08.06.2014
Babylon Soundgarden ile başlayan açıkhava müzik festivalleri serisi, bu hafta sonu yeni bir festival olarak İstanbul kültür etkinliklerine dahil olan 100 % Fest ile devam etti. Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik koşullarda uluslararası alanda tanınan büyük grupları ülkeye getirip kazasız belasız festival yapmanın ne denli zor olduğunu çok iyi biliyorum. Kültür etkinliklerinde uygulanan vergiden, grupların turne programlarını denk getirmeye; son bir yıldır polis saldırısı altında savaş alanına dönen kent merkezinden, giderek artan bilet fiyatlarının çoğu kişi için aşırı olmasına kadar birçok sorun var. Yine de birileri taşın altına elini sokuyor, müzikseverler müziğin peşinden gitmeyi bırakmıyor ve çoğu şey olması gerektiği gibi olmasa da sonunda müzik insanları buluşturuyor.
Cuma ve cumartesi günleri Küçükçiftlik Park'ta dinleme olanağı bulduğumuz gruplara geçmeden önce festivalin genel ortamına dair dikkatimi çeken bazı noktaları belirtmek isterim. Öncelikle festivali düzenleyen Esen Entertainment'ın yönetiminden kaynaklanmadığı ama Küçükçiftlik Park'ın uygulamalarından doğduğu söylenen bazı sorunlar vardı. Örneğin, kapıda giriş yaparken güvenlik görevlisi size şunu söylüyor: "Şimdi giriş yapıyorsunuz, dışarı çıkarsınız biletiniz olsa da geri giremeyeceksiniz." Nedenini soruyorsunuz, yanıt şu: "Uygulama böyle." Sabah saat 11'de başlayıp gece yarısına kadar devam eden bir etkinlikte bunun mantıklı bir açıklaması olabilir mi? Üstelik giriş yapana bileklik de takılıyor. Diyelim ki, iki günlük kombine bilet sahibi bir katılımcının sabah 11'de dinlemek istediği bir grup var ve daha sonra çıkıp akşama doğru geri dönecek ve diğer istediği grupları izleyecek. Bunu engellemenin gerekçesi nedir? Bileti ve bilekliği başkasına verip onun alana girmesini sağlayacağından çekiniliyorsa, o zaman bileklikleri bilekten çıkmayacak şekilde yapın. Şehir merkezinde her yere yakın festival yapılıyor dienilerek bu bir avantaj olarak sunuluyorsa, onun doğal sonucu olarak insanlar belli bir saatte çıkıp başka bir işini yapıp geri dönebilir. 12 saat boyunca alandan hiç çıkılmadan kalınmasını beklemek yanlıştır. Nitekim bir arkadaşım, cumartesi akşamı bir iş toplantısına katılmak için çıkıp, Massive Attack için festivale geri dönmek istedi. Fakat kapıdaki görevlilere durum anlatılamayınca festival ekibi ile temas kurduk. Onların yardımıyla biz sorunumuzu halletik ama herkes o görevlilere ulaşamayabilir. Bu konunun üzerinde durmamın nedeni, aynı mekandaki diğer etkinliklerde de aynı sorunun yaşanması. Küçükçiftlik Park umarım bu mantıksız uygulamanın yarattığı soruna bir çözüm getirir.
