Brian Batz ile röportaj yapma olanağı bulunca, onu daha yakından tanıyabilmek için müziğin çeşitli yönlerine değinen sorular sordum. İlham aldığı müzisyenleri duyunca da, ne çok ortak noktamız varmış demeden edemedim.





Sleep Party People'ı uzun bir süredir izliyorum ve yarattığınız sound nedeniyle üretim sürecinizin ayrıntılarını merak ediyorum. Beste yaparken izlediğiniz belli bir yöntem var mı? Şarkılar ayrı bir oluşum şeklinde mi beliriyor, yoksa albüm konsepti belirleyip ona mı uyuyorsunuz?

Genel olarak müziklerimin çoğunu piyano ya da gitar üzerinde yazıyorum ama bazen tuhaf ses manzaraları ya da ilginç bir vuruş üzerinde oynamak da ilham verici olabiliyor. Sanırım içinde bulunduğunuz ruh haliyle ilgili bu. İlk iki albümümün nasıl olacağı ve dinleyicileri nasıl bir atmosfere sokması gerektiği hakkında çok net görüşlerim vardı. Fakat yeni çıkacak üçüncü albümüm için iki prodüktörle (Mikael Johnston ve Jeff Saltzman) birlikte çalışmak üzere San Francisco'ya davet edildim ve oraya gittiğimde aklımda henüz hiçbir fikir yoktu. O nedenle orada bir ay kadar zaman geçirip neler yapabileceğimize baktım, çok çalıştım ve sonunda bir albüm ortaya çıktı. Bu şekilde çalışmak, oldukça kaotikti, alıştığım rahatlık ortamından çok uzak bir deneyimdi. Gündüzleri taslakları ortaya çıkarıyor, geceleri onları diğer stüdyoya götürüp kaydediyordum. 3 odam vardı; birisinde perküsyon seti, birinde gitar, bas ve amplifikatörler ve diğerinde de her çeşit analog synth'ler ve garip sesler çıkaran enstrümanlar. Bir odadan diğerine koşup aklıma geleni kaydetmeye çalışıyordum. Hem müthişti hem de dehşet vericiydi. Bu üçüncü albümde nasıl bir sound yaratacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Tek istediğim şey, organik, sıcaki analog ve seslerin bizzat çaldığım aletlerden çıkmasıydı. Bunun sonucunda, yeni albümde bilgisayar kullanımı ve elektronik ses pek yok. Çok heyecan verici bir süreçti ve daha önce hiç denemediğim bir yöntemdi. Çok sevdim bu süreci; o iki prodüktörün yardımı olmasa bu albümü yapamazdım.

Albüm ne zaman çıkacak?

Mayıs 2014'te yayınlanacak. Bu albümdeki en önemli değişiklik, tipik SPP vokali dışında kendi sesimle şarkı söylemem. Tavşan sesi aralarda yine duyuluyor ama % 80'i benim kendi sesim.

SPP'ı elektropop'u ambient ile buluşturan soundu ile tanıyoruz. Yeni albüm için çalışırken öncekilerden farklı bir sound yaratmak konusunda bir baskı hissettiniz mi?

Hayır, atmosferik elementler bir müzisyen olarak benim her zaman bir parçam olacak. Yeni albümü yaparken herhangi bir baskı hissetmedim; sadece daha önce yaptıklarımdan farklı bir şey yapmak istedim. Benim için önemliydi bu. O nedenle önceki albümlerdeki elektronik havayı korumak yerine, gerçek enstrümanlarla her şeyi bizzat kendim çaldım.

Diyelim ki ihtiyacınız olan aletler elinizin altında çalışıyorsunuz, şarkılar ekipmanın yönlendirmesiyle mi ortaya çıkıyor, yoksa şarkıya uygun ekipmanı mı önceden buluyorsunuz?

