21.6.2014
Bob Dylan'ı dün İstanbul'da ikinci kez canlı dinleme olanağı buldum. 2010'da Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda çok güzel bir konser vermişti. O konser hakkında yazdığım yazıda, şöyle demiştim: "21. yüzyılda artık dinlemekten çok görmek için gidilen konserlerden değildi bu. Ne ışık oyunları, ne de şatafatlı dans gösterileri sunuldu. Siyahlar içinde altı müzisyen tam vaktinde çıktı sahneye. Adeta shoegaze grupları andırırcasına sadece enstrümanlarıyla ilgilenip 1 saat 50 dakika boyunca çaldılar. Bob Dylan ve grubu The Band, müziğin göze değil, öncelikle kulağa hitap eden bir sanat olduğunu ve ayrıcalığının da buradan geldiğini bir kez daha kanıtladı."
Dün geceki konsere giderken de yine bu tür bir konser dinleyeceğimi biliyordum. Bu defa açık hava değil, kapalı alan konseriydi. İstanbul'un yeni canlı performans mekanı Black Box'ta ikinci konseri Travis'ten sonra Bob Dylan verdi. Ben de bu vesileyle söz konusu mekana ilk kez gittim. Gerek yapısı, gerekse iç dekorasyonu ve ses sistemi itibariyle oldukça tatmin edici, ihtiyacı karşılayacak bir konser salonu olmuş Black Box. Travis konserinden fotoğraflar internette paylaşılınca, tribünlerde oturanların dışında zeminde herkesin ayakta olduğunu görmüştüm. Bob Dylan konserinde de öyle bir düzen olur diye düşünmüştüm ama girişte biletimde yazmayan bir koltuk numarası verildi elime. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ki, karşıma Cem Yegül çıktı. Ondan öğrendiğime göre, zeminde de oturmalı düzen olmasını Bob Dylan'ın ekibi istemiş.
Dört yıl önce olduğu gibi, bu defa da yine altı müzisyen vardı sahnede. Ancak bu defa Dylan dışındakiler kırmızı ceketleriyle karşımızdaydı. Bob Dylan, görüntüsüyle, şapkasıyla, kolları ve paçaları işlemeli siyah takım elbisesiyle, dört yıl önceki konserin devamını veriyordu adeta. 2010'da 16 şarkı seslendirmişti, dün 19 şarkıyı sığdırdı konsere. Yine sadece sesi, mızıkası, piyanosu ve ona eşlik eden müzisyenler vardı. Müziğin önce kulağa hitap eden bir sanat olduğunu sahnedeki vakur duruşuyla bir kez daha hatırlattı.
Yarım yüzyılı aşan kariyerinde, konser albümleri ve derleme albümleri hariç, 35 stüdyo albümü yayınlayan bir müzisyenin konserinde ne söyleyeceğini tahmin etmek, her zaman heyecan vericidir. İstanbul'dan üç gün önce sahneye çıktığı Dublin'deki şarkı listesini yanıma alarak gittim konsere, hiçbir değişiklik yapmadan aynı sırayla çaldılar şarkıları. O nedenle fazla şaşırtıcı olmadı seçimleri. 2000'de en iyi orijinal şarkı dalında Oscar ve Altın Küre ödüllerini alan "Things Have Changed" ile açıldı konser. 19 şarkının 12'si 2000'li yıllarda yayınlananlar arasından seçilmişti: 10 şarkılık 2012 albümü "Tempest"tan 6, 2009 albümü "Together Through Life"tan 2 ("Beyond Here Lies Nothin' ", "Forgetful Heart"), 2006 albümü "Modern Times"tan 1 ("Spirit on the Water"), 2002 çıkışlı "Divine Secrets of the Ya-Ya Sisterhood" filminin müziklerinden 1 ("Waiting for You") ve 2001 tarihli "Love and Theft"ten 1 şarkı (High Water (for Charley Patton) ).
Dokuzuncu şarkıdan sonra 20 dakika ara verilen konserde, 1990'ları "Time Out of Mind" (1997) albümünden "Love Sick" ile, 80'leri ""Oh Mercy"den "What Good Am I?" ile andı Dylan. 1970'leri konsere taşıyan iki şarkı da, "Simple Twist of Fate ve Tangled Up in Blue", "Blood on the Tracks" (1975) albümündendi. Dünyanın Bod Dylan'ı tanıdığı 60'ların havasını, konserin daha ikinci şarkısı olarak söylediği "She Belongs to Me" (1965- "Bringing It All Back Home") ile estirdi salonda. Bis için geri geldiğinde yerinde oturan dinleyiciler artık dayanamadı ve sahne önüne akın etti. Herkes ayakta eşlik ederken, o da dinleyecileri çok mutlu eden bir tercihle yine 1960'lara uzandı. "All Along the Watchtower" ve ünlü şarkısı "Blowin' in the Wind" ile İstanbul'a bir kez daha hoşça kal dedi Dylan.
Onu dinlerken sahnedeki varlığı üzerine düşündüm. Konser sırasında dinleyiciler ile şarkı dışında ayrıca bir diyaloğa girmiyor Dylan. Bunca yıldır müziği ile kitleleri etkileyen bir ozan sanatçı, aslında istese tek bir cümlesiyle o salonda yer yerinden oynar ama o herhangi bir politik yorumda bulunmuyor. Konserlerinin sadece müzikle bezeli olmasını, ne diyecekse her şeyi müzikle demek istediğini düşünüyorum ama kendisine sorma olanağım olsa bu konuyu özellikle sorardım.
Çıkışta eve giderken aklıma onun bir sözü geldi. Onun dediği gibi, bu dünyadaki her güzel şeyin arkasında bir tür acı varsa, kim bilir o güzel şarkıları yazmak için ne acılar çekmişti Dylan. Bugün 73 yaşında bir çınar gibi sahnede; güçlü, etkileyici ve karizmatik. O değil miydi, "Bir adamın kaç kulağı olmalı/ İnsanların ağladığını duyabilmesi için / Evet, ve kaç ölüm olmalı onun bilmesi için / Ne kadar çok insanın öldüğünü?"diye soran... Bu soruları soran bir ozanın gücü hiç eksilmez, aksine yıllar geçtikçe artar... Yaşlandıkça güzelliğini yitirmeyen kadınlar için "şarap gibi kadın" derler ya, o da aklıyla ve yeteneğiyle yıllandıkça güzelleşen benzersiz bir şarap gibi. Şerefine Bob Dylan!
(Konserin benim için en güzel anları, çok sevdiğim "Forgetful Heart"ın çalındığı anlardı. Onu videoya kaydetmeye çalıştım. Ortam karanlık olduğundan görüntü de öyle ama bu yorumu da paylaşmak istedim. Bu şarkı çalarken tribünlerdeki dinleyiciler, cep telefonlarıyla ışık yaptı. O anları da görüntülemeye çalıştım.)
(Fotoğraf ve video bana aittir.)