Festivalde dikkatimi çeken bir diğer nokta, diğer etkinliklerde de artık sürekli karşımıza çıkan sahne önünün boş kalması sorunu… Bu kez Diamond ayakta, Diamond Teras VIP, Golden ayakta, Normal ayakta gibi kategoriler halinde farklı fiyatlardan bilet satılmıştı. Festivallerde bu tip kategorilerin yaratılması ve en öndeki bölümün davetlilere ayrılması nedeniyle şöyle bir sorun ortaya çıkıyor: Bu kısımdaki grup, genellikle sadece headliner'ları dinlemek için mekana gelmeye eğilimli olduğundan, son bir iki büyük performansa kadar sahne önündeki alan boş kalıyor ve bu da daha önceki saatlerde çalan gruplar açısından büyük bir dezavantaj yaratıyor. Arada demir engeller olduğundan, müzisyenler çağrı yapıp, salon konserlerinde olduğu gibi, "gelin öne hepiniz!" de diyemiyor. "Normal ayakta" kategorisindeki hayranlarla müzisyenlerin arasında paranın yarattığı bir boşluk oluşuyor ve inanın bu performanslara yansıyor. Hep söylüyorum, yazıyorum; sahne önü hayranlara aittir. Kim sahnedeki grup için heyecan duyuyorsa, o önce gelip yer tutma zahmetine katlanmalıdır. Sahne önünde böyle bir hayran kitlesi olduğunda, konser çok daha coşkulu olur. Bu yazdıklarım bütün organizatörler için geçerli. Konuya bir de böyle bakın diyorum onlara…
Festivaldeki yeme içme konusunda da bazı düzeltmeler yapılabileceği kanısındayım. Bir ara içecek bir şey alayım dedim; sadece bira, Coca Cola ve Red Bull var dediler. İki gün boyunca günde 12 saat süre bir festivalde bu yeterli midir? Coca Cola içmediğim için bira aldım ama onu da içmeyen ne yapacak? Ayrıca fiyatlar da ucuz olmadığından, herkes bira içemeyebilir. Küçükçiftlik Park'ın dışında sürekli köfte, sucuk, kokoreç satan tezgahlardan yayılan et kokusuna ek olarak, alanda da et ağırlıklı bir menü vardı. Neyse ki, kumpir ve kuruyemiş seçeneği de sunularak vejetaryen ve veganların açlıktan bayılması önlenmiş. Bu nedenle organizatörlere teşekkür ederim.
Festivaldeki ses sistemi konusunda bir ara birkaç tanıdıkla konuştuk. Ben ön kısımlarda bir yetersizlik hissetmedim ama ses yüksekliğinin arka bölgelerde duranlar için yeterli olmadığını söyleyenler vardı. Bunun nedeninin, kent merkezi içindeki ses kısıtlamasıyla bir ilgisi olabilir diye düşünüyorum.
Bu öneri ve eleştirilerle birlikte, 100 % Fest'in her yıl daha iyiye doğru gelişerek devam etmesini diliyorum. Yolu açık olsun!
BİRİNCİ GÜN: ENERJİK KAISER CHIEFS, GÜÇLÜ SOUNDGARDEN
Fiziksel koşullar ile ilgili bu tespitlerden sonra, izlediğim gruplara dair izlenimlere geçebilirim. 100 % Fest'in programı duyurulduğunda özellikle görmek istediğim üç grup vardı. Massive Attack, Soundgarden ve Trentemoller. Massive Attack'i daha önce birçok kez canlı dinledim ama onlarca defa daha görsem fark etmez, o kadar iyiler ki konserleri her defasında bende heyecan yaratıyor. Chris Cornell'i de Rock'n Coke'ta canlı dinlemiştim ama Soundgarden'ı ilk kez sahnede gördüm. Trentemoller'i de aynı şekilde ilk kez canlı dinleme olanağı buldum.
Birinci gün Kaiser Chiefs'in performansı beklediğim gibi yine enerji doluydu. 20
12'de Santralistanbul'da yapılan Efes One Love'daki gibi neredeyse festival alanının her yanına gitti vokalist Ricky Wilson. 2012'de içki yasağı yüzünden çok tatsız olaylara sahne olan Efes One Love'da bira ile sahneye çıkıp onu izleyicilere vermişti. İki yıl sonra geldiği ülkemizde hiçbir şey daha iyi değil. 100 % Fest'te alkollü içecek satışı yasak değildi ama Türkiye'nin son bir yılda yaşadıklarını duymayan herhalde az kalmıştır dünyada. Wilson bir ara sahnede, "
Biz buraya gelmeye devam edeceğiz. Hükümet için değil, sizin için buradayız," dedi. Bu noktayı herkesin görmesi önemli; çünkü bireyler, destek vermedikleri bir hükümetin yaptıklarından dolayı sorumlu tutulmamalı.
Kaiser Chiefs'in "Everyday I Love You Less and Less" ile açtığı konserinde Rick Wilson, az önce sözünü ettiğim gibi sahne önündeki boş alanı görünce, "Niye herkes arkada?" diye sorup, mikrofonu kaptığı gibi demir engellerin üzerinden atlayarak "normal ayakta" kategorisinde duran esas hayranlarının yanına gitti ve uzun süre orada kaldı. Sonra da bira satış standının üzerine çıkıp, "Never Miss a Beat"i seslendirdi. Ancak Wilson'ın bütün çabalarına rağmen, kalabalık One Love'daki kadar coşkulu değildi; hafif espriye vursa da o da bu konuda yakınmadan edemedi. Yine de festival sahneleri için çok iyi bir tercih Kaiser Chiefs: Şarkılarını çok iyi bilip hayranı olmasanız bile, sahne performanslarının başarısını takdir etmemeniz olanaksız.
Seattle grunge sahnesinin önde gelen gruplarından Soundgarden, bu yıl, büyük çıkış yapmalarını sağlayan "Superunknown"un 20. yılını kutluyor. O nedenle ilk kez çaldıkları Türkiye'de bu albümden de şarkıları dinleyeceğimizi düşünüyordum. 15 şarkılık albümden, "My Wave", "Like Suicide", "Superunknown", "Spoonman", "The Day I Tried To Leave", "Fell on Black Days" ve alandaki çoğu kişinin gençlik yıllarının soundtrack şarkılarından "Black Hole Sun"ı çaldılar. Bunların dışında şarkı listesi, 1988 tarihli ilk albümleri "Ultramega Ok"den "Flower" ve "Beyond the Wheel, 1991 albümleri "Badmotorfinger"dan "Outshined", "Jesus Christ Pose" ve "Searching with My Good Eye Closed", 1996 albümleri "Down on the Upside"dan "Blow Up the Outside World" ve "Burden in My Hand", 2012 albümleri "King Animal"dan "Been Away Too Long"dan oluştu. Heavy metal'e daha yakın duran 1989 tarihli "Louder Than Love"a ise hiç dokunmadılar.
Chris Cornell'in sesi, bunca yıl sonra hala ilk duyduğumuz günkü kadar güçlü. Ben kişisel olarak grunge türüne pek yakın olmadım ama Soundgarden'ın kariyeri boyunca soundunu geliştirmek için attığı adımları ve yayınladıkları albümlerdeki kaliteyi hep takdirle izledim. Onları dinlerken Stephen Thomas Erlewine'in onlar için söylediği şu söz aklıma geldi: "Alternatif rock'ta heavy metal'e yer açtılar." Zaman zaman heavy metal ile kesişen yolda öylesine sağlam bir temelde duruyorlar ki, bana kalırsa eskimeyecek, klasik bir sound yarattılar. Grubu daha önce canlı dinlememiş olduğum için 1998-2009 arasındaki ayrılığın performanslarına yaptığı etkiyi değerlendiremiyorum, ancak benim cuma akşamı izlediğim taş gibi sağlam müzik yapan bir gruptu.
İKİNCİ GÜN: WILD BEASTS, CEZA, TRENTEMOLLER VE MASSIVE ATTACK
Festivali ikinci gün Wild Beasts ile açtım. Grubu en son kısa bir süre önce, 7 Aralık 2013'te İstanbul'da yapılan Red Bull Music Academy Radio Festival kapsamında canlı dinlemiştim ve o konser sırasında henüz çıkmamış olan yeni albümleri "Present Tense"de yer alan şarkılardan bazılarını da çalmışlardı. O zaman yaptığım yorumda daha karanlık ama yine çok sıcak, sarsıcı bir albüm geliyor demiştim. Tahminim doğru çıktı; yılın en güzel albümlerinden biri "Present Tense". Wild Beasts gibi çok iyi iki sese sahip bir grubun, son birkaç yılda geçirdiği evrim ve bugün vardığı nokta hayranlık uyandırıcı. Şarkı yazımında kendilerine özgü bir sound yaratmayı başardıkları gibi, her geçen albümde çıtayı yükseltmeyi bildiler. 100 % Fest'te akşamüstü 18.00'da sahneye çıktıkları için, henüz sahne boştu ve ne yazık ki belki de İstanbul'a daha önce birçok kez gelmelerinden dolayı, performansları hak ettiği ilgiyi göremedi. Oysa onlar Twitter'da "Istanbul. The love affair continues," yazmışlardı. O sevgi gösterisine karşılık verenlerin büyük kısmı arkalardaydı… 45 dakika ayrılmıştı gruba, o kadar sürede ağırlığı yeni albüme veren bir şarkı listesi tercih etmişlerdi. Ama bana yetmedi, çok kısa geldi Wild Beasts'in konseri.
Wild Beasts'in arkasından sahneyi Ceza ve ona eşlik eden müzisyenler aldı. Grunge gibi hip-hop hayranı da değilim ama Ceza'nın 100 % Fest'teki performansı kanımca etkileyiciydi. Bu kez Cenk Turanlı (bas), Mehmet Demirdelen (davul), Emre Kula (gitar) ve Barış Çakmakçı'dan (klavye) oluşan bir ekip eşlik etti Ceza'ya. Son derece akıcı ve vurucu bir teknikle icra ettiği rap sanatını enstrümanlarına hakim iyi bir grupla destekleyince müzikalite açısından çok tatmin edici bir sound çıkmış ortaya. Rap ile rock bütünleşmesi her zaman iyi sonuç vermeyebiliyor ama Ceza'nın dünkü seti alkışı hak ediyordu. Ceza'nın politik eleştiri ve toplumsal tespitlerle bezeli sözlerine çok yakışmıştı bu sürpriz kurgu. Bundan sonra da böyle devam etmesini dilerim. Kimileri Wild Beasts'ten sonra Ceza'nın sahneye çıkmasını tür farkı açısından yorumlayıp garipsedi ama bence bunda eleştirilecek bir taraf yok. Birbirinden çok farklı müzik türlerine yer verilen bir festivaldi ve Türkiye'den başarılı isimlere ana sahnede yer verilmesi, bence hem gerekli hem de güzel bir uygulama.
Nitekim Ceza'dan önce sahneye birden Danimarka'dan şişe müziği ustaları "Bottle Boys" çıktı. Programda isimleri yoktu ama yaklaşık yarım saat aralarında Michael Jackson'dan "Billie Jean", Tarkan'dan "Şıkıdım" ve Barış Manço'dan "Arkadaşım Eşek" gibi hitlerin de olduğu şarkıları yorumladılar. Şişe ve damacanayla yaptıkları müzik, ilk anda herkesi şaşırtsa da bir süre sonra tanıdık melodileri duyunca bir de baktım dans edenler çoğalmış. Dört müzisyenin Gangnam dansıyla biten şovu, beklenmedik bir gösteriydi ama epey ilgi topladı ve bence festivale renk kattı.
Cumartesi gününün en merakla beklenen isimlerinden birisi Trentemoller, umduğumdan da başarılı bir performans gösterdi. Danimarkalı multi-enstrümantalist, elektronik müzik prodüktörü Andres Trentemoller, 90'larda elektronik müziğe geçiş yapmadan önce indie rock gruplarında yer almış bir müzisyen. Bu yönüyle öne çıkmasa da yaptığı müzikleri incelerseniz, hamurunda bunun yer ettiği açık. Daha çok remiksleri ile tanınıyor ama 2006'dan bu yana kendi müziklerini de yayınlıyor. Özellikle geçen yıl çıkardığı "Lost" adlı albümüyle oldukça dikkat çekti. Minimal techno, IDM gibi türlerle flörtünü sürdürse de albümde birçok şarkıda konuk vokal kullanarak, indie rock alanında da var olmaya istekli olduğunun işaretini de vermişti. Bu nedenle nasıl bir sahne performansı izleyeceğimizi tam olarak kestiremiyordum açıkçacı.
Andres Trentemoller, kendisi synth ve elektronik seslerle meşgul olurken, davul, bas, klavye, gitar ve vokalde ona eşlik eden tam bir konser ekibi ile vardı sahnede. Mikael Simpson (bas), Lisbet Fritze (gitar), Henrik Vibskov'un (davul) yanı sıra, özellikle bazı şarkılarda vokali de üstlenen gitarist Marie Fisker olağanüstüydü. Lisbet Fritze ile yaptıkları şahane robot dansı da cabasıydı! Trentemoller'in Küçükçiftlik Park'ı dev bir dans pistine çeviren seti, Massive Attack'ten önce ortamı hazırlaması açısından son derece uygun bir seçimdi. Kırmızı ışık altında "Silver Surfer, Ghost Rider Go!!!" adlı şarkıyı çalarlarken belki şarkının videosundaki kadar mükemmel değilse de yine müthiş etkileyici bir atmosfer yaratmayı başardılar. Çok dinamik bir performanstı.
GEZİ VE SOMA UNUTULMADI!
Festivalin kapanışını yapacak olan Massive Attack, programda konser saati 22.30 yazmasına karşın, 22.25'te karşımızdaydı. (Bu arada herhangi bir aksaklık olmadığı sürece dinleyicilerini bekletmeyen gruplara selam olsun!) Konserin açılışını yapan şarkı, Robert Del Naja'nın (3D) geçen yıl yayınladığı "Battle Box" oldu. Massive Attack'in gizemli karanlık dünyasına dalmak için kusursuz bir ses girizgahıydı bu. Arkasından "Risingson"ın ilk notalarını duyunca ruhumun giderek yükseldiğini duyumsadım. Konserden önce şarkı listesi hakkında düşünürken, "Heligoland" albümünün ağırlıklı olacağını tahmin etmiştim, öyle de oldu. Konserde beş şarkıyla anılan "Heligoland"den "Paradise Circus"un vokali Martina Topley-Bird'e emanet edilmişti. Her zamanki sakin uzaklığı ile sahnede bir anıt gibiydi Bird.
"Teardrop" ve "Psyche" adlı şarkıları da Martina Topley-Bird'den dinledik ama "Teardrop"un orijinalindeki Elizabeth Fraser vokalinin yerini alamıyor bence. Her ikisi de meleksi bir sese sahip, fakat Fraser'ın tınılarını silemiyor kulaklarım; sanki benliğime işlemiş, o şarkıları hep o ilk günkü yorumuyla duymak istiyorum nedense… İlginçtir aynı his, "Safe From Harm" ve "Unfinished Sympathy"deki Shara Nelson vokali için söz konusu olmuyor bende. Dün gece bu iki şarkıyı Deborah Miller'ın yorumuyla dinledik. Shara Nelson'ın 23 yıl önce duyduğum sesini de çok seviyorum ama Deborah Miller'ın yorumu da çok güçlü.
Massive Attack, her zaman iyi müzik yaptı ama en önemli özelliklerinden birisi de, şarkıları için doğru vokali bulmasıydı. Horace Andy gibi bir cevherin onların müziğine sağladığı olağanüstü katkı, sadece albüm kayıtlarıyla sınırlı değil. Massive Attack konserlerini heyecanlı kılan nedenlerden birisi, onun gibi bir efsane sesi canlı dinlemek. "Everywhen"i söylemek üzere sahnede belirdiğinde seyirci üzerinde yarattığı etki öyle büyük ki! Horace Andy, grubun "Girl I Love You" ve "Angel" gibi unutulmaz şarkılarını da seslendirdi dün akşam. En favori şarkılarımdan "Angel"ı ondan daha dokunaklı, daha sarsıcı söyleyebilecek bir ses olduğunu düşünmüyorum. Sesinin tüm titreşimlerini karşısındakine geçirebilme yeteneği var onda.
İstanbul'a gelip de esin kaynağını bu kentten alan şarkıyı çalmadan geçmedi tabii Massive Attack. "Inertia Creeps" başlar başlamaz kalabalığın hareketlenişi görülmeye değerdi. 2010'da Kuruçeşme Arena'da verdikleri konserdeki gibi sahnedeki LED ekranda sürekli yazılar, sayılar ve sembollerle yine mesajlarını verdi Massive Attack. Uluslararası holdinglerin yönettiği dünyada insanları uyutma görevini üstlenen ana akım medyayı ifşa etmek için seçtikleri yöntem çarpıcıydı. Medyada çıkan magazin haberlerinin başlıklarını gördük önce: Saba Tümer'den kahkaha dersi! …. evleniyor, bilmem kaç milyon dolara alınan yat vs. ve sonra birden "
Somadakileri Unutma" yazısı belirdi ekranda! Gezi'de katledilenlerin isimleri tek tek yazıldı, dev puntolarla
Berkin Elvan adını okuduk… En sonunda da "
Katilleri Hala Dışarıda" yazısı göründü. O anda suratımıza bir daha çarpan gerçek o kadar acı geldi ki… "
Her Yer Taksim Her Yer Direniş!", "
Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam!" sloganları atılırken 3D mikrofona yaklaşıp protesto ve demokrasi üzerine bir şey söyledi ama gürültüden tam anlayamadım. Robert del Naja ile 2008'de İstanbul'a geldiklerinde röportaj yapmıştım, o zaman bana "müzik kaçıştır" demişti, ben de öyleyse neden konserlerde sürekli hayatın gerçeklerini hatırlatıyorlar diye düşünerek buna katılmamıştım. (
Söz konusu röportaj bu linkte.)Şimdi düşünüyorum da, belki de demek istediği, gerçeğin haykırılmasının engellenişinden, uyutulmaktan bir kaçıştı müzik. Böyle yorumlanırsa, o sözü hem müzikleri hem de sahne performansları açısından anlamlı oluyor.
Daddy G'nin bu kez konserde sanki daha geri planda kaldığını gözlemledim, mikrofon önünde pek durmadı, arkada klavye ve elektronik seslerle meşgul oluyordu çoğunlukla. "Inertia Creeps"ten sonra yoğun tezahüratın arkasından bis için tekrar sahneye geldiklerinde, 3D ile birlikte yine gerideydi. "United Snakes", "Unfinished Sympathy" ve "Splitting the Atom" ile sona erdi konser. Saat gece yarısı 12'yi geçmesine karşın alandan ayrılmaya pek niyetli değildik, fakat tekrar gelmediler sahneye.
Sokağa çıktığımızda konserde bize hatırlatılan gerçek hayat acımasızca devam ediyordu, Lice'de karakol yapımına direnen halka saldırı olmuş, bir genç öldürülmüştü… Konser yeniden başlasın, yine bağıralım bu acı gerçekleri diye geçirdim içimden. Adeta karanlık bir kapana kısılmış gibi hissediyorsanız, müzik bir umut, bir anlamda kaçış tabii; gerçeklerden değil gerçeğe doğru kaçış… 3D ile bu noktada buluştuk dün akşam.
(Fotoğraflar ve videolar bana aittir. Sadece eksik olmasını istemediğim için Berkin Elvan'ın isminin ekranda göründüğü fotoğrafı internetteki haber sitelerinden aldım. O fotoğrafı çeken Nisan Ak.)