İyi bir soru bu. Bir klavyeden çıkan sesi, pedal, delay machine ya da Eventide DSP 4000 (harmonizer-uyumlayıcı) aracılığı ile manipüle etmeden pek kullanmam. Kullandığım her sesi yaratıcı bir süreçten geçirmek, benim için önemli. Hazır bir sesi kaydetmek fazla kolay. Albüm yapmakla ilgili en ilginç nokta, yeni sesler yaratarak harcadığınız zaman ya da bu bana çok şey ifade ediyor.

Önce sözleri mi yazıyorsunuz müziği mi? Yoksa şarkıya göre değişiyor mu?

Benim için her zaman önce müzik gelir, sonra vokal melodisi ve şarkı sözleri...



KOPENHAG KARANLIĞI VE MASKENİN VERDİĞİ ÖZGÜRLÜK

Danimarka'da yaşamanın müziğiniz üzerinde etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet, son zamanlarda bu konu hakkında çok düşünüyorum. Bana göre Danimarka, neredeyse hemen herkesin ayrıcalıklı olduğu ama bir nedenle birçok kişinin mutsuz ve tatminsiz olduğu bir yer. Çok içedönük insanlarız, pek sosyal değiliz. Ne yazık ki böyle... Dünyada birçok yeri dolaştıktan sonra edindiğim görüş bu. Seyahatlerim sırasında yoksulluk içinde yaşayan çok insanla karşılaştım, hiçbir şeyleri yoktu ama yine de tipik bir Danimarkalı'dan çok daha mutlu görünüyorlardı. Belki yılın 3/4'lük bir kesiminde gri olan gökyüzü ve havanın sıcak olmaması yüzündendir. Zaman zaman çok fazla yağış olur, kışın da çok soğuk ve rüzgarlı. Belki bu nedenle içedönük bir yapımız var. Kapalı mekanlarda olmaya alışkınız ama ben insanların o kadar yalnız ve dışa kapalı bir halde yaşamasının bireysellik açısından iyi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Hmm... Sanırım farklı bir konuya daldım. Her neyse, sonuçta bu durum bana ilham veriyor. Bu nedenle İskandinavya'dan çıkan müziklerin önemli bir kısmı, dünyanın diğer yerlerinden çıkan müziklere göre daha melankolik ve karanlık. Kopenhag'daki havadan ve günlük yaşantımda çevremde olup bitenlerden elbette etkileniyorum. Danimarka'dan sadece şikayet etmiyorum, aynı zamanda gerçekten seviyorum orayı. Özellikle yaz aylarında insanlar daha dostça ve açık görüşlü görünüyor. İlginç bir konu bu.

Dinlediğiniz eski dönem müzikleri de üzerinizde etkili oldu mu? Var mı böyle isimler?

Oldu tabii. Eski ya da yeni, her tür müziği severim. Yayınlanan bütün yeni albümleri takip edip dinlemeye çalışıyorum. Olan biteni izlemek bence önemli. Ama günümüzden önceki dönemlerin müziklerini de çok seviyorum; Brian Eno, Scott Walker, Silver Apples, Erik Satie, Arvö Part ve tabii Beatles üyelerinin hepsi. Bu listeyi uzattıkça uzatabilirim.

Canlı performanslarınızda kullandığınız tavşan maskesini nasıl bulduğunuzu sormayacağım. Çünkü daha önce bu soruyu defalarca yanıtladınız. Fakat merak ettiğim şey, o maskelerin ardında müzik yaparken nasıl hissettiğiniz... Yüzünüzü saklayınca bu size bir tür özgürlük duygusu mu veriyor?

O soruyu sormadığınız için teşekkürler. Sahnede maske takmayı seviyorum. Bana kesinlikle özgürlük duygusu veriyor. Ayrıca kötü bir günde onun arkasına saklanma olanağının olması, maskeyi daha da muhteşem kılıyor.

Bir keresinde "Ben bu albümde ne insan ne de robotum; ikisinin birleşimiyim," dediğinizi okumuştum. Sahnede aynı şeyi mi hissediyorsunuz?

Haha... Onu dediğimi tamamen unutmuştum. Sanırım hala aynısını hissediyorum ama zaman içinde yaşlandıkça ve belki de biraz daha akıllandıkça, her zamankinden daha fazla insan hissediyorum. İçimde artık o kadar fazla robot yok. Sahnede tavşan maskesi takan bir insan olmaktan dolayı çok hoşnutum. Robota benzeyen tek şey, canlı performanslarda kullandığım vokal efekti.

Scarlet Chives adlı başka bir grubunuz daha var. 2013'te ikinci albümünüzü yayınladınız. şarkı yazma ve kayıt açısından, size göre SPP ile arasındaki farklar nedir?

SPP'da ben sadece kendi isteklerim doğrultusunda hareket ediyorum. Scarlet Chives ise SPP'dan tamamen farklı; toplam beş kişilik bir grup ve orada fikirlerimizi birleştirip şarkıları yazıyoruz. Ortaya çıkan şeye şarkı diyebilmemiz için beş kişinin de müzikal açıdan tatmin olması gerekiyor. Kayıt sürecinde de hepimiz işin içindeyiz ve devamlı beyin fırtınası yapıyoruz. Ama mixing sürecinde ben tek başıma çalışıyorum ve son noktayı tek başıma koyuyorum.




"MÜZİĞİM TAMAMEN DUYGULARLA İLGİLİ"

Müzik yapmaya odaklanmak için gerekli ilhamı nereden alıyorsunuz? Bir duyguyu açıklama ya da bir hikayeyi anlatma isteği mi sizi harekete geçiriyor, yoksa daha teknik bir bakış açınız mı var?

Benim için müzik, tamamen duygularla ilgili. Sadece duygusal anlarımda müzik yazabiliyorum. Kendimden çok hoşnut olmadığım ve etrafımda olup bitenlerle ilgili hislerim konusunda kafa karışıklığı yaşadığım dönemler esin veriyor bana.

Jack Kerouac, "Tek gerçek müziktir," demiş; oysa Cecilia Bartoli, "Müzik, birlikte hayal kurma ve farklı bir boyuta geçme yöntemidir," diyor. Size hangisi yakın geliyor?

Hmm... İkisi de. Bana sorduğunuz şey bu değil biliyorum ama bence bu soruyu gerçekten yanıtlamak zor. Duruma göre değişiyor; bazen Kerouac'ın dediği gibi, bazen de Bartoli gibi hissedebilirim.

Müzikolog Jules Combarieu'nun dediği gibi, "müzik seslerle düşünme sanatı" ise, bu düşüncelerin hayale ya da gerçeğe ait olmasının önemi var mı?

Hayır, sanmıyorum. Eğer müzik iyiyse, düşüncenize doğru elementleri eklemeyi başardığınız sürece, onun hayal ya da gerçeklerden yola çıkmasını önemsemem. Önemli olan bu. Size hitap ediyor mu? Evet. O zaman başardınız demektir.

Duyduğunuz anda her ne yapıyorsanız onu bir yana itip, müziğin içine sürüklenmenize neden olan bir şarkı var mı?

Var. Brian Eno'dan "An Ending (Ascent)". Bende çok özel bir ruh hali yaratıyor; sadece gözlerimi kapatıp rahatlamak istiyorum. Duyduğum en güzel müziklerden birisi. Tek kelimeyle yüce.



"KÖTÜ MÜZİKLERİ YOK ETMEYİ İSTERDİM"

Müzik dünyasını son yıllarda meşgul eden birçok konu var. Dijitalleşmenin ardından müzik artık çok kolay ulaşılabilir hale geldi ama bir yandan da sanki eskisi kadar başat değil birçok insanın hayatında. Ne düşünüyorsunuz?

Bu konuda saatlerce konuşabiliriz ama bence bu sorunun iki yönü var. Durum şu: Artık müziği kaydedip yayınlamak her zamankinden daha kolay; bunun sonucunda çok fazla müzik yayınlanıyor. 1. Sorun: İyi olan müziklerin önemli bir kısmı yeterince duyurulamıyor ve yapılan mükemmel işler bu ortamda kaybolup gidiyor. 2. Sorun: Çok sayıda berbat müzik, iyi müzikler kadar kolay bir şekilde yayınlanıyor. Bu kötü albümler yüzünden iyi olanları bulmak da zorlaşıyor. Bunun yanı sıra, doğru ekipman için çok fazla para harcamadan kendi müziğinizi yaratıp kaydedebilmeniz de olumlu. Kendi evlerinde enstrümanlarla oynarken yarattıkları müziği kaydedenlerden çok sayıda iyi müzik ortaya çıkıyor; bu çok güzel bir şey. Pahalı stüdyolarda çalışmaktansa bu daha çok hoşuma gidiyor. Ayrıca şarkılarınızı kaydetmek için zengin olmanızın gerekmemesi de harika. Aslında daha hakça bir sistem. Sadece kötü müzikleri yok edebilmeyi isterdim.

Son yıllarda gelişen stream servisleri konusunda görüşünüz ne? Thom Yorke, Nigel Goldrich, David Byrne gibi müzisyenler, Spotify modelini, tanınmayan yeni müzisyenlere haksızlık yapıldığı ve bu sistemlerin aniden bütün sürecin bekçisi haline geldiğini söyleyerek eleştiriyor. 

Spotify ya da diğer stream servislerine karşı değilim. Bence bu müzisyenler, eski kuşaktan geldiklerinden şikayet ediyorlar. Ya bu servisler olacak ya da insanlar yasadışı indirecek. Ben, Spotify'ın İskandinavya versiyonu olan Wimp'i kullanıyorum ve bu sayede birçok yeni isim keşfediyorum. Eğer bir grubun albümünden gerçekten hoşlanırsam, ya plağını alırım ya da konserine giderim. Benim müzisyeni destekleme yöntemim bu. İnsanlar, bu servislerin çok uzun süre var olacağını ve bizim bunun karşısında yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığını kavramak zorunda. Ama evet, aynı zamanda geriye dönüp, insanların gerçekten albüm almak için para harcadığı ve grupları desteklediği zamana dönmeyi de isterdim. Ancak zaman değişiyor, bunu kabul etmek zorundayız ve müzisyenlerin yaptıkları çalışmalar karşısında bu stream servislerinden nasıl daha iyi kazanç sağlayabilecekleri üzerine yeni fikirler geliştirmeliyiz. (Spotify'a eleştiri yönelten müzisyenler hakkında söyledikleri konusunda Brian Batz'a katılmıyorum. Evet, zaman değişiyor ve stream servisleri olacak. Zaten o müzisyenler de bunu inkar etmiyor; yeni müzisyenlere hakça davranılmadığı, ünlülere ve büyük plak şirketlerine ayrıcalık sağlandığı için sistemi eleştiriyorlar. Thom Yorke, hiçbir zaman yeniliğe karşı olmadı; aksine sistemi zorlamak için "In Rainbows"u herkesten önce tümüyle internetten yayınlayıp, "ne isterseniz ödeyin, isterseniz hiç ödemeyin" diyen de oydu. Sistem kuruldu diye eleştirmeyecek değiliz; aksine güçlüye karşı zayıfı desteklemek gerek. O nedenle ben pek kimse tarafından anlaşılmasa da ya da daha doğrusu anlaşılmak istenmese de, seslerini yükselten bu müzisyenleri takdir ediyorum. Z.K.)



(Sleep Party People'ın 2. albümü "We Were Drifting on a Sad Song" hakkında yazdığım yazı.)
-

